Şamil | Kategoriler | Konular
Müslim, müslüman
MÜSLİM, MÜSLÜMAN
İslâm dinini kabul eden, Allah'a teslim olmuş
kişi.
"Es.le.me" fiilinin ism-i faili olup "İslâm"
ile aynı kökten gelir. İslâm lügatta itaat etmek, boyun eğmek,
bağlanmak, bir şeye teslim olmak, kendini Allah'a vermek,
ihlaslı davranmak, samimiyetle ve içten gelerek yönelmek,
müslüman olmak, İslâm'a girmek; Yüce Allah'a itaat etmek,
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in getirdiği din adına bildirmiş
olduğu şeylerin hepsini benimsemek, şer'î hükümlere bağlılık
göstermek, İslâmiyeti bir din olarak kabul etmektir (Bkz. el-Bakara:
2/112, 131-133; Âlu İmrân: 3/20, 83; en-Nisa: 4/125; el-Mâide,
5/44; el-En'âm: 6/14; en-Nahl: 16/81-83; el-Hacc: 22/34; en-Neml: 27/44;
Lokman: 31/22, es-Sâffât: 37/103; ez-Zümer: 39/54; el-Fetih: 48/16;
el-Cinn: 72/14).
"İslâm" ile "müslim" veya
"müsliman" kelimeleri arasında sıkı bir
ilişki vardır. Bu sebeple, "İslâm" kelimesinin
Iüğat ve ıstılah manasında zikredilen özellikleri taşıyan
kimseye de müslim veya müsliman denilmiştir. Müsliman, Farsça
"müslim''in çoğuludur. Halk dilinde bu kelime müslüman
şeklinde kullanılmaktadır ve bu şekilde şöhret
bulmuştur.
Kur-'ân-ı Kerim'de iman ile İslâm, bazan
aynı manada kullanılmış, bazan da farklı
kavramlar olarak ele alınmıştır. İman ile
İslâm, aynı manâda kullanılırsa; bu durumda İslâm
deyince, İslam'ın gerekleri olan hükümlerin dinden olduğuna
inanmak, İslâm'ı bir din olarak benimsemek ve ona boyun
eğmek manâsı anlaşılır.
İslâm çok geniş bir kavramdır ve
kısaca "İhlâs, inkıyad ve teslimiyet" demektir.
Teslimiyet ise üç türlü olur: Ya kalben olur ki; bu kat'î inanç
demektir. Veya dil ile olur ki; bu da ikrardır. Ya da organlarla olur.
Bunlar da ibadetlerdir. Bu üç şeklin en üstünü kalb ile olanıdır.
İşte İslâm'ın üç şeklinden biri olan kalbin
teslimiyet ve bağlılığına iman denilir. Matüridîler
bu anlayıştan hareketle, imanla İslâm'ı bir telakki
etmişlerdir (bk. Matüridî, Kitabü't-Tevhîd, s. 398).
İslâm inançları açısından da
iman ile İslâm bir kabul edilmiştir. Zira İslâm,
şer'î hükümleri kabul etmek manâsında boyun eğmektir.
Bu da tasdikin hakikatıdır. Aynı şekilde İslâm'ın
bir zâhirî, bir de bâtınî yönü vardır. Bâtınî
yönden inkıyad ve boyun eğmek tasdikın kendisidir. Zâhirî
yönden boyun eğmekse ikrar etmektir. Şu halde bir kimse
hakkında "mü'mindir, fakat müslüman değildir";
yahut "müslümandır, fakat mü'min değildir"
şeklinde bir hüküm doğru olmaz. Çünkü insanlar Hz.
Peygamber zamanında üç fırka üzerinde toplanmaktaydı:
"Mü'min, münafık, kâfir. Bunlar arasında bir dördüncüsü
yoktur" (İmam A'zam, Fıkh-ı Ekber Aliyyü'l-Kari
Şerhi, trc. Yunus V. Yavuz, s. 361-362).
Hz. Peygamber'in tebliğ etmiş olduğu
dine İslâm, o dinin mensuplarına "müslüman" adının
bizzat Yüce Allah tarafından verilmiş olması da mü'min
ile müslüman arasında bir ayırım
yapılmadığını göstermektedir (Alû İmrân,
3/85; el-Mâide, 5/3, el-Hacc, 22/78; ez-Zâriyat: 51/35). İman ile
İslâm'ın aynı mefhumlar olduğu Kur'ân'ın da
ifade ettiği bir husustur (Yunus, 10/84; en-Neml: 27/81; ez-Zâriyât:
51/35 vd). Şu halde "iman kalben tasdik etmek olup bâtınî
bağlılıktan ibarettir. İslâm ise, bu bâtınî bağlılığı
dil ile ikrar ederek açıklamak ve İslâm'a âit hükümleri
kabul etmektir. Bu sebeple namaz kılmak ve zekât vermeyi İslâm'ın
manâsı içine sokmakta bir sakınca yoktur... (İmam A'zam,
a.g.e., s. 363). Bu gerçek şu âyette açık bir şekilde
dile getirilmiştir: "... Daha önce ve Kur'ân'da, Peygamber'in
size şahid olması, sizin de insanlara Şahid olmanız için
size müslüman adını veren O'dur. Artık namaz
kılın, zekat verin, Allah'ın emirlerine sarılın.
