Şamil | Kategoriler | Konular

Nemrut

NEMRUT

Hazreti İbrahim'in yaşadığı dönemde
ülkenin hükümdarının veya makamının ismi.

Bunun böyle biliniyor olmasına, üstelik yer
olarak da kimilerince Şanlıurfa, kimilerince de Ninova'nın
zikredilmesine karşın, devletin bulunduğu coğrafya
kesin olmadığı gibi, ülkenin hükümdarının
"Nemrut" olduğuna ilişkin bilgiler de
"rivayet"ler halindedir. Çoğu "İsrailiyyat"
kökenli efsanevî rivayetleri bir yana bıraktığımızda,
"Nemrut"a ilişkin bilgilerimiz kıttır. Ve bunlar
da tek sağlam kaynak olan Kur'an-ı Kerim'deki kıssalardan
ibarettir.

Gerçekten de, Kur'an-ı Kerim'de, Hazreti
İbrahim ile ilgili kıssalardan birinde, kendisine "mülk"
verilmiş bir kimsenin Hazreti İbrahim ile olan
tartışması şu şekilde aktarılır:
"Allah kendisine mülk verdi diye (şımararak) İbrahim
ile Rabbı üzerine tartışanı görmedin mi?
İbrahim, "Rabbım öldüren ve diriltendir" demişti
de, o, ben de diriltir ve öldürürüm? demişti. İbrahim,
"Allah, güneşi doğudan getirir; haydi sen de batıdan
getir" deyince, o inkârcı dona kaldı. Allah, zulmeden
kimseleri doğru yola eriştirmez" (el-Bakara, 2/258). Bu
ayette görüldüğü üzere, Nemrut ya da bir başka isim geçmemektedir.
Hadis-i Şeriflerde de böyle bir isme rastlanmaz.

Efsanelerden daha farklı kimi ipuçları
yakalamak amacıyla peygamber kıssaları ile ilgili oldukça
ayrıntılara kaynaklık eden Tevrat'a
baktığımızdaysa, Nimrod adına rastlarız:
"Ve Kuş Nimrod'un babası oldu; o, yeryüzünde kudretli
adam olmaya başladı. O, Rabbin indinde kudretli aver idi; bundan
dolayı: Rabbin indinde Nemrud gibi kudretli avcı, denilir. Ve,
onun krallığının başlangıcı Şinar
diyarında Babil ve Erek ve Akkad ve Kalne idi. O diyardan Aşura
çıktı ve Nineveyi ve Rehobot-iri, Kalah'ı ve Nineve ile
Kalah arasında Reseni bina etti; büyük şehir budur"
(Tevrat, Tekvin, 10/8-12).

Olayı bütünleştiren ve Hazreti
İbrahim'le ilgili olan bir bölüm de de şöyle denir: "Ve
Terah oğlu Abramı, ve Haran'ın oğlu, torunu Lûtu,
gelini Sarayı, oğlu Abram'ın karısını,
beraber aldı; ve Kenan Diyarına gitmek üzere Kildanîlerin Ur
şehrinden onlarla çıktı; ve Haran'a geldiler ve orada
oturdular. Ve Terakın günleri ikiyüz beş yıl oldu; ve
Terah Haran'da öldü. Ve Rab Abrama dedi: "Memleketinden ve babanın
evinden, sana göstereceğim memlekete git" (Tevrat, Tekvin,
11/31-32 ve 12/I).

Tevrat'ın bu cümlelerinden belirleyeceğimiz
noktalar şunlardır:

Nimrod, Ham'ın oğullarındandır.
Hazreti İbrahim ise, Sam'ın neslindendir. Nimrod, Şinar,
Babil, Erek, Akkad, Kalne hükümdarıdır; Hazreti İbrahim,
başlangıçta Kitdanilerin Ur kentinde oturmakta, sonra babasıyla
birlikte Haran'a göçmektedir. Amaçları, Kenan illerine
gitmektir...

Nimrod ile Ham arasında üç göbek vardır.
Yani, Nimrod, Ham'ın oğlunun oğlunun torunudur. Hazreti
İbrahim ile Sam arasında ise, sekiz göbek vardır.

