Şamil | Kategoriler | Konular

Nuh suresi

NÛH SURESİ

Kur'an-ı Kerim'in yetmiş birinci suresi.
Yirmi sekiz ayet, iki yüz yirmi bir kelime ve yedi yüz elli harften
ibarettir. Mekkî surelerden olup Nahl Suresinden sonra nâzil olmuştur.
Sure, bütünüyle Nûh (a.s)'ın kıssasından
bahsettiği işin bu adı almıştır.

Nûh (as), "Ulûl-Azm" peygamberlerin
ilkidir. Kendilerine gönderildiği kavim de, Allah'a kulluğu
terkedip kendilerine putlar edinerek yeryüzünde fesad çıkartan ilk
inşan topluluğudur. Allah Teâlâ insanlar için birer yol
gösterici olan peygamberlerinden biri olan Nûh (a.s)'ı kavmine gönderdiğinde,
onu yalanlamışlar, alaya almışlar ve onunla mücadeleye
girişmişlerdi. Allah'a isyan edip, Resulünün davetine kulak
asmayan bu kavim, aynı zamanda yeryüzünde helâk edilerek cezalandırılan
ilk kavimdir. Bu cezalandırma daha sonraki kavimler için bir ibret
kaynağı kılınmış ve Kur'an-ı Kerim'de
teferruatlıca zikredilerek, bununla evvelki kavimlerin helâklerine
sebeb olan davranışlardan kaçınılması için
somut bir uyarıda bulunulmuştur.

Nûh (a.s), dokuz yüz elli sene kavminin arasında
kalmış ve bu uzun zaman içinde onları Allah'ın gösterdiği
yola tabi olmaya çağırmıştı. Onun bitmek tükenmek
bilmeyen uzun süreli bu yorucu gayreti, toplumuna kendisini dinletememiş,
onları, sürekli uyarısını yaptığı
korkunç azaptan kurtaramamıştı. Sure, Nûh (a.s)'ın,
mal ve mevki sahibi, sapıtmış liderlerinin peşinde
koşan ve inanışlarını onun arzularına göre
ayarlayan inatçı kavmiyle yaptığı mücadeleleri anlatıyor.

Sureye, Nûh (a.s)'ın haber verilen
acıklı azab gelmeden kavmini doğru yola dönmeleri için
uyaran bir peygamber olarak gönderildiği haber verilerek giriliyor:
"Biz Nuh'u; "Can yakıcı bir azap gelmeden önce
kavmini uyar" diye vahyederek, kavmine peygamber olarak gönderdik
(1).

Nûh (a.s) onları, Allah'a ibadet, O'nun
azabından korkma (takva) ve Resule itaate çağırmıştı:
"Allah'a kulluk edin O'ndan korkun, bana da itaat edin" (3). Bu
çağrıya uymak için insanoğlunun zamanı
sınırlıdır. Allah'ın ona verdiği mühlet
içerisinde tercihini yapmak zorundadır. Çünkü Allah'ın
takdir ettiği ve dönüşün mümkün olmadığı an
geldiğinde, bunu geciktirmeye hiç kimsenin gücü yetmez!
"Muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği vakit geldiği
zaman, asla ertelenmez. Keşke bunu bir bilseniz" (4).
İnsana verilen zamanın kısıtlı olduğu ve bir
gün bu hayatın son bulacağı gerçeği, bilinen bir
şey olduğu halde; insanoğlu, büyük bir gaflet içerisinde
zamanını boş şeylerle ve Allah'a isyanla geçirir.
Şeytan bu hayatın sonlu olduğunu, cezalandırma ve
hesap gününün çok yakında gelip çatacağını ona
unutturur. İşte Allah Teâlâ bunu; "Keşke
bilseydiniz" ifadesiyle vurgulamaktadır.

Nûh (a.s), çok uzun bir hayatın
tamamını bu gerçekleri kavmine kavratabilmek için, yorucu bir
faaliyetle geçirmişti: "Rabbim! Kavmimi gece gündüz yılmadan
imana davet ettim " (5).

Ama sonuçta küçük bir topluluk hariç, kendini hiç
kimseye dinletememişti. Burada, Nûh (a.s) ve ondan sonra gelen
bütün peygamberlerin karşılaştıkları inat,
alaya alma ve büyüklenerek direnme olayının küfrün ve
câhili düşüncenin geleneksel davranış biçimi cılduğu
gözler önüne seriliyor. Nûh (a.s), kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya
şikayet ederken şöyle demektedir: "Doğrusu ben
bağışlaman için onları ne zaman imana davet ettimse;
onlar, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, beni görmemek
için elbiselerine büründüler, inkârlarında ısrar ettiler ve
büyüklendikçe büyüklendiler" (7).

Daha sonra, Nûh (a.s)'ın kavmini ne şekilde
iman'a davet ettiği anlatılmaktadır. Bütün peygamberler
getirdikleri ilâhî mesajın hakikatını akıllarda hiç
bir şüpheye yer bırakmayacak bir netlikte açıklamış,
tebliğ etmişlerdir.

