Şamil | Kategoriler | Konular

Serik

ŞERİK

Ortak, benzer, yardımcı, arkadaş ve
hissedar, bir mülkte veya bir amelde (işde) veya malda veya
bunların hepsinde ve bunların semeresinde veya bir şeref ve
itibarın kazanılmasında muayyen bir hisse ve nasbe sahib
olmak üzere ihtiyar veya gayr-i ihtiyarî bir şekilde ortak olan iki
veya daha fazla kimselerden her birine verilen isim. Uluhiyette ve rubûbiyette
veya hâlikıyyette (yaratıcılıkta) veya ibadette
birisini veya bir nesneyi Allah'a ortak (şerik) koşmaya
"şirk" ve O'na ortak olarak isnâd edilen nesnelerden her
birine veya O'ndan başka ilah kabul edilen şeye de
"şerik" denilir.

Çoğulu, şürekâ ve eşrâk'dır. Müennesi,
şerîkedir. Bunun da çoğulu şerâik gelir. Mal veya iş
veya bir semere, şeref ve nasibin elde edilmesi için en az iki
kimsenin yaptığı ortaklığa da şirket
denilir.

Allah, zatında, sıfat ve fiilerinde birdir.
O'ndan başkasına ibadet olunmaz ve tapılmaz. Bunu öğretmek
için Allah zaman zaman her bir kavim ve topluma bir peygamber göndermiştir:
"Andolsun ki biz her ümmete; Allah'a kulluk edin, putlara tapmaktan
(şirkten) kaçının diye bir peygamber göndermişizdir..."
(en-Nahl, 16/36). Allah'ın bir olduğunu kabul etmenin (tevhidin)
zıddı şirktir, yani Allah'a şerîk koşmaktır.
Tevhid inancı, kendini bir kimsenin bilgi, tasdik, kasd, irade, taleb
ve amelinde gösterir. Buna göre tevhid ilm ve iradî - amelî olarak
ikiye ayrılır.

İlmî tevhid (tevhid-i ilm): Allah'ın
zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tek olduğunu,
ortağı bulunmadığını, O'nun yegane
halık ve hakiki müessir olduğunu bilip kabul etmektir. İlmî
tevhid; ilim, tasdik ve sözle gerçekleşir. İhlâs sûresi
ilmî tevhidi ifade eder.

İradî ve amelî tevhid (tevhid-i iradî ve amel):
Bir tek Allah'a muhabbet ve ihlâs ile ibadet etmeyi, ibadette O'na
hiçbir şeyi şerîk koşmamayı, O'ndan korkup
ummayı, yani havf ve recâyı ve O'na sığınarak
O'ndan yardım beklemeyi içine alır. Kâfirûn sûresi, iradî
ve amelî tevhidi ifade eder. Bu iki tevhidden biri mutlaka öteki ile
tamam olur. Bir kimsenin tevhid inancında şu hususlardan birinin
eksik kalmaması gerekir. Aksi takdirde o kişi küfre girer ve
şirke düşer:

Allah zatında birdir demek, "Allah'tan
başka ilah yoktur. O, ilahı zatında ortağı
(şerîki) olmaktan münezzehtir. O cüz ve parçalardan mürekkeb değildir"
demektir. Çünkü, terkibten münezzeh olmak, vacibu'lvücud (zorunlu
varlık) olan Allah'ın zorunlu vasfıdır. "Allah
evlâd edinmemiştir. Onunla beraber hiç bir ilah da yoktur. Aksi
takdirde her ilah kendi yarattığını alır götürür
ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalar ve üstün gelirdi.
Allah, onların (müşriklerin)
yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir."(el-Mü'minûn,
23/91). "Eğer her ikisinde (yerde ve göklerde) Allah'tan başka
ilahlar olsaydı, elbette yer ve gökler harab olup gitmişti
(mahv olmuştu). Demek Arş'ın Rabbi olan Allah onların
(müşriklerin) isnad ettiklerinden münezzehtir" (el-Enbiyâ,
21/22).

