Şamil | Kategoriler | Konular

Mevla

MEVLÂ

Dost, malik, sahib, efendi, yardımcı,
koruyucu; bir işi idare edip yürüten; ihsan eden ve iyilik yapan,
kendisine iyilik yapılan; köle, köle azad eden, azad edilmiş köle;
müttefik ve andlaşmalı; komşu, misafir; akraba, oğul
(evlad), amca, amca oğlu, kız kardeşin oğlu, damad,
enişte, veli, tâbi, zahid, yaraşan, yakışan ve
layık olan kimse gibi sözlük anlamlarını
taşıyan bir terim. Mevlâ kelimesi Ve-leye fiillerinden
türetilmiş bir isimdir. Çoğulu mevâli gelir.

Kur'an-ı Kerim'de; Rabb, sahib, hâmi (koruyucu)
yardımcı,dost, yâr lütuf ve ihsanda bulunan, iyilik yapan
anlamlarında Yüce Allah'a Mevlâ denilmiştir: "Bilin ki
Allah sizin mevlânızdır (sahibiniz, hâminiz, yardımcınızdır).
O, ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır" (el-Enfâl,
8/40).

"Bunun sebebi Şudur. Çünkü Allah şüphesiz
iman edenlerin mevlâsıdır (velisi ve
yardımcısıdır). Kâfirlere gelince, onların
mevlası (dost ve yardımcısı) yoktur" (Muhammed,
47l/11; el-Hacc, 22/78; ÂI-u İmran, 3i 150; el-Bakara, 2/286; el-En'âm,
6/62; et-Tevbe, 9/51; Yûnus, 10/30; et-Tahrim, 66/2, 4) âyetlerinde
Mevlâ kelimesi bu manada, özellikle Rabb anlamında kula mevlâ
kelimesi Allah Teâlâ kasd edilerek bu anlamlarda kullanılmıştır.
Hadiste bu manada, özellikle Rabb anlamında kula mevlâ denilmesi
yasaklanmıştır: "... Ve kimse de efendisine Mevlâm (Rabbim
ve Sahibim) diye hitab etmesin. Lakin efendim desin... Çünkü sizin
Mevlânız Aziz ve Celil olan Allah'tır" (Müslim, el-Elfâz
mine'l-Edeb, 3). Şu âyette, yaraşan ve lâyık olan anlâmınadır:
"Münafıklar ve kâfirler. Sizin sığınacağınız
yer ateştir. Size yaraşan ve layık olan (mevlâküm), odur.
O ne kötü gidiş yeridir" el-Hadid,57/15. en-Nahl sûresi
16/76. âyette Nisâ' sûresinin 33.âyetinde mevlâ, mevâli
şeklinde çoğul yapılarak mirascı, varis
anlamında kullanılmıştır:

"Anne, baba ve akrabanın
bıraktığı malların her biri için mirasçılar
(mevâli) kıldık." Meryem sûresinin beşinci âyetinde
akraba veya amcazade anlamına gelir. Hz. Zekeriyya'nın
duasından: "Doğrusu ben arkamdan gelecek akrabamdan (amcazadelirimden)
(el-mevâliden) endişe ettim..." Ahzab beşinci âyet ise
ed-Duhân kırk birinci âyette dost ve yâr anlamındadır.
"O gün, dost (mevlâ) bile yârine (dostuna mevlasına) hiçbir
şeyle fayda vermez, dostunun azabını önleyemez" (ed-Duhân,
44/41).

İslâma göre aralarında
yardımlaşma ve dostluk cari olacağı için kölesini
azâd eden efendiye de azad edilen köleye de mevlâ denilir. Aralarını
ayırmak için azad edene "Mevlây-ı Âla" azad edilene
de "Mevlây-ı Esfel" denilir. Mevlay-ı esfel, mevali
şeklinde çoğul yapılır ve daha ziyade bu şekilde
kullanılırdı.

İslâm hukukunda başlıca iki türlü
mevlâ geçer:

1) Mevla'l-Itâka: Azad edilen kölenin eski sahibi
veya köleyi azad eden kimsedir. Azad edilen köleye Türkçe'de azadlı
denir. Köleyi azad eden zat ile, azad edildikten sonra azadlı
arasında velâ (bir dostluk ve yardım bağı)
kalır. Eğer, ölünce azadlının mirascısı
yoksa, eski efendisi ona mirascı olurdu.

İslâm gelince, yeryüzünün her tarafında kölelik
yayılmış durumdaydı. İslâm dini kesin bir emirle
köleliği birdenbire kaldırmamış, fakat hikmet
gereği tedricen kaldırmayı amaç edinmişti. Çünkü
müslümanlar ile gayr-i müslimler arasında savaşlar oluyor ve
birbirlerinden esir alıyor ve bunları köle yapıyorlardı.
Köleliği tek taraflı kaldırma hikmete uygun düşmezdi.
Müslüman olmayanlar, müslümanlardan esir alır ve köle yaparlar
da, müslümanların bunlara bu şekilde hiç bir karşılık
vermemesi, kendilerine bir çeşit zulüm olurdu. "Eğer
herhangi bir ceza ile mukabele edecek olursanız, ancak size
yapılan cezanın benzeri bir cezâ verin. Andolsun ki sabr
ederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır"
(en-Nahl, 16/126). Kur'an-ı Kerim hiçbir yerinde köle almayı
tavsiye etmemiş, köleleri ıslah etmeyi, onlara insanca muamele
etmeyi ve onları en kısa zamanda azâd etmeyi tavsiye etmiştir.
İşte bu sebeple de yardımcı ve dost anlamında köleye
"mevlâ" denilmiştir.