O sizin sâhibinizdir. Ne güzel sahib ve ne güzel yardımcıdır!"
(el-Hacc, 22/78).
Buna göre, "iman-İslâm" veya "mü'min-müslim"
kelimeleri arasında netice itibariyle bir fark yoktur. Ancak, Kur'ân-ı
Kerim'in bir yerinde "İslâm", "dış görünüş
itibariyle müslüman olmak" anlamında gelmektedir. Şöyle
ki: "Habibim! Bedevîler, "inandık" dediler. De ki:
"İnanmadınız ama İslâm olduk deyin (çünkü
iman gönülden olur... İslâm ise itaat ederek barışa
girmek, savaşı "bırakmaktır. Savaşı
bırakmakla İslâm olup güvene girdiniz). Fakat henüz iman
gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah'a ve Peygamberine itaat
ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez..." (el-Hucurât,
49/14).
Müslim sözcüğü tekil olarak yalnız iki
âyet-i kerimede geçer. "Îbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyandı.
Fakat o, doğruya yönelmiş bir müslim(müslüman)dı. Müşriklerden
de değildi" (Âlû İmrân, 3/67). Başka bir âyette,
Yûsuf(a.s.)'ın Mısır'da büyük mülk ve nimetlere kavuştuktan
sonra şöyle dua ettiği bildirilir: "Rabbim! Bana mülk
verdin, bana rüyaların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve
yerin yaratıcısı! Dünya ve âhirette dostum Sen'sin. Benim
canımı müslüman olarak al ve beni salihlere kat" (Yusuf,
12/101).
Hz. İbrahim ve İsmail (a.s.) Kâ'be-i
Muazzama'nın temelini yükseltirken şöyle dua etmişlerdi:
"Rabbimiz! İkimizi de Sana teslim olan (müslimeyn) kıl.
Soyumuzdan da, Sana teslim olan bir ümmet meydana getir" (el-Bakara,
2/128).
Müslim kelimesi pek çok âyette çoğul olarak geçer.
Bu arada Kur'ân-ı Kerim'de erkek müslümanlardan çokça söz
edildiği halde, kadınlardan söz edilmemesi bazı sahabe
hanımlarının dikkatini çekmiş ve Allah'ın Rasûlüne
bu konuda başvuranlar olmuştur. bunun üzerine şu âyet
inmiştir: "Müslüman erkeklerle müslüman kadınlara, mü'min
erkeklerle mü'min kadınlara, ibadete devam eden erkeklerle ibadete
devam eden kadınlara, sadık erkeklerle sadık kadınlara,
sabırlı erkeklerle sabırlı kadınlara, Allah'tan
hakkıyla korkan erkeklerle Allah'tan hakkıyla korkan
kadınlara, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlara, oruç
tutan erkeklerle oruç tutan kadınlara, iffetlerini koruyan
erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlara, Allah'ı çok zikreden
erkeklerle, Allah'ı çok zikreden kadınlara, şüphesiz ki
Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır"
(el-Ahzâb, 33/35).
Râgıb el-Isfahanî'ye göre İslâm iki kısma
ayrılır: Birincisi, iman'ın daha
aşağısındadır ki bu, dil ile itiraftır.
Yukarıda geçen âyette bu kasdedilir. İkincisi ise, imanın
üzerindedir ki, bu da dil ile itirafın yanında kalb ile itikad,
fiil ile yerine getirme ve Allah'ın tüm kaza ve kaderinde O'na
teslimiyet göstermektir. Nitekim İbrahim (a.s.)'a "Rabbi:
"Teslim ol" buyurduğunda, "Âlemlerin Rabb'ine teslim
oldum" demişti..." (el-Bakara, 2/131). Yine "Allah
katında din İslâm'dır..." (Âl-u İmrân, 3/19):
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki (o din)
ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette kaybedenlerden olacaktır"
(Âl-u İmrân, 3/85) âyetleri İslâm'ın ikinci türünü
belirtir (Râgıb el-İsfahanî, el-Müfredat, s. 351-352).
