Şamil | Kategoriler | Konular

Mü'ennen hadis

MÜ'ENNEN HADÎS

İsnâdında "haddesenâ fiilânun enne
fulânen haddesehü.." (Bize falan kendisine falanca ravinin hadis
anlattığını haber verdi) gibi enne harfini ihtivâ
eden ibârelerle rivâyet edilmiş hadisler. "Enne"
ibaresinin senedin ittisaline delalet edip etmediği hususu
muhaddisler arasında ihtilâf konusu olmuştur. İbnü's-
Salah ve bu hususta ona tâbi olan Nevevî'nin ifâdelerine göre Ahmed b.
Hanbel ve muhaddislerden bir cemaat(enne)'nin (ene) gibi olmadığını
yani ittisale delâlet etmediğini; senedin muntakı
sayılacağını, ancak aynı haberde bir başka yönden
sema'ın belli olması halinde ittisâl ile hükmedilebileceğini
söylemişlerdir. Bununla beraber çoğunluk, bu arada İmam
Malik, İbn Enes, "enne"nin, râvisi tedlîsten sâlim ve
şeyhine mülâki olduğu bilindikçe, ittisâl yönünden
"an" gibi olduğunu ileri sürmüşlerdir (İbnü's-Salah,
Ulûmu'l-Hadîs, Nşr. Nureddin Itr, Beyrût 1981 s. 57; Suyutî,
Tedrîbu'r-Râvî (Medine 1972) Nşr. Abdülvehhab Abdüllatif I. s.
217). Bu hususta İbn Abdilberr, "enne" ve "an"
gibi rivâyette kullanılan harflere ve sair elfaza değil, râvi
ile şeyhi (hocası) arasındaki mülâkât, mücâlese, müşâhede
ve semâ'a itibar etmek gerektiğini söylemiş ve "rivâyette
semâ'ın belli olmasını şart koşmak manâsızdır;
zira icmâ ile sâbit olmuştur ki Sahâbîye kadar uzanan isnadda
Sahabî ister "an", isterse "enne", ister "kâle"
ve isterse "semi'tu" tabirini kullanmış olsun; hepsi
de muttasıldır" demiştir (İbnü's-Salah, a.g.e.,
s. 57).

Muhaddislerden Berdîcî, mü'ennen hadiste semâ vuku
bulduğu için, bir başka hadis yoluyla meydana çıkıncaya
kadar onu munkatı (isnadında kopukluk olan) hadis kabul
edenlerdendir (el-Emîr Es-San'anî, Tavzihu'l-Efkâr, Nşr, Muhammed
Muhyiddin Abdulhamîd, Kahire 1366 I. s. 338).

İbnü's-Salah, Berdicî'nin bu görüşünü
konu ederek şu müşâhedesini anlatır: Berdicî'den
nakledilen bu görüşün aynını Yakub İbn
Şeybe'nin Müsned'inde gördüm. Yakup, Ebu'z-Zübeyr'in rivâyet
ettiği (Ebu'z-Zübeyr): "Ammâr demiş ki, ben, Rasulullah (s.a.s)
namaz kılarken yanına geldim ve kendisine selâm verdim, O da
benim selâmımı aldı" hadisini zikretmiş ve bunun
müsned mevsûl (yani isnadı kesintisiz hadis) olduğunu söylemiştir.
Sonra Kays İbn Sa'd'ın aynı haberle ilgili (Kays İbn
Sa'd) rivâyetini zikretmiş, bunun da an Ammâr kâle: Enne Ammâren
merre, denilmesi dolayısıyla mürsel olduğunu ileri sürmüştür
(İbnü's-Salah, a.g.e., s.57; Suyutî, Tedrîbu'r-Ravî, s. 218).

İbnüs Salah'ın bu ifâdesinden anlaşıldığına
göre aynı hadisin iki rivayetinden birinde "an Ammâran kâle"
diğerinde "enne Ammâran merre" denilmesi sebebiyle birinci
muttasıl; ikinci mürsel veya munkatı
sayılmıştır. Bu, şu demektir ki; (enne) ittisâle
(yani isnadın bitişikliğine kesintisiz oluşuna) delâlet
yönünde (an) gibi değildir. (An) ittisâle delâlet ettiği
halde (enne) buna delâlet etmez (T. Koçyiğit, Hadis
Istılahları, Ankara 1980 s. 260-261). Ayrıca bu görüş,
yine İbnü's-Salah'ın Ahmed b. Hanbel'den naklederek
verdiği "(an) ve (enne) aynı (eşit) değildir"
hükmüne uygundur (İbnü's-Salah, a.g.e., s. 57).

Ancak diğer taraftan el-Irakî, İbnü's-
Salah'ın Ulûmu'l-hadîs'ine yazdığı et-Takyîd adlı
eserinde bu görüşe itiraz eder ve şöyle der: "Musannıf
(İbnü's-Salah)'ın Ahmed b. Hanbel ve Ya'kûb İbn Ebî
Şeybe'den (an) ile (enne)nin birbirinden ayrı şeyler
olduğuna dair hikâye ettiği görüş, onun
anladığı gibi değildir. Aslında gerek Ahmed b.
Hanbel ve gerekse Yakup b. Ebî Şeybe (enne) sebebiyle (an) ile (enne)
arasında bir ayırım yapmış değillerdir.
Şayet burada bir ayrılık söz konusu edilirse bu başka
bir sebep dolayısıyladır. Yakub b. Ebî Şeybe (enne)
ile gelen rivâyeti mürsel olarak tasvip etmiştir. Çünkü
İbnu'l-Hanefiyye kıssayı Ammar'a nisbet etmemiştir.
Eğer o, "enne Ammâran kâle merertü bin'n-Nebiyyi (s.a.s)"
demiş olsaydı rivayeti mürsel kalmazdı. Fakat "enne
Ammaren merre" lafzı kullanıldığı için
İbnu'l-Hanefiyye, şâhid olmadığı bir hâdiseyi
anlatmış oluyordu. Gerçekte İbnu'l-Hanefiyye,
Ammar'ın Hz. Peygamber'e uğrayıp ona selâm verdiğini
bizzat müşâhede etmemişti. Bu sebeple hadisi mürsel olarak
nitelemiştir. Kaideye göre bir râvi, her hangi bir hâdiseyle
ilgili bir hadîs naklettiğinde, eğer Hz. Peygamber'le bazı
ashabı arasında cereyan eden bu olaya yetişememişse ve
bunu rivayet eden o hâdiseye şâhid olmuş bir sahabî ise,
râvinin hâdiseye şâhid olup olmadığı kesinlikle
bilinmese bile, rivâyetin muttasıl olduğuna hükmedilir. Eğer
olayın meydana geldiği döneme yetişmemişse, rivâyet
mürseldir. Eğer râvi Tabiî ise rivâyet munkatıdır.
Eğer Tâbiî, olayın meydana geliş zamanına
yetiştiği bir hâdiseyi naklediyorsa, muttasıldır.
Aynı şekilde vuku buluş zamanını idrak
etmemiş, fakat bunu Sahabîye isnad (nisbet) etmişse, bu da
muttasıldır, yoksa munkatı'dır (el-Irakî, et-Takyîd
ve'l-Îzâh, Nşr., Abdurrahman Muhammed Osman, Kahire 1985 s. 85).

Ahmed b. Hanbel'in "(an) ve (enne) aynı
değildir" sözü de bu kaideye uygundur. Nitekim Hatip el-Bağdadî'nin
el-Kifâye'deki rivayetine göre Ahmed İbn Hanbel'e bir kimsenin
"Kale urve enne Aişe kâlet" (Urve dedi ki, Aişe (r.a.)
şöyle dedi.) demesi ile "an Urve an Aişe" demesi
arasında fark bulunup bulunmadığı sorulduğu zaman,
"Nasıl fark olmaz" demiş ve iki lafız
arasını, birincide Urve'nin zamanına yetişmediği
kıssayı Hz. Âişe'ye isnad etmemesi; ikincide ise, an'ane
ile ona isnad etmesi dolayısıyla ayırmıştır.
Bu bakımdan birinci mürsel, ikinci muttasıldır (el-Irakî,
et-Takyîd ve'l-İzâh, s. 85).

Suyutî'nin açıklamasına göre daha sonraki
devirlerde icazet yolu ile alınan hadislerin rivayetinde (enne)nin
kullanılışı çoğalmış, Mağribliler
ise (an) ve (enne)'yi hem sema'da hem de icâzette kullanmışlardır
(Suyutî, Tedribu'r Ravî, s. 219).

Mü'ennen hadis tâbiri hakkında görülen bu
izahlar, alimlerin Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadisini sağlam temellere
oturtarak rivayet etmeye yönelik göstermiş oldukları fevkalâde
ilmî titizliği anlatmaktadır. Görüldüğü gibi, hadis
rivayet usûlünde, hadisi ilk kaynağından alan râvinin bunu
ifade ederken (an) veya (enne) kelimelerini kullanmasına göre farklı
hükümler açıklanmıştır. Bu tür durumlar, sadece
İslâm kültürüne özgü olan rivayet müessesesinin çok dakik ve
titiz olarak oluşturulmuş kaideler üzerine binâ edildiğini
göstermektedir.

Sabahaddin YILDIRIM


Konular