Allah sıfatlarında birdir demek, "O'nun
benzeri, misli, dengi ve bu sıfatların hepsini veya bir
kısmını taşıyan ortağı yoktur"
demektir. "O'nun hiçbir benzeri yoktur" (eş-Şûrâ,
42/1 1).

Fiillerinde birdir demek, "yaratma ve te'sirde
O'nun benzeri, ortağı, parçası ve
yardımcısı yoktur" demektir. O yegâne halık ve
hakiki müessirdir:

"... Yoksa, O'nun yarattığı gibi
yaratan, Allah'ın ortaklarını mı buldular da bu
yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü. De ki: Allah her şeyi
yaratandır..."(er-Ra'd, 13/16). "Allah'tan başka,
(eşya, bitki ve canlıları) yaratan başka bir
yaratıcı var mıdır?" (Fâtır, 35/3).
Alemlerin yaratılması, idare ve tedbirinde O'nun
ortağı olmadığı gibi O'nun mülk ve saltanatında
da ortağı yoktur. "Mülkünde hiç bir ortağı
olmayan, acizlikten dolayı hiç bir yardımcıya
ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun" (el-İsrâ', 17/11).

Ma'budiyette birdir demek, "O'ndan başkasına,
layık olmadığı için ibadet edilmez" demektir. O,
yegâne ma'buddur. İbadet edilmeye layık ve müstehak olan yalnız
O'dur. O'nun ibadette şerki yoktur. "Yalnız Allah'a ibadet
ediniz. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayınız"
(en-Nisâ, 4/36). Hiç bir insan "Rabbine ibadette kimseyi şerîk
koşmasın" (el-Kehf, 18/26).

O halde tevhid inancı, uluhiyyet ve
varlığında vücubun, kemal sıfatlarla ittisafin,
halikıyyet ve ma'budiyyetin Allah'a mahsus olduğunu kabul ve
tasdik etmekle husûle gelir. Bunlardan biri kabul edilmezse, şirke
girilir, büyük zulüm yapılmış, gerçek inkâr edilmiş
ve en büyük yalan söylenilmiş olur, ebediyyen helâk ve hüsrana
düşülür. "...Oğulcağızım, Allah'a
şirk koşma (ortak isnad etme) şüphesiz O'na şirk
koşmak büyük bir zulümdür" (Lokmân, 31/13).

Gönderilen bütün peygamberler, tevhîd inancına
davet ettikleri halde, insanların çoğu, çeşitli
şekillerde tanrılar hayal ederek Allah'a şerîk koşmuşlar
ve ortak isnad etmişlerdir. Tevhide ve gerçeğe zıd ve
aykırı olan şirkin (Allah'a ortak isnad etmenin) çeşitleri
şunlardır:

1- Şirk-i istiklâlî: Allah'tan başka
ilahlar kabul edenlerin şirkidir. Geçmiş tarihte ve
zamanımızda bir kısım insanlar, vücubü'l-vücûdu
(varlığında zorunluluk) ve uluhiyet
sıfatlarını hâiz Allah'tan başka, hayali bir
takım ilahlar kabul etmişlerdir. Bazıları da
Allah'ın bazı sıfatları ile sıfatlanmış
ilahlar bulunduğuna inanmışlardır. Meselâ,
Mecûsîlere göre, Hürmüz (Ahura Mazda), âlemin ve iyiliklerin tanrısı;
Ehrimen (Angra Mainyu), kötülüklerin kaynağıdır. Dünyada
bu iki kuvvet, mutlak hakimiyeti sağlamak için mücadele
halindedirler. Hinduların inancına göre, Brahma yaratıcı,
Vişnu koruyucu, Şiva ise yok edici tanrıdır. Bazı
devrelerde ve bazı yerlerde Vişnu veya Şiva'nın ön
plana çıktığı olmuştur. Meselâ,
Şiva'nın üstünlük kazandığı yerlerde Hindular
onu lemlerin Rabbi olarak görür (Günay Tümer, Abdurrahman Küçük,
Dinler Tarihi, Ankara 1988, s. 66). Bunların yanında Hindular,
Allah'ın bir kısım sıfatlarını hâz düzmece
pek çok ilahlar hayal ederek de Allah'a şirk koşarlar.