Sa'd b.Ebi Vakkas'ın, babası Sa'd'tan naklen
haber verdiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.), (Sa'd da aralarında
oturmakta iken bir kaç kişiye dünyalık vermiş) Sa'd hâdiseyi
şöyle anlatmıştır: "Rasûlüllah (s.a.s.)
onlardan birine bir şey vermedi. Halbuki en çok beğendiğim
o idi. Bunun üzerine ben:
- Ya Rasûlüllah! Filanı niçin kenara bıraktın?
Vallahi ben onu iyi bir mü'nıin görüyorum, dedim. Rasûlüllah
(s.a.s.): "Yahud müslim" dedi. Biraz sustum. Sonra yine o zat
hakkındaki bilgim galebe çalarak;
-Ya Rasulallah! Filanı niçin kenara bıraktın?
Vallahi ben onu iyi bir mü'min görüyorum, dedim. Rasulüllah (sas):
"Yahud müslim" buyurdu. Sonra yine o zat hakkındaki bilgim
galebe çaldı. Ve; ya Rasûlüllah! Filanı niçin bıraktın?
Vallahi ben onu iyi mü'min görüyorum, dedim. Rasûlüllah (s.a.s.)
tekrar:
"Yahud müslim" buyurdu ve ilave ederek:
"Ey Sa'd! Ben -başkası benim için daha makbul olduğu
halde- bazan sırf bir adam yüz üstü Cehenneme atılır
endişesiyle ona bir şeyler veriyorum" buyurdular (Buhârî,
İman: 19; Müslim, İman, 236, 237). Hadisin zahiri: "... De
ki: Siz iman etmediniz, bâri müslüman olduk deyin" (el-Hucurât,
49/14) ayetine uymaktadır. Hadiste Rasulullah (s.a.s.), imanın
İslâm'a nazaran daha özel olduğuna işaret etmiştir.
Ayrıca, o şahsın münafık
olmadığını, müslüman olduğunu da
belirtmiştir. Ona vermeyişinin sebebi ise, onun müslüman olduğunu
bilmiş olmasıdır. Rasûlüllah'ın esas gayesi, daha
çok müellefe-i kulûb durumunda olan kimselere bir şeyler vermek
suretiyle onların kalblerini İslâm'a kazanmaktı. Aynı
zamanda "yahud müslim" sözü ile bir gerçeğe de
işaret etmek istiyordu. O da imanın bir kalb işi
olduğu ve kalbde olana kolay kolay vakıf
olunamayacağı, onun için de "müslim" demenin daha
uygun olacağı gerçeği idi. Aynı şekilde, bir
kimseyi överken onun bâtınî (iç) durumunu söylemekten sakınmak
gerekir. Çünkü insanın iç dünyasını yalnız Allah
Teâlâ bileceğinden, insanın zâhirî durumuna bakarak
"müslim" demenin daha uygun olduğu dile getirilmek
istenmiştir (İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm, IV, 219;
Tecrîd-i Sarih tercemesi, I, 40).
Genel olarak Hz. Peygamber de "iman" ile
"İslam" veya "mü'min" ile "müslim"
arasında ayırım yapmamıştır. Hattâ aynı
şeyi ifade etmek üzere söylenen hadislerde bazan
"müslim", bazan da "mü'min" kelimeleri kullanılmıştır
(bkz. Buhârî, İman: 20, 36; Nesâî, İman: 3, 4; Ebu Davud,
Edeb, 47; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 89, 90, 162).
Müslümanın tanımı, karakteristik
özellikleri ve birbirlerine karşı nasıl olmaları
gerektiği özetle şöyle belirtilmiştir:
"Müslüman, diğer müslümanların
elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir" (Buhârî, İman:
4; Müslim, İman: 64, 65, 66; Ebu Davud, Cihad: 2; Tirmizi, Kiyame:
52; Nesâî, İman, 8, 8);
"Kim bizim kıldığımız
namazı kılar, kıblemize yönelir ve kestiğimiz
kurbanın etinden yerse, işte o müslümandır" (Nesaî,
İman: 9);
"Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona
zulmetmez ve başkalarının zulmetmesine de razı
olmaz..." (Buhârî, Mezâlim, 3); "Bir müslümana küfretmek
fâsıklık, onu öldürmek ise küfürdür"(Buhârî,
İman: 36; Müslim, İman: 116).
