Şamil | Kategoriler | Konular

Miskin

MİSKİN

Hiçbir mal ve gelire sahip olmayan yoksul. Arapça'da
hareket edemeyen demektir. Çoğulu mesâkîndir. Bu ölçüdeki
yoksulluk ve ihtiyaç, kişiyi çökertip bilinçsiz, hareketsiz ve
çaresiz bir duruma getirdiğinden, böylesi düşkünlere miskin
denilmiştir. Bu nedenle miskin ile fakir arasında önemli bir
fark vardır. Fakir, geliri ihtiyaçlarını
karşılamayan kişi iken, miskin geliri hiç olmayan kimsedir.
Kelimenin halk arasında uyuşuk, tembel, zavallı gibi
anlamlar kazanmasına karşılık Kur'an'da ve Hz.
Peygamber (s.a.s)'in hadislerinde kendini Allah yoluna adama, onurluluk,
dilenmeme, özveri, durumunu başkalarına bildirmekten utanma
gibi erdemler, miskinin nitelikleri arasında sayılır.

Hz. Peygamber (s.a.s), Buhârî ve Müslim'in aktardıkları
iki hadisinde miskinin eksiksiz bir tanımını yapar. Buna göre
miskin kendini bir-iki hurmanın, bir-iki lokmanın geri çevirdiği
dilenen bir insan değildir. Miskin, ihtiyaç içerisinde bulunduğu
halde istemeyen, durumu halk tarafından bilinmediği için yardım
edilmeyen, iffet ıe nezâfet sahibi mü'mindir (Riyâzü's-Sâlihin,
I, 309). Hz. Peygamber (s.a.s)'in bu tanımını
Kur'an'ın yardım edilmesini buyurduğu yoksullara
ilişkin tanımı ile aynıdır. Bu konuda Kur'an
şöyle buyurur: "Verin o yoksullara ki Allah yolunda kapanmışlardır.
şuraya buraya dolaşamazlar. İstemekten çekindikleri için
bilmeyen onları zengin zanneder. Onları simalarından
tanırsın, halkı bizar etmezler" (el-Bakara, 2/273).

Miskinlerin ihtiyaçlarının
karşılanması zengin müslümanlar için zorunlu bir
görevdir. Çünkü "mallarında sail ve mahrum için bir
hak" vardır (ez-Zâriyât, 51/19). Bu nedenle bu hakkın
yerine getirilmesine ilişkin; "Yakınına, miskine,
yolcuya hakkını ver" (el-İsra, 17/26: er-Rum, 30/38)
buyruğu iki kez tekrar edilir. İslâm'ın insana
verdiği değeri, toplumsal dayanışma ve
yardımlaşmanın önemini gösteren bu görev, Kur'an'da sık
sık Allah'a iman ve kulluk, şirkten kaçınma
buyruklarının hemen arkasından anılır: "Allah'a
kulluk edin, O'na birşeyi ortak koşmayın. Anne-babaya,
yakınlara, yetimlere, miskinlere, yakın komşuya, uzak
komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin
altında bulunan kimselere iyilik edin" (en-Nisa; 4/36).

İslâm'ın öngördüğü iyilik (birr)
ancak imanla birlikte, ihtiyaç içindeki insanlara yardımla
tamamlanır. Bu yardım keyfi ve sıradan bir
davranış değil; iman esaslarından sonra, amaç namaz,
zekat ve ahde vefadan önce anılacak denli önemli, takva ve doğruluğun
gereği olan bir görevdir: "İyi olanlar Allah'a, âhiret
gününe, meleklere, kitab'a, peygamberlere iman edip, yakınlara,
yetimlere, miskinlere, yolculara, dilenenlere ve esirler uğrunda mal
veren, namaz kılan, zekat veren, anlaştıklarında
ahidlerine vefa gösterenler, sıkıntı ve hastalık
hallerinde ve savaşın şiddetli zamanında
sabredenlerdir. İşte sadıklar bunlar, muttakiler
bunlardır" (el-Bakara, 2/177).

Miskinlere yardım, yalnız İslâm
şerîatına özgü değil, tüm ümmetlerin yerine
getirmekle, yükümlü oldukları değişmez bir görevdir.
Nitekim İsrailoğullarından da bu konuda söz alınmıştır:
"İsrâiloğullarından, Allah'tan başkasına
kulluk etmeyin, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, miskinlere, iyilik
edin, insanlarla güzel konuşun, namazı kılın,
zekatı verin, diye söz almıştık" (el-Bakara,
2/83).

Miskinlere yardım görevi daha çok infak kapsamı
içinde değerlendirilir. Bu nedenle görevin yerine getirilmesi
konusunda hukuki yaptırımlar getirilmez. Ne var ki, bu
hakkın hiç değilse asgari ölçülerde yerine getirilmesini sağlayacak
özel uygulama ve kurallar getirilir. Zekât bunlardan birisidir. Zekâtın
harcama alanlarından birisini miskinler oluşturur (et-Tevbe,
9/60). Savaş sırasında elde edilen ganimetlerin beşte
birinin (humus) hak sahiplerinden birisi de miskinlerdir (el-Enfâl,
8/41). Yemin keffareti (el-Maide, 5/89). İhramlı iken avlanma
ile ilgili keffâret (el-Maide, 5/95) ve oruca güç yetiremeyenlerin
vereceği fidye (el-Bakara, 2/184) gibi uygulamalarda miskinlerin
doyurulması öngörülür. Mirasın bölüşülmesinde hazır
bulunan miskine bir pay verilmesi de Kur'an'ın öngördüğü
güzel bir davranıştır (en-Nisa, 4/8).