Eski Yunanlı ve Romalılar, ulûhiyet sıfatlarını
hâiz veya ilahlık sıfatlarının bir kısmına
sahib olan pek çok düzmece tanrılara inanmışlar ve
bunların heykellerine tapmışlardı.

Yıldızlara tapanlar da iki fırka idiler:
a) Allah'a inanmakla beraber bu süflî âlemi idare eden ve işlerini
yürüten yıldızlardır, bu sebeple yıldızlara
Allah'a ibadet ettiğiniz gibi ibadet etmemiz gerekir, diyenlerdir ki,
bunlar Sabie (sabiiler)den bir grup idi. b) Felekler ve
yıldızları zatları itibariyle vacibü'l-vücud
sayanlar ve bunların yok olmaları mümteni' (muhaldir) diyerek
dünyayı bunların idare ettiğine inananlardır.
Dehriyye denilen bu grup, Allah'ın varlığını inkâr
ederdi.

2- Şirk-i ma'bûdiyet: Put ve heykellerin de
ibadet edilmeye layık olduğuna inanmak. Cahiliyye devrinde
Arabistan ve civarındaki halkın çoğu put ve heykellerin
ibadette Allah'ın şerîki olduğuna inanırlardı.
Bunlar Allah'ın yanında put ve heykellere, kendilerini Allah'a
yaklaştıracaklarını, kendileri için yardımcı
ve şefaatçi olacaklarına inanarak taparlardı.

Bir kısım insanlar da yaptıkları
put ve heykellere kendileri için feyz ve bereket kaynağı olsun,
işlerini başarmada kendilerine ilham versin ve manevî destek
olsun diye, sırf başkalarını taklîd ederek taparlardı.
Halbuki "Onların O'ndan (Allah'tan) başka dostu ve yöneticisi
yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez"
(el-Kehf, 18/26).

3- Sirk-i teb'izî: Allah'ın bir olduğunu
kabul etmekle beraber, O'nun ilahlardan mürekkeb olduğuna veya
Allah'ın bir kısım sıfatlarının
başkalarında bulunduğuna inananların şirkidir.
Teslis inancı gibi. Hıristiyanlar Allah baba, oğul ve
Ruhu'l-kudüs'ten ibaret olmak üzere üç üknûm (asıl)'dan meydana
gelmiştir ve üçü birden tek Tanrı'dır, diyerek saçmalamışlardır.
"... Allah'a ve peygamberlerine iman edin, tanrı üçtür
demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin.
Allah tek Tanrı'dır. Çocuğu olmaktan münezzehtir..."
(en-Nisâ, 4/171). "Andolsun, Allah üçün üçüncüsüdür,
diyenler kâfir oldular. Tek Tanrı'dan başka ilah yoktur?
(el-Mâide, 4/73).

4- Şirk-i esbab: Madde ve eşyanın
tabiatının halık ve hakiki müessir olduğuna
inananların şirkidir. Maddelerin tabiat ve mahiyetlerini, hakiki
müessir ve yaratıcı kabul edenler bunları, yaratmada
Allah'a ortak saymış olurlar. Halbuki, madde Allah'ın
mahluku olup, yarattığı eşyada
kullandığı bir malzemedir: "Allah'tan başka
taptıkları maddeler hiç bir şey yaratamazlar, asıl
bunlar yaratılmışlardır. Onlar (maddeler) diriler
değil, ölülerdir. Ne zaman kaldırılıp sevk
edileceklerine dair şuurları da yoktur" (en-Nahl,
16/20-21).

Esbabına tevessül ederek çalışmak asla
şirk değildir. Sebepleri müsebbeblerine bağlayarak, her
ikisinin de yaratıcısının Allah olduğuna,
sebepleri yaratınca bunların ardından müsebbeblerini de
yaratmanın Allah'ın sünneti bulunduğuna inanmak Tevhîd
inancına dahildir. Çünkü Allah bir şeyi yaratacağı
zaman esbabını hazırlar ve çoğu defa sebepleriyle
birlikte yaratır.

Allah'a şirk koşanlara müşrik denilir.
Her müşrik kâfirdir. Lügat bakımından değil de
şerîat açısından kâfirlere ve Allah'ı inkâr
edenlere de müşrik denilir (Tehânevî, Keşşâfü Istılâhâti'l-Fünûn,
772-773; el-Bakara, 2/221 ve bunun tefsiri için Fahruddin er-Razî,
Mefâtîhu'l-Gayb, İstanbul 1307 h. II, 340-341).

Yüce Allah'ın şerîki bulunmaktan münezzeh
olması, nakil yani Kur'an ve hadîslerle isbat edildiği gibi,
akıl ile de isbat edilir. Şöyle ki:

Allah, kemal sıfatlarıyla
muttasıftır. Kudreti tamdır, iradesi nafiz ve geçerlidir.
Meselâ, iki ilâh farz edilse, bunlardan biri insanın
varlığını, diğeri de yokluğunu irade etse
(istese), her ikisinin istedikleri hasıl olsa, iki çelişik ve
zıddın (insanın hem varlığı ve hem de
yokluğunun) bir arada bulunması lâzım gelir ki, bu da
muhaldir. Her ikisinin de istedikleri meydana gelmezse, ikisinin de âciz
olmaları gerekir. Allah âcizlikten münezzehtir. Veyahud bunlardan
birinin istediği olur, diğerininki olmazsa; istediği husûle
gelmeyen âciz olur. âciz olan ilâh olamaz. O halde Allah birdir ve
tektir.

b)Âlemin yaratıcısı iki farz edilse, bu
iki yaratıcıdan her biri tek başına âlemi yaratmaya
yeterlidir veya yeterli değildir. Her biri müstakil olarak (tek başlarına)
âlemi yaratmaya yeterli ise, diğerine lüzum yoktur. Lüzumsuz olan
ve ihtiyaç duyulmayan âtıl kalacağı için zâyi olur. Atıl
kalan ve zayi olan ilah olamaz.

c) İki ilah farz olunsa, biri bir şey
yaratmayı ister de diğeri buna müsade etmezse aralarında
çekişme meydana gelir. Biri galib gelirse, galib ilah olur,
diğeri âciz olur. Hiçbiri diğerine galib gelemezse, çekişme
devam ederse, âlemin nizamı bozulur, yer ve gök mahvolur veya hiç
olmaz. Ayrıca bunların biri diğerine galib gelemediği
için, her ikisi de âciz olur. Âciz olanlar ilah olamaz. İlahlardan
biri diğerinin istediğini yaratmasına müsaade ederse, diğerinin
iradesi altına girmiş ve âciz olmuş olur. Buna müsaade
hususunda mecbur olmayıp kâdir ve kâhir ise, diğeri âciz
olur. Kahr altında bulunmak ve acz göstermek Allah hakkında
muhaldir.

Böylelikle, ilahların birden fazla olması
farz edildiğinde, bunların ittifakı veya ihtilâfı
veyahud da temanu ve çekişmesi şekliyle âlemin var edilmesi
mümkün olamıyor. Muhalefetleri mümkün olmazsa, ilahların
âczi zorunlu oluyor. Muhâlefetlerinin vukuunu düşünmek de başka
bir muhali gerektiriyor. O halde Allah'ın birliği, şeriki
bulunmaktan berî ve münezzeh olduğu hususu akıl yoluyla da
isbat ediliyor ( Tehânevi, Keşşafü Istılahati'l-Fünün,
s. 772-773, Taftazanî, Şerhu'l-Makasıd; Şerhu'l-Akaid;
es-Seyyidü'ş-Şerif el-Cürcânî, Şerhu'l Mevakıf;
Şemsettin Günaltay, Tarih-i Edyan; Ekrem Sankçıoğlu,
Başlangıçtan Günümüze Kadar Dinler Tarihi, İstanbul
1983; Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1988;
İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, İkinci
kitap, İstanbul 1340-1343)

Muhiddin BAĞÇECİ


Konular