İslâmda köle yalnız ve sadece müslüman
olmayan harb esirlerinden edinilirdi. Müslüman hükümdar veya
ulü'l-emr, müslümanlarla savaşan kâfirleri cezalandırmayı
ve onların kuvvetlerini azaltmayı uygun görürse, yalnız müslüman
olmayan harb esirlerinden köle olabilirdi. Bu şekilde harb
esirlerinden köle almak Allah'ın emri değildi. Sadece buna dair
bir ruhsat verilmişti. Bununla beraber İslâm dini köteleri
azad etmeye teşvik etmiştir.

a) İslâm dini köleleri serbest bırakmayı
iyiliklerin en başında ve en sevablı bir iş
saymış ve bunu Allah'a yaklaşmaya bir vesile
saymıştır: "Ve Biz insana iki yol (hayır ve
Şer yollarını) gösterdik. Fakat o (yüksek gayeye ermek
için çıkılması lazım gelen) o sarp iyilik
yokuşuna müşkilatını yenerek atılmadı.
Bildin mi (o çıkılması büyük bir iyilik ve yüksek bir iş
olan) o sarp yokuş nedir? O, köle azad etmektir" (el-Beled
90/10-13).

b) Allah bir kısım günahlara keffâret
olarak en başta köle âzâd etmeyi emretmiştir.

c) İslâm devletlerinde zekât gelirlerinin bir kısmı
kölelerin azad edilmesine tahsis edilmişti.

d) İslâm, sahibinden kölesini, kazanıp
taksitle ödeyeceği bir mal karşılığında
serbest bırakmasını istemiştir (en-Nûr, 24l33).

e) İslâm, efendilerin yaptığı bir
dövme eziyet karşılığında kölelerini azat
etmelerini gerekli görmüştür.

f) Bir köleyi gördüğü mühim bir hizmetten,
yaptığı bir iyilikten dolayı azad etmek âdet idi.

Hulefâ-i Raşidin ve Emeviler devrinde mevâfinin
(azadhların) sayısı oldukça çoğalmıştı.
Emeviler devrinde daha fazla riyaset ve siyaset işleriyle Araplar
uğraşır, sinai, zirai, dini ve ilmi işlerde de daha
çok mevâlî çalışırdı. Bu devirlerde, muhaddis,
fakih, kurrâ' şâir ve kâtiblerin çoğunluğu mevâlidendi.
Mevâlinin zengin olanlarından bir kısmı köleler satın
alarak azad ettikleri için, bunların da azadlıları
bulunurdu. İşte bu şekilde bir adam, bir mevlânın,
mevlasının mevlası... (bir azadlının
azadlısının azadlısı) veya daha çok mevla
silsilesinin mevlası olurdu. Arap ırkçılığı
yaptıklarından dolayı Emevileri, mevâlî sevmezdi.
Emevilere karşı ayaklanan kimselerin çoğunluğunu mevâlî
teşkil ederdi. Osmanlı Devletinin son devirlerinde mevlâlık
ve kölelik tarihe karışmıştır. Zaten İslâmın
hedefi de bu idi.

2) Mevla'l-Muvâlât: Bu türlü mevlalık, akid ve
dostluk mevlâlığıdır. Akrabası olmayan bir
şahsın, nüfuzlu bir kimseye gelerek kendisine yardım
etmesi, cinayet işlediğinde diyetini ödemesi karşılığında,
o kimsenin de bu şahıs öldüğünde mirasçısı
olmak üzere anlaşmalarıyla meydana gelen münasebete muvâlât
akdi, bu şekilde anlaşmayı kabul eden nüfuzlu kimseye de
"mevla'l-muvâlât" (akid ve dostluk mevlâsı) denilirdi.
İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre böyle bir
münasebet İslâmdan sonra hukukiliğini kaybetmiştir.
Hanefilere göre böyle bir muvâlât (dostluk) sözleşmesi câizdir.
Mevla'l-muvâlât'ın varis olabilmesi için akidleştiği
kimsenin karısı hariç, başka mirasçısının
olmaması lâzımdır.

Ayrıca İslâm âleminin bir çok
bölgelerinde, özellikle Hindistan ve Afganistan'da dost, efendi ve
muhterem anlamında; âlim ve salih kimselere "mevlâ, mevlâye,
mevlânâ" lakapları verilirdi. Anadolu'da Celâleddin Rûmi'ye
"Mevlânâ" denilmiştir. Kuzey Afrika'da da salih kimseler
için de aynı anlamda gelen Mevlânâ, mevla kelimelerinin kullanıldığı
görülmektedir (İbnu