"İslâm'a gir, kurtulursun" (Buhârî,
Bed'ul Vahy, 6, Cihâd, 102, Tefsîru Sûre 3, 4; Müslim, Cihâd: 74;
İbn Mâce, Mukaddime, 10); "Müslümanın müslümana kanı,
malı ve ırzı haramdır" (Müslim, Birr: 32; Ahmed
b. Hanbel, III, 491); "Müslümanın müslüman üzerinde beş
hakkı vardır: Selâmını almak, davetine icabet etmek,
cenazesinde hazır bulunmak, hastalandığı zaman ziyaret
etmek ve aksırdığı zaman Allah'a hamdederse
"yerhamüke'llahü (Allah sana rahmet etsin)" demek"
(Buhârî, Cenâiz: 2; Müslim, Selâm, 4-6; Tirmizî, Edeb: 1; İbn Mâce,
Cenâiz: 1; Ahmed b. Hanbel, II, 332, 372, 412, 540).
İman kalb işi olduğu halde, İslâm
daha çok imanın amel olarak dışarıya
yansımasını ifade eder. Nitekim Cibril hadisinde, iman
tarif edilirken; "Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere,
kıyamet gününe, hayır ve şerrin Allahû Teâlâ'dan olduğuna
inanmandır" buyurulurken; İslâm'ın tarifinde, topluma
ilân edilen ve amel olarak yapılması gereken prensipler, yani
İslâm'ın beş şartı sayılır:
"İslâm, Allah'tan başka hiç bir ilâh olmadığına
ve Hz. Muhammed'in Allah'ın rasûlü olduğuna şehadet
etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu
tutman ve gücün yetiyorsa hac farizasını yerine
getirmendir" (Buhârî, İmân, 34, 37, Şehâdat: 26,
Tefsîru Sûre: 31/2; Müslim, İmân: 5, 7, 8; Ebû Dâvud, Sünne:
16; Tirmizî, İmân: 4).
"Müslüman, sevdiğini Allah için seven,
Allah'ı ve Rasûlü'nü her Şeyden çok seven ve Allah kendisine
imanı nasip ettikten sonra tekrar küfre dönmeyi, cehenneme yüz
üstü atılmaktan daha tehlikeli gören kimsedir" (Nesâî,
İmân: 3, 4);
"Müslüman, diğer müslümanların
canına, malına ve namusuna saygı duyan kimsedir"
(Ahmed b. Hanbel, a.g.e., II, 491);
"Bir müslümanın, din kardeşine üç
günden fazla dargın durması helâl olmaz" (Buhârî, Edeb:
57; Müslim, Birr: 23, 25; Ebu Davud, Edeb: 47; Tirmizi, Birr: 21, 24;
İbn Mace, Mukaddime: 7; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., I, 176).
Hangi müslümanlık daha hayırlıdır
diyen birine Rasûlüllah (s.a.s.); "Tanıdığın ve
tanımadığın herkese yemek ikram eder ve selam verirsin
" cevabını vermiştir (Buhârî, İman: 6, 20; Müslim,
İman: 63; Nesaî, İman: 12). Şu halde cömertlik ve Allah'ın
selâmının yayılması da İslâm'ın
prensiplerinden ve müslümanların örnek vasıflarındandır.
Kalbinde imanı olan her insan aynı zamanda müslümandır.
Fakat her müslüman mü'min olmayabilir. İslam'da asıl olan
iman ve amelin birlikte bulunmasıdır. İbadetler, insanlar
arası münasebetleri düzenleyen hükümler ve bunlara uymayanlar
için öngörülen dünyevî ve uhrevî müeyyideler bir bütün olarak alınır,
birbirini tâmamlayacak şekilde kişi ve toplum hayatında
uygulamaya konulursa "İslâm'a gir, kurtulmuş olursun"
hadisinin haber verdiği gerçek ortaya çıkar.
İbadet ve muamelelerden soyutlanmış,
kalbteki bir imanın korunması güçtür. Aylarca veya yıllarca
namaz, oruç, zekât ibadetini tanımamış, günlük işlerinde
İslâmî bir endişesi olmayan bir kimsenin kalbi kararabilir ve
İlâhî duygulara karşı
duyarlılığını kaybedebilir. Özellikle
kendilerini amelden müstağnî görerek başkalarını
irşad etmeye çalışmanın çirkinliği
Kur'an-ı Kerim'de şöyle belirtilir: "Ey iman edenler!
Yapmayacağınız şeyi niçin söyleyip
duruyorsunuz?" (es-Saff, 61/2). "İnsanlara iyiliği
emrediyor da, kendi nefsinizi unutuyor musunuz? Oysa siz, kitabı da
okuyorsunuz. Hiç düşünmez misiniz?" (el-Bakara, 2/44).
Sonuç olarak müslüman; özü, sözü ve işleriyle
en doğru hareket eden, haksızlık yapmayan, daima her
işin iyi yanını görmeye ve almaya çalışan, dünyada
her davranışının yazıcı melekler
tarafından tespit edildiğine inanan kimsedir (Ayrıntı
için bk. "İslâm" mad.).
Ahmed GÜÇ