Ninova, Nimrod zamanında yoktur; kenti Aşura
kurmuştur.

Hazreti İbrahim'in Haran'da oturduğu
anlatılmakta, ardından bir başka bab'a geçildiğinde
O'nun göç etmesine ilişkin buyruğu görmekteyiz. Demek ki, ateşe
atılma ve çıkış yeri Haran'dır. Haran ise,
Nimrod'un kentleri arasında değildir. Bu bilgiler Tevrat'a göredir.

Bütün bu durumları dikkate
aldığımızda Nimrod'un Nemrut olmadığı
sonucuna varıyoruz. Ola ki, Nimrod'un çok büyük bir ünü olduğundan,
ondan yıllar sonra Hazreti İbrahim'le tartışan ve O'nu
ateşe atan kişinin olayları dilden dile
dolaşırken, olay, bu ünü dillerde dolaşan kişiye
maledilmiştir.

Tarih kitapları da, kimi efsanelerle
doldurulmuş olanlarını bir yana bırakırsak,
Nemrut'tan söz etmezler. Ya da, söz edenler, işe, "Nemrut
kimdir?" sorusunun yanıtını aramakla başlarlar.
Bunlardan bir bölümü, Nemrut'un tanınmış Babil Hükümdarı
Hammurabi olduğu görüşündedirler. Kimileri ise, bir Babil
hükümdarı olduğuna kesin gözüyle bakmakta; ancak, hangi
hükümdar olduğunun belirlenemediğini ifade etmektedirler.
Bunlara göre, Nemrut, Firavun gibi, Babil hükümdarlarının
ünvanıdır; eski tarihçilerden bir bölümü, Hammurabi'ye
ilâveten Sinaharib ve Buhtunnasır adlarını
sıralarken; yeni tarihçiler de Şemsiulana ve Buhtunnasır
adlarını Hammurabi'yle birlikte saydıklarına göre,
"demek ki, Babil hükümdarlarının böyle bir ünvanı
yok, her biri adlarıyla anılmakta" düşüncesiyle,
"ünvandır" görüşüne iltifat etmemek gerekir.

Bu durumda, verilen tek isim olan Hammurabi'ye bakmak
gerekecektir. Ancak aradaki zaman farkı pek olumlu ipucu
vermemektedir. Nitekim İsrailoğulları'nın
Mısır'a göçtükleri M.Ö.1780 yıllarında Hammurabi
12 yaşındadır. Mısır'a göçenler oğlunun
torunu olduğuna göre, 12 yaşındaki bir çocuğun
Hazreti İbrahim'e yetişmiş olması düşünülemez.
Hazreti İbrahim'in Milattan 2000 yıl önce doğduğu
"rivayet"ini esas aldığımızda ise, bu
takdirde Mısır'a göç M.Ö. 1630'larda olmuş olur ki, bu
da Hammurabi'nin ölümünden sadece 56 yıl sonradır. Yine,
zaman uyumu yoktur. Hele bir de, Hammurabi Kanunları'nın Hazreti
Mûsâ şeriatından alındığı yolundaki görüşe
iltifat edecek olursak, araya giren zaman daha da büyüyecektir.

Öte yandan, Nemrut'a ilişkin rivayetlerde sözü
edilen "doğum" ve "ırmak"a
bırakılma olayının benzeri bir başka rivayette,
Akad devletinin kurucusu Sargon için anlatılır. Sargon, M.Ö.
2350'lerde yaşamıştır. Hazreti Mûsâ ile arasında
650 yıl vardır. Bunun 430 yılı Mısır'da geçtiğine
göre, geriye kalan yaklaşık 200 yıl, Hazreti
İbrahim'in torununun oğluna kadar geçen süreye pek uygun düşmektedir.
Hazreti İbrahim'in M.Ö. 2000'lerde yaşadığı
"rivayet"i ile pek bağdaşmasa da, Hazreti
Musa'nın yaşadığı yıllardan çıkarak
yaptığımız hesap, Hazreti ibrahim ile Sargon'un çağdaş
olabileceğini göstermektedir. Nitekim, yine Nemrut'a ait
rivayetlerde anılan "savaşarak devleti ele geçirme"
olayı da, Sargon'un tarihsel kişiliğine uymaktadır.
Belki ileride Nemrut'un tarihsel kimliği tam olarak belirlenecektir.
Ama, şu aşamada Sargon'un Nemrut olma
olasılığı, Hammurabi'ye göre, çok daha büyüktür.

Kimliği ve tarihsel kişiliği ne olursa
olsun, kesin olan birşey vardır. O da, yaygın bir biçimde
"Nemrut" diye anılan bir hükümdarın Hazreti
İbrahim'e karşı çıktığı ve onu
ateşe atarak yok etmek istediğidir. Bu; isim bir yana
bırakılırsa, Kur'an-ı Kerim'in haberleri ile sabittir.

Kur'an-ı Kerim'de Hazreti İbrahim ile
Nemrut'un savaşımına ilişkin ayetlerin
sayısı 91'i bulur. Üstelik bunlardan bir bölümü de oldukça
uzun metinlerdir. Bu bakımdan, Nemrut'u tanıtmak için bu
ayetleri ve onlardan derlenen gerçek bilgileri teker teker sıralamak
mümkün olmayacağından, konunun "icmalen"
aktarılması daha uygundur.

Nemrut'un toplumunda putlara tapılmaktadır
(el-Enâm, 6/74; Meryem,19/42, 48; el-Enbiya, 21/52, 57, 66; eş-Şuarâ,
26/70, 71; el-Ankebut 29/17, 25; es-Saffat, 37/85, 86, 95). Onların
yeyip içtiğine (es-Saffat, 37/91), konuştuğuna (es-Saffat,
37/92) inanılmakta; onlardan rızık beklenmekte, şifa
umulmakta; yaratanın onlar olduğu sanıldıktan
başka, ölüm de onlarda görülmekte ve kendilerinden bağışlanma
dileğinde bulunulmaktadır (eş-Şuarâ, 26/78-82).
Toplumda ahiret inancı yoktur (el-Ankebut, 29/19, 20). Gök cisimleri
de, putlardan daha üstün bir konumda, ama kendi aralarında
hiyerarşik bir düzene oturtulmuş olarak tapınılan
tanrılar arasında yer almaktadır ve bunların en büyüğü
Güneş'tir (el-Enâm, 6/74-79).

Halk, alabildiğine dindar olsa gerek ki, hem çok
sayıda put edinmiş bulunmakta (el-Enbiya, 21/58), hem
putların bakımını üstlenmekte (es-Saffat, 37/91), hem
de onları inanmayan kimselere karşı canla başla
savunup, üstünlüklerini vurgulamaya çabalamaktadırlar (el-Bakara,
2/258; el-Enâm, 6/76-80; el-Enbiya, 21/55, 59, 60; el-Ankebut, 29/24;
es-Saffat, 37/97). Bu dindarlık, heykelcilik (el-Enbiya, 21/52;
es-Saffat, 37/95) gibi kimi iş kolları ile birlikte
"aslı astarı olmayan söz yığını"
(el-Ankebut, 29/ 17) halindeki bir 'edebiyat' ya da teolojik felsefeye de
varlık kazandırmıştır.

Putların özenle yerleştirildiği
tapınaklar, aynı zamanda, yargı gibi kimi kamusal
işlerin yürütüldüğü merkezler durumundadır (el-Enbiya,
21/61). Toplumsal dinamiklerin en güçlüsü olarak gelenekleri
görürüz (el-Enbiya, 21/52-54; eş-Şuara, 26/7174).
Geleneklerle şartlanmışlıklarından ötürü,
insanlar, gözleriyle gördükleri gerçekleri bile kabullenemez, bir an
için sezer gibi olduklarında da hemen geleneğin ağır
basmasıyla eski inançlarına yönelmekten başka birşey
yapamaz durumdadırlar (el-Enbiya, 21/58-65). Bunda, elbette,
geleneklerle şartlandırma biçimindeki eğitim kadar,
korkunun da payı vardır. Gerçekten de, toplumda geleneklere
uymayan ve inançlardan sapan kimseler taşlanma, aforoz, sürgün ve
hattâ ateşe atılma gibi cezalara
uğratılmaktadırlar (el-En'am, 6/80; Meryem, 19/46-48;
el-Enbiya, 21/68; el-Ankebut, 29/24; es-Saffat, 37/97). Böylece, toplumda
kendi inançlarından başka hiç bir şeyi ciddiye almayan ya
da inançlarına uymayan şeyleri gayr-ı ciddi bularak
hafifseyen, dışlayan bir yapı oluşmuştur
(el-Enbiya, 21/55).

Kur'an-ı Kerim'in Hazreti İbrahim'le ilgili
kıssalarda yer alan 91 ayetine topluca
baktığımızda, Nemrut toplumu hakkında bize çok
ilginç ve önemli ipuçları verecek bir başka belirleme daha
yapabiliriz. Ayırım yapmaksızın sıralayacak
olursak, bu ayetlerde, "tanrı" kavramı eksenli dört
kelime/ isimle karşılaşırız. Allah, Rahman, rab,
ilâh ve put...

Bunlardan ilâh ya da ilâhlar sözcüğü yedi
yerde geçmektedir. Put kelimesi sekiz yerde kullanılmıştır.
Yıldız, ay ve güneş birer kez dile getirilmiştir.
Rahman, tek bir ayette anılmaktadır. Ve, Rab adı, bütün
ayetlerin çevresinde döndüğü bir eksen durumundadır. Hem Yüce
Allah'tan, hem de Nemrut toplumunun tapınmakta olduklarından
haber verilirken "Rab" kelimesi ağırlıklı
bir biçimde vurgulanarak kullanılmıştır.

İkinci husus, gerek Hazreti İbrahim ve
gerekse Nemrut kavmi, putlar için "Rab" kelimesini hiç kullanılmamaktadırlar.
Onları anlatmak için kullanılan kelimeler
"taptıklarınız" ve
"ilahınız/ilahlarınız" biçimindedir ve
Nemrut halkı, ancak, gök cisimlerinden söz edildiğinde
"rab" kelimesini kullanmaktadır.

Üçüncü hususa gelince: Hazreti İbrahim, sürekli
bir biçimde "Allah'tan başka taptıklarınız"
anlatımını vurgulamakta ve Allah adını
devamlı olarak dile getirmektedir.

Bu üç husustan çıkarılacak kimi sonuçlar
vardır:

Nemrut toplumunda putlara tapınılmasına
karşın, onlara "rab" gözüyle bakılmamaktadır.
Rablık, ancak, gök cisimlerine tanınmaktadır.

Toplum, Cahiliye arabı gibi. Allah'ın
varlığından haberli bir toplumdur.

"Allah'ın kendisine hükümranlık
verdiği kimse" de Rab sayılmaktadır. Çünkü, Hazreti
İbrahim karşısında kendini böyle tanıtmıştır.

Nemrut toplumunda tapınılmakta olan putlar,
"rab" değilse, nedir? Putlar, "dünya hayatında
Allah'ı bırakmış" olan bu toplum için, doğrudan
doğruya bir "dostluk vesilesi" dir (el-Ankebut, 29/25).
İşte, bu nokta belirlendiğinde, artık, Hazreti
İbrahim ile ilgili kıssaların niye baştan başa
"Rab" kavramıyla donanmış olduğu daha iyi
anlaşılacaktır. Demek ki, toplum üyeleri için aralarında
bağ ve bağlantı kurucu bir "gözetici", bir
"yüklenici", bir "gereksinme karşılayıcı",
bir "düzenleyici", bir "eğitici", bir "seçkin",
bir "sözü dinlenir", bir "üstünlüğü onaylanır"
varlığa gereksinme duyulmaktadır. Bu, her türlü ilişkiyi
üzerine kurabilecekleri, her şekil bağlantıya dayanak
yapabilecekleri, her çeşit dayanışmada aracı
edinebilecekleri, her nevi işlerinde tutunabilecekleri bir şey
olmalı ve üstelik kendileri nasıl yorumlarsa, o konumda
sayılabilmelidir. İşte "putların dostluklar için
vesile kılınması" olayındaki etki budur.

