Şamil | Kategoriler | Konular

Sosyal dayanışma

SOSYAL DAYANIŞMA

Bir toplum içerisinde yaşayan insanların
aralarındaki yakınlaştırıcı
bağları ve karşılıklı yardım veya
işbirliği ile ilgili durumlarını gösteren bir oluşum.

Genel olarak insanlar, bir arada yaşamak
ihtiyacındadırlar. Bu husus psikolojik bir ihtiyaçtan olduğu
kadar, sosyal ve iktisadî bir gereklilikten de kaynaklanmaktadır.
Bundan dolayı fertler kendi çevrelerinde öyle bir düzen bulmalılar
ki; bu düzen, onların kendi aralarındaki ilişkileri en iyi
şekilde kuracak esaslara sahip bulunsun. İşte tarih içerisinde
çeşitli milletler, farklı din, ideoloji ve sistemleri bu tür
istek ve ihtiyaçlarını tatmin edebilmek gayesi ile
benimsemişlerdir.

Sistemler arasındaki farklılığa bir
göz atacak olursak, herbirinin insana bakışının ve
onu değerlendirişinin değişik dozajda olduğunu görürüz.
Meselâ Kapitalizm; kendi sistemi içerisinde ferdi ön plâna çıkarıp,
toplumun menfaatinden ileri görmektedir. Sistemin siyasî ve iktisadî
temeli, ferdiyetçi bir özelliğe bürünmekte ve fert, sınırsız
bir hürriyet içinde hareket etmektedir. Komünizm veya Sosyalizmde ise,
toplumcu bir bakış açısı öne sürülürken, ne fert
ne de toplum, serbest bir seçim yapamamaktadır. Söz; toplum adına
"belirli bir yönetici zümre"nin elinde olmaktadır.

Başta bu iki ideoloji olmak üzere, insan aklının
bulduğu her ideoloji; sosyal dayanışma konusunda bazı
isabetli kaideler tesbit ederken, bir çok yönleri göremeyerek eksik bir
sistem ortaya koymuş; bunların dışında,
hayatın faydalı ve huzurlu bir şekil almasında en büyük
rolü üstlenen insanın düşünce ve davranışlarına
uygun bir ölçü bulamamışlardır. Çünkü sosyal dayanışmanın
bir toplumda oluşabilmesi için, öncelikle fertlerin diğerlerine
karşı iyi niyet ve samimi bir hisle yaklaşması
gerekmektedir. Genelde şahsî ihtiras ve arzuların kontrolüne
giren insanoğlunun ruh ve karakterinin
olgunlaştırılması, ancak onun fıtrî
özelliklerinin bilinmesi ile gerçekleşebilir. Bu konuda İslâm,
Allah'ın kendi yaratmış olduğu kuluna ait hayat
prensiplerini içinde bulunduran ve böylece diğerlerinden
farklı olan bir "hayat tarzı" ortaya koymuştur.

"İslâm, ferdî hürriyeti en güzel
şekilleriyle, insanî eşitliği en ince yönleriyle tanır.
Fakat bu hürriyet ve eşitliği gelişigüzel kullanmaz.
Toplumun değeri ne ise o derece hesaba katılır; insanilik
ise gerektiği gibi değerlendirilir. Bu sebeple ferdi hürriyetin
karşısına ferdi mesuliyetleri koyar. Bununla birlikte
kişi ve toplumu içine alan sorumluluk ve yükümlülükleri de
toplumâ yükletir. İslâm bütün şekil ve yönleriyle sosyal
dayanışmayı ortaya koymaktadır. İslâma göre kişi
ile kendisi, kişi ile yakın akrabası, kişi ile toplum,
belirli toplum ile diğer toplumlar, belirli bir nesil ile ardarda
gelen diğer nesiller arasında dayanışma sözkonusudur.

Bir hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.s) toplumun adalet,
hayır ve güvenliğe ulaştırılması konusunda
bütün müslümanların omuzlarına yüklenen ortak sosyal
sorumluluğu tasvir etmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Allahın koyduğu sınırlara
riayet edenlerle etmeyenlerin durumu şuna benzer: Bir topluluk gemi
ile yolculuğa çıkmış ve kura neticesinde
bazılarına geminin alt kısmı, diğerlerine de üst
kısmı düşmüştür. Alt kısımdakiler su
almak istediklerinde üst kısımdakilerin yanlarından geçmekte
ve kendi kendilerine "Biz kendi nasibimize düşen bu
kısımdan denize açılan bir delik açsak da
üstümüzdekileri rahatsız etmesek!" derler. Bu durumda
eğer üst kısımdakiler onları kendi hallerine
bırakırlar ve istediklerini yapmalarına imkân verirlerse,
hepsi helâk olur. Ama mani olurlarsa hem kendileri hem diğerleri
kurtulmuş olur" (Buhari ve Müslim).

Bu yüzdendir ki Peygamberimiz (s.a.s), "Mü'min,
mü'min için bir kısmı öbür kısmını güçlendiren
bina gibidir" der (Buhari ve Müslim). Bu açıdan hareketle,
sosyal yapının uğradığı herhangi bir
bozukluk, bütün İslâm toplumunun gidişatında mevcut bir
tehlikenin belirtisi olacaktır. Eğer bu bozukluğu
giderirlerse kurtulacaklar; aksi halde sosyal yapı çözülecek, gemi,
içindekilerle birlikte batacaktır.

