Şamil | Kategoriler | Konular

Nass

NASS

Belirlemek, sınırlandırmak; yukarı
kaldırmak; üst üste koymak; teşvik ve tahrik; müellifin
kaleminden çıkan asıl ve metin; anlamı açık olan,
ihtimalden uzak söz; son sınır; Kitap ve Sünnet.

Söz söyleyenin ifade ettiği mânâya, zahirde
açıklık kazandıran şey; ancak bir tek mânâya
ihtimali olan söz, te'vîle ihtimali olmayan şey.
"Kur'an'ın nass'ı" veya "sünnetin nass'ı"
sözleri ile, bu kaynaklardaki açık (zahir) sözler ile ifade olunan
hükümler anlaşılır (İbn Manzûr, Lisânül-Arab,
Beyrut t.s., VII, 97, 98; et-Tehânevî, Keşşâfu İstilâhâti'l-Fünûn,
İstanbul 1404/1984, II,1405 vd.; Taftazanî, et-Ta'rifât,
İstanbul h.1283, s.163). Şâfiî, er-Risâle'sinde, kitabın
nass'ı, hükmün nass'ı gibi ifadeleri çokça kullanır ve
bununla Kur'an'ın vazettiği hükümleri kasteder. Sünnetin
nass'ı sözleriyle de bazı yerlerde hadis metnini ifade eder
(er-Risâle, Kahire 1321, s. 7,16, 21, 24, 30, 50, 66).

Kelime, yukarıdaki mânâlar içinde gelişerek,
ayrıca şu üç mânâyı da ifade edebilmektedir: a)
Yazılı olan veya olmayan bir kanunî hükmün metni; b) Mukaddes
bir metnin zâhiri; c) Böyle bir metnin asıl mânâsı (A.J.
Wensinck, İslâm Ansiklopedisi, "nass" mad.).

İslâm'da her türlü hüküm çıkarma
temelde Kur'an ve Sünnet nass'larına dayanır. Şer'î
deliller ikiye ayrılır: a) Âyet ve hadisler gibi nass olanlar;
b) Kıyas, istihsan, toplum yaran ve kötülüğe giden yolu
kapama (zerâyi) gibi nass olmayanlar. Bunlar da temelde nass'lara dayanan
ve onlardan çıkarılmış olan delillerdir.

Ayet ve hadislerden uygulanabilir prensipleri çıkarma
metodları fıkıh usûlünün konusudur. Nass'lar, hûküm çıkarmada
metin anlamlarının açık veya kapalı oluşuna göre
ikiye ayrılır. Anlamı açık olandan en açık
olana doğru yapılan zâhir, nass, müfesser, muhkem dizisinde
nass, ikinci sırada yer alır.

Hanefi metoduna göre, zahir lafız, açıkça
bir mânâya delâlet eden sözdür; fakat o söz bu mânâ için
sevkedilmemiştir. Nass ise sevkedildiği mânâya delâlet eden
lafızdır. Zahir ve nass anlamları için şu ayet örnek
verilebilir: "Fâiz yiyenler Kıyamet günü ancak şeytan
çarpmış gibi kalkarlar. Bu, onların, zaten faiz,
alım-satım gibidir demelerindendir. Oysa Allah, alım
satımı helâl, faizi haram kılmıştır"
(el-Bakara, 2/275). Bu ayet, faizin haram oluşunu ve faiz ile
alım-satım arasındaki farkı bildirmek için
gönderilmiştir. Ayetin nass anlamı budur. Kıyas için alım-satımın
helal olduğunun bildirilmesi ise zahir anlamdır. Çünkü ayetin
gerçek iniş sebebi bu son anlam değildir.

Nass'ın hükme delâleti, zahirden daha
kuvvetlidir. Bu yüzden zahirle çatışırsa nass tercih
edilir. Nass da, zahir gibi tahsîs ve te'vîli kabul eder. Neshi de kabul
eder. Ancak nesih söz konusu olacaksa bu, Hz. Peygamber asrında sâbit
olmalıdır.

Nass'ın, zahire tercih edilişine şu
ayetler örnek verilebilir: Ey iman edenler! içki, kumar, putlar fal
okları, şüphesiz şeytan işi pisliklerdir. Onun için
bunlardan kaçının ki felâha eresiniz" (el-Mâide, 5/90,
91). Bir nass anlamı taşıyan bu ayet
aşağıdaki ayetle çatışmaz: "İman edip
de güzel amellerde bulunanlar sakındıkları, imanda sebat
ve iyi islere devam ettikleri, sonra inanıp
sakındıkları ve sonra yine sakınıp iyi işler
yaptıkları takdirde tattıklarında (yiyip içtiklerinde)
hiç bir günah yoktur. Allah iyi işler yapanları sever"
(el-Maide, 5/93). Bu ayet, her türlü yiyecek ve içeceğin helal
olduğunu bildirmek için değil, takvânın derecesini açıklamak
için nâzil olmuştur. Böylece, birinci ayette nass anlamıyla sâbit
olan içki yasağı hükmü, ikinci ayette zâhir anlamıyla sâbit
olan, her türlü yeme, içmenin helal olduğu prensibi ile çatışmaktadır.
Bu durumda nass anlamı tercih edilerek içki yasağı sâbit
kalır.