Nemrut toplumunu tekdüze bir eşitlik içinde düşünmek
mümkün olmayacağına göre, putları dostluk vesilesi
kılmış bu insanların "dostluklar"ı ile
bir ehram oluşturduklarını da varsayabiliriz. Herkesin
kendisinden bir üstününü rab sayıp, bir altta olanına da
rablık ettiği bir ehram. En tepede de, kendisinde yaşatma
ve öldürme yetkisi bulunduğunu açıkça belirterek rablığını
Hazreti İbrahim'e karşı ilân etmeye kalkışmış
olan "Nemrut"... Evet; gökyüzündeki güneş, ay,
yıldızlar sıralamasının tapınaklardaki
putlara öylece yansıtılmasının ardından, bu
putlar vesilesi ile kurulmuş bulunan dostluklardaki hiyerarşik
ehram... Dostluk, bilindiği Üzere, "velâ" anlamında
bir dostluk... Hazreti İbrahim'in topluluğa karşı
kullandığı Eski atalarınızın ve sizin nelere
taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar
benim düşmanımdır. Dostum ancak âlemlerin Rabbıdır.
Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O'dur. Beni yediren de,
içiren de Odur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni
öldürecek, sonra da diriltecek olan O'dur. Ahiret gününde yanılmalarımı
bana bağışlamasını umduğum, O'dur"
(eş-Şuarâ, 26/75-82) cümleleri, O'nun reddettiği
putların dostluğunun ve dostluk vesilesi
yapılmasının boyutlarını açıkça ortaya
koymaktadır. Rızıktan, ölüme dek her alanda... Kulların
rablığının, putların dostluklarına
dayanılarak, yürürlüğe konulduğu bir toplum
"Nemrut" da tepedeki "rab"tır:

Bir yaratığın rablık davasına
kalkışması... Bir insanın Allah'tan başka rab
veya rablar edinmesi ya da başkalarına böyle bir kapı açması...
Bir kimsenin Yüce Allah'ın gönderdiği elçiyi yadsıması,
öldürmeğe kalkışması, hattâ onu ya da herhangi bir
insanı zulmen öldürmesi... Hele peygamberi ateşe atmak...
Bunlar, hep, Nemrut'u "Nemrut" yapan tutumlardır.

Ama, onun asıl "Nemrutluk"u bunlar
değil de, tüm bunları uygulayabileceği bir ortama
elverişli düzeni kurabilmiş olmasıdır. Çünkü,
"düzen" vardır ve tüm bunlara imkân veren de, zemin hazırlayan
da, hattâ yönlendiren de işte bu düzendir. Öyle bir düzen ki,
Yüce Allah, yaşamın dışında tutulmuştur. Dünya
yaşamında Allah bırakılmıştır da,
insanlar arası ilişkilerin kurulması ve yürütülmesi
için putlar "vesile" edinilmektedir. İnsanlar
arasındaki ilişkiye putların vesile
kılınmış bulunduğu bu düzenin yürümesi için
can, mal, akıl ve nesil güvenliği ortadan
kaldırılmış; tüm bunlar "Nemrut Dini?nin
ayakta kalabilmesi uğruna güdüm altına
alınmıştır, ayrıca... Böylece, insanların
"can"ları üzerinde tasarruf edebilme yetkisi,
"mal"larını yönlendirebilme gücü, "akıl"ları
denetim altına alan gelenekler birikimi "edebiyat"ı
oluşturma imkânı, "nesil"leri uyumluca
yoğurabilme işlevini veren "eğitim"i yönlendirme
araçları elde tutulmuş; bunlar birer silah gibi
kullanılarak insanlar güdülmüştür. Bu, tersine de olsa,
dört dörtlük bir düzendir ve Nemrut'un asıl
"Nemrutluk"u da işte bu noktadadır. Kişisel
tutumlarından çok, Yüce Allah'a giden yolları
tıkayıcı bir işlev veren bu düzenlemesindedir.

Zübeyr YETİK


Konular