Bu sosyal bütünleşme meselesi, bizi İslâm'da
sosyal adaletin en önemli meselelerinden birine götürür ki; bu,
devletin yerine getirilmesini istediği veya toplumun gönüllü ve
isteyerek ortaya koyduğu "sosyal dayanışma"
prensibidir. Devlet ve toplumun arkasında Hz. Peygamberin Mekke ve
Medine'de geçirdiği yaşantısı boyunca ortaya
koyduğu pek çok hadis ve değer ölçüsü bulunmaktadır (İmadüddin
Halil, Sosyal Adalet Üzerine, İstanbul 1987, s. 77).

Bütün anlam ve kapsamı ile sosyal
dayanışma; toplumdaki her ferdin, kendi üzerinde topluma karşı
yerine getirilmesi gerekli olan bir takım görev ve sorumlulukların
bulunduğunu hissetmesi demektir. Eğer onlar, bu görev ve
sorumlulukların yerine getirilmesinde ihmâlci ve sorumsuz davranışlarda
bulunurlarsa, toplum da binaların çöktüğü gibi kendilerinin
ve başkalarının üzerine çökebilir. Toplumun fert
üzerine olduğu gibi, ferdin de toplumda hakkı vardır.
Toplum, her hak sahibinin hakkını tam olarak azaltmadan ve
geciktirmeden vermeli, zayıfların ihtiyaçlarını
gidermeli ve muhtaçların dertlerini dindirmelidir. Eğer bunlar
olmazsa, toplum bünyesini bir binanın tuğlaları gibi ören
fertler, birbirlerine düşerler. İşte bundan sonra çöküş
ve yıkılış, kaçınılması imkânsız
bir sonuç olarak karşımıza dikilir.

İslâm, faziletli bir toplumun doğması için
"kötülüklerden uzaklaştırıp, iyilikle emretmeyi"
teşvik etmiştir. Buna dayanarak sapıkların
sapıklıklarına son vermeleri, iyilerin de doğru
yollarında yürümelerine devam etmeleri için genel irşadı
gerekli kılmıştır. Allah bu konuda müslümanların
sorumluluğuna şöyle işaret eder:

"Siz insanlar için çıkarılmış
en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten
vazgeçirmeye çalışırsınız. (Çünkü) Allaha
inanıyorsunuz" (Âlu İmran, 3/51).

Kötülükler bütün dehşetiyle
başını alıp giderken toplum buna seyirci kalır ve
herhangi bir direnme göstermezse, topyekûn günahkâr olur. Bu da
sorumsuzluğun cezasını bütün halkın çekeceğine
dair bir işarettir.

Kur'an-ı Kerim,
İsrailoğullarını, aralarındaki kötü kimseleri
gittikleri fena yoldan alıkoymayarak kendi fenalıkları ile
başbaşa bıraktıkları, dolayısiyle toplumu
ifsad ettikleri için suçlu saymaktadır.

İslâm'da ibadetler nefisleri ıslah etmek,
eşitlik duygusu ve içinde zulmün barınamayacağı
birlik ve beraberlik şuurunu terbiye etmek için emredilmiştir.
Hac, sosyal bir tanışma; zekât, zenginlerin mallarından
fakirlere geçen sosyal bir yardımlaşmadır. İslâm,
günahların keffâretini de sosyal dayanışmaya bir vesile
kılmıştır. Mesela Ramazanda oruç bozan bir kimse, ya
bir köle azad eder, ya altmış gün oruç tutar, ya da altmış
fakir doyurur.

İslâm dini, toplumdaki sosyal dayanışmayı
belirli kuru söz ve sloganlarla ifade edip bırakmamıştır.
Dini emirler, öncelikle kalplerin ıslah ve tezkiyesi gayesine yönelmiştir.
Salih ve doğru istikamete yönelen kalpler, sosyal davranışları
güzelleştirir. Ruhi ve kalbî ilişkiler üzerine oturmamış
bir sosyal dayanışmada gerçeklik yoktur.

Aile müessesesi, sosyal dayanışmanın en
önemli unsurudur. Çünkü toplum yapısının ilk temel
taşıdır. Aile, insan fıtratında var olan
değişmez eğilimler, merhamet ve sevgi duyguları,
ihtiyaç ve maslahatın gerekleri üzerinde kurulur.

İslamın getirdiği miras düzeni, aynı
ailenin fertleri arasında ve biribirini izleyen nesiller
arasında bir yardımlaşma bulunduğunun açık bir
delilidir. Üstelik bu düzen, toplumu rahatsız edecek şekilde büyümesini
önlemek amacıyla servetin parçalanmasını sağlayan
yollardan bir tanesidir.

Müslüman toplum, Allah tarafından iyi ve güzel
olan her konuda yardımlaşma ve dayanışma içerisine
girmekle emredilmiştir: "İyilik etmek, fenalıktan
sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek
ve haddi aşmak üzere yardımlaşmayın" (el-Maide,
5/2).

Elbette ki iyilikler ve fenalıklar Allah'ın
çizdiği hudutlar dahilindedir. Hadler ise, yine Cenabı
Hakk'ın tayin ettiği ölçülerdir.

Sonuç olarak; sosyal dayanışma, ancak, kötü
yönlerini ortadan kaldırmış fert ve toplumların
birbirlerine sevgi ve merhametle yaklaşmalarıyla gerçekleşecek
bir husustur. Bu özellikler olmadığı takdirde, toplumda
fertler birbirlerini sömürecek ve sonunda çatışma ve mücadele
başlayacaktır. Halbuki sosyal dayanışma, problemlerin
ortadan kalktıktan sonra huzurlu ve sakin bir toplumda ortaya çıkacak
çok yönlü iyi ilişkilerin bir sonucudur.

Sami ŞENER


Konular