Nûh (a.s) da kavmine, Allah'tan getirdiklerini
anlayabilecekleri bir dille, akıllarına hitap eden delillerle
tebliğ etmişti. Bu tebliğ esnasında kendisine bir
hareket stratejisi de tayin etmişti. Bazı gruplar, Allah'ın
birliğine imana çağırırken; maslahata uygun olarak,
tebliğ faaliyetini gizlice yürütmüş; açıkça
söylenmesi icab eden şeyleri de hiç kimsenin korkutmasından
çekinmeden toplumun karşısına geçip haykırmıştı.
Nûh (a.s)'ın böyle bir tebliğ metodu takip ettiği;
"Sonra da onlara, bazan açıktan açığa, bazan da
gizliden gizliye hakkı tebliğ ettim" (9) ifadesinden açıkça
anlaşılmaktadır.

İnkâr edip Allah'a savaş ilan edenler,
ahirette şiddetli azaplarla cezalandırılacakları gibi;
bu dünyada da büyük belâlarla karşılaşacaklardır.
İman eden topluluklar ise, ahirette hesapsız nimetlerle mükâfatlandırılacakları
gibi, bu dünyada da üzerlerine Allah Teâlâ'nın nimetleri
yağacaktır. Bu gerçek, Kur'an-ı Kerim'in değişik
yerlerinde defalarca zikredilmektedir. Bunun içindir ki Nuh (a.s),
kavmini Allah'ın cezalandırmasından korumaya çalışırken,
iman edip af dilemeleri karşılığında, Allah
tarafından nimetlerin bollaştırılması ile de mükafatlandırılacaklarını
onlara bildirmekte idi:

"Ve şöyle dedim: Rabbinizden bağışlanmanızı
dileyin; şüphesiz o çok bağışlayandır. Size gökten
bol bol yağmur indirsin. Size çok mallar ve oğullar versin, bahçeler
bağışlasın, ırmaklar akıtsın"
(10-12).

Nûh (a.s), tebliğ ettiği şeyin gerçekliğini,
insan aklına hayret verecek ve idrakten aciz bırakacak olan
evrenin işleyişi ve insanoğlunun yeryüzünde yaradılışı
mucizelerini gözler önüne sererek anlatmaya çalışmıştı.
Allah'ın varlığına ve birliğine mutlak anlamda
delalet eden hilkat olayı, varlığın bütün
incelikleri, insan aklına durgunluk verecek ilâhî bir uslûpla
bütün peygamberler tarafından gönderildikleri toplumların gözleri
önüne serilmiştir.

Kavmini ilâhî rahmete ulaştırmak için her
türlü yolu deneyen Nûh (a.s), dokuz yüz elli yıllık uzun mücadele
sonunda kavminin durumundan ümidini kesmiş ve onların
artık uydukları tağutî liderlerinin peşinden
kesinlikle ayrılmayacaklarını anlamıştı:
Nuh, şöyle dedi: "Rabbim! Kavmim bana isyan etti; malı ve
evladı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye
uydu" (21).

Kâfirlerin her zaman yaptıkları gibi, Nûh
(a.s) kavmi de, onun tebliğinin insanlar üzerindeki etkisini
engellemek için çeşitli hileli yollara başvurarak, ona
tuzaklar kurdular ve tapındıkları putları ayakta
tutabilmek için her türlü yolu denediler ve bunda da başarılı
oldular: "Onlar büyük tuzaklar kurdular. Sakın ilâhlarınızı
bırakmayın, "Ved", "Suvâ", "Yağus",
"Yeûk" ve Nesr" gibi putlarınızdan vazgeçmeyin
dediler" (22-23).

İlâhî tebliğe uzun süre kulak tıkayıp,
onu yok etmek için zalimce yollara başvuran insanlar, kendileri için
açık tutulan rahmet kapısını kaybederler. Artık,
onların İslam'ı anlamaları mümkün değildir.
Allah Teâlâ onları işledikleri büyük zulümler karşılığında
böylece cezalandırmaktadır. Nûh (a.s), kavminden ümidini
kesince Allah Teâlâ'dan onları cezalandırmasını
istemiş ve Rabbine şöyle seslenmişti: Ey Rabbim! Kâfirlerden
yeryüzünde dolaşan tek kişi bırakma!? (26).
Kurtuluşa erenler ise Peygambere uyan az bir topluluk idi: Rabbim!
Beni, anamı, babamı, evime mümin olarak gireni mümin erkekleri
ve kadınları affet. Zalimlerin ise sadece helâkını
artır" (28).

Ve neticede sapıtmış bir topluluğun
başına gelecek belalardan biri Nûh (a.s) kavmini yeryüzünden
silip götürmüştü. Bunda, sonraki topluluklar için büyük bir
ibret vardır (Nuh (a.s)'ın tebliğ mücadelesi ve Tufan hakkında
bk. Nûh (a.s) mad.).

Ömer TELİOĞLU


Konular