Miskinlere yardımın infak kapsamı içinde
değerlendirilmesi, örneğin zekat gibi yaptırımlar
uygulanmaması, bu görevin keyfiliğini göstermez. Miskinlere ve
diğer muhtaçlara yardım, imanın bir işaretidir.
Kişi, iman ettiğine ilişkin sözünü ancak bu tür davranışlarla
gösterebilir. Bu nedenle, bu yoldaki harcamalara sözün doğrulanması
anlamında sadaka* adı verilmiştir. Kaldı ki İslâm'ın
asıl yaptırımları ahiret hayatına
ilişkindir. Kur'an'ın Cehennemliklerle ilgili açıklamalarında,
Allah'a imandan sonra miskinlere yardımdan kaçınmaları
bunların başka özellikleri olarak verilir. Bu insanların dünyada
da çeşitli biçimlerde cezalandırılacakları
örneklerle anlatılır.

Kur'an, mü'minlere, işledikleri bir hata yüzünden
yakınlarına ve miskinlere yardım etmemek üzere yemin
etmemelerini, bağışlayıp geçmelerini buyurur (en-Nur,
24/22). Bu ayet Hz. Ebu Bekr'in Hz. Aişe'ye atılan iftiraya
katılan bir yakınına bir daha yardım etmeyeceğine
dair yemin etmesi üzerine gelmiştir. Ayetin gelişinden sonra
Hz. Ebu Bekr tutumunu değiştirerek sözkonusu yakınına
yardımlarını sürdürmüştür. Bu olay, böylesine
büyük bir suça rağmen miskinlere yardımın kesilmemesi
gerektiğini ortaya koymaktadır. Çünkü hukuki bir yaptırım
olmasa bile, miskinlere yardım etmemek hem bu dünyada, hem de
âhirette cezayı, azabı gerektiren bir
davranıştır.

Kur'an, yardım edecek güce sahip oldukları
halde yoksullara, miskinlere yardım etmeyen kişilerin
başına dünyada gelebilecek belaları, bir bahçenin
sahiplerinin başlarına gelenlerin hikâyesiyle örneklendirir.
Buna göre meyvelerini toplayacak olan bahçe sahipleri, sırf miskin
kişiler yanlarına gelmesin diye çok erken saatte bahçelerine
giderler. Bunlar miskinlere bir şey vermek istemedikleri gibi, her
şeyin Allah'ın gücü ve iradesi ile olup bittiğinin de
bilincinde değildirler. Bu nedenle Allah, gece bir salgın göndcrerek
bahçeyi kapkara kestirir. Sahipleri bahçeye vardıklarında, gördüklerinden
büyük bir şaşkınlığa düşerek
yollarını şaşırdıklarını
sanırlar. Ama sonunda azgınlıklarım itiraf etmek
zorunda kalırlar. Kur'an bu küçük kıssayı İşte
azab böyledir, ama âhiret azabı daha büyüktür; keşke
bilseler" buyurarak bitirir (el-Kalem, 68/17-33).

Şüphesiz Cehennem azabı dünyadaki belâ ve
azapla karşılaştırılamayacak kadar büyük ve
süreklidir. Bu azabın en önemli nedenlerinden birisi ise,
miskinlere yardım etmemektir. Kur'an bu gerçeği
değişik biçimlerde birçok kez ifade ederek insanları
uyarır. Sözgelimi kitabı sol elinden verilen, üncirlere
vurularak Cehenneme atılan kişinin suçu şöyle belirtilir:
"Çünkü o Allah'a inanmazdı, miskinin yiyeceği ile
ilgilenmezdi" (el-Hakka, 69/33,34). Cehennem içinde bulunanlar da
"Sizi bu yakıcı azaba sürükleyen nedir?" sorusuna
şu karşılığı verirler: "Namaz
kılanlardan değildik. Miskini doyurmuyorduk. Batıla
dalanlarla biz de dalardık. Ceza gününü yalanlardık. Ölüm
bize bu haldeyken geldi" (el-Müddessir, 74/42-47).

Bir takım davranışlar vardır ki,
bunlar kişiyi ahirette azabtan kurtulanlardan birisi durumuna
getirir. Kur'an bu davranışları akabe (zor geçit) olarak
tanımlar. Akabe'yi aşamayanlar her yönden ateşle
kızartılacaklardır. İnsanı bu zor geçitten
geçirecek davranışlar ise... "Bir köle ve esir azad
etmek, yahut açlık gününde yakını olan öksüzü, yahut
toprağa serilmiş bir miskini doyurmaktır. Sonra inanıp
birbirlerine sabır tavsiye edenlerden, merhametlilerden olmayı
tavsiye edenlerden olmaktır" (el-Beled, 90/11-20). Çünkü
miskine yardımcı olmama, onu doyurmama, dinin yalanlanması
anlamına gelir (el-Mâûn, 107/3). Bu nedenle, Kur'an, Hz. Peygamber
(s.a.s)'in, cihadla eş değerde bir davranış
saydığı miskinlere yardım konusunda (Ebu Hureyre,
Sahihayn) mü'minleri özellikle uyarır: Miskini doyurma konusunda
birbirinizi teşvik etmiyorsunuz" (eş-Şemş,
91/18). Daha sonra Kur'an şöyle sürdürür uyarısını:
"Ama yer sarsılıp parçalandığı zaman,
melekler sıra sıra dizilip Rabbinin buyruğu gelince, o gün,
Cehennem ortaya konur. O gün insan öğüt almaya çalışır
ama, artık öğütten ona ne?" (eş-Şems,
91/21-23).

Şâmil İA


Konular