İçki içen bir kimse Hz. Ömer'in huzuruna
getirilince, Halîfe ona, niçin içki içtiğini sormuş; o da,
yukarıdaki ikinci ayeti, yaptığı işin mübah oluşuna
delil getirmiştir. Hz. Ömer, bunun üzerine ona ceza olarak vurulan
değneğin sayısını arttırmış ve
"Bu fazlası senin kötü te'vilin içindir; eğer sen,
Allah'tan sakınsaydın içki içmezdin" demiştir.
Çünkü takvâ sahibi kimse birinci âyetin içki yasağı hükmüne
uyacak, yeme, içme konusunda getirilen sınırlamalara riâyet
edecektir (et-Tehânevî, a.g.e., II,1406 vd.; Fethî ed-Düreynî,
el-Menâhicü'l-Usüliyye, Dımaşk 1395/1975, s. 51 vd.; Ebû
Zehra, Usulül-Fıkh, s. 119-122).

Nass'ın Delâleti

Fıkıh usûlünde ayet ve hadis metinlerini
ifade eden nass, önce ibâresiyle bir hükme delâlet eder. Bu hüküm başka
bir olaya da tam olarak uygulanabilirse, nass'ın bu ikinci hükmü
ifadesine "nass'ın delâleti" denir. Buna "mefhûm-i
muvâfakat (uygun düşen mânâ)" adı verildiği gibi
"delâlet-i evlâ" da denir. Bazı fakîhler de nass'ın
delâletine "celî kıyas" demişlerdir.

"Ana babaya öf bile deme" (el-İsrâ,17/23)
ayeti ibâresiyle ana babaya öf demenin haramlığına delâlet
etmektedir. Öf demekle ana babaya eziyet verilmiş olur. Eziyet
verme, yasağın illetidir. Onlara öf demek haram olursa, onları
dövmek, onlara sövmek öncelikle haram olur. Çünkü sövmek ve
dövmekte de daha ağır ezâ bulunmaktadır. O halde onlar da
haramdır. Konu açık olduğu için bu ayeti işiten
herkes, ictihad ve araştırmaya ihtiyaç duymadan, ana babaya
sövmenin ve onları dövmenin de haram olduğu hükmüne
varabilir.

Nass'ın delâleti ile kıyas arasında
fark vardır. Kıyasta, hakkında nass bulunan hüküm ile,
hakkında nass bulunmayan meseleyi birleştiren illet, ancak ciddî
araştırma sonucu tesbit edilir. Nass'ın delaletinde ise
araştırmaya gerek olmaksızın bilinir. Kimi zaman bunu
hukukçu olmayan kimseler bile anlar. Kaza hükümlerin çoğu bu türlü
delâlete dayanır. Çünkü bu, uygulanacak prensiplerin maksat ve
ruhundan anlaşılmaktadır. Böylece prensibin lafzına
bir şey eklenmiş olmaz, sadece anlamı uygulanmış
olur (ed-Düreynî, el-Menâhicül-Usüliyye, Dımaşk 1395/1975,
s. 307 vd.; Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, s. 141-144).

Nassın İbâresi

Nass, ayet ve hadislerin metni, bu metinlerin açık
sözlerinden çıkan hüküm, sevkedildiği mânâya delâlet eden
lafızlar. İbâre ise, ifade, lafız ve yorum demektir.

Nass'ların lafızları delâlet bakımından
ikiye ayrılır: Anlamı apaçık olanlar ve anlamı
kapalı olanlar. Zâhir, nass, müfesser ve muhkem, anlamı açık;
hafî, müşkil, mücmel ve müteşâbih ise anlamı
kapalı olan lafızlara örnektir. Lafızlar mânâya delâlet
kuvveti bakımından da dörde ayrılır: Nass'ın ibâresi,
nass'ın işareti, nass'ın delâleti ve nass'ın
iktizası. Hanefîler dışındaki çoğunluk İslâm
hukukçuları buna mefhûm-ı muhâlefet'i de eklerler.

Bu dizide, nass'ın ibâresi en kuvvetli delâleti
gösterir, ayet ve hadislerin lafzından anlaşılan mânâyı
ifade eder. Bu lafız; zahir, nass, müfesser veya muhkem çeşidine
giren anlamlardan birini taşıyabilir. Lafzın, kendisi için
konulan mânâya veya bu mânânın bir bölümüne yahut geri kalan
bir lâzimesine, şâriin veya sözü söyleyenin bu mânâyı
kasdetmesi ve sözün de bu amaç için söylenmesi şartıyla delâlet
etmesi, ibârenin delâletidir. Bu delâlet, lafızdaki vuzuh
kuvvetine göre derecelere ayrılır. Nass'ın
sevkedildiği mânâya delâleti, zahirin sevkedilmediği mânâya
delâletinden kuvvetlidir. Meselâ; Allah alım satımı helâl
ve faizi haram kıldı? (el-Bakara, 2/275) ayetinin uygun iki mânâsı
vardır. Malı malla mübâaelenin mübah, ribânın ise haram
oluşu. Nass'ın ifadelerinde yer alan bu mânâ, nass'ın
lafızlarının dışında kalan başka bir mânâyı
akla getirir. Bu da, alış-verişle ribâ arasında bir
farkın olduğunu veya bu iki muâmelenin gerçekte farklı
bulunduğunu vurgulamaktır.Ayet, helallık ve haramlık
konusunda zahir, bu ikisi arasındaki fark konusunda ise
nass'tır. Ayette her ikisi de kastedilmiştir. Bu duruma göre
ayet, ilk iki mânâya ibaresiyle; alım-satımla riba muâmelesinin
farklı olduğu prensibine ise akıl yoluyla delalet
etmektedir (ed-Düreynî, Usûlü't-Teşrîil-İslâmi, Dımaşk
1397/1977, s. 321, 326; Ebü Zehra, Usülü'l-Fıkh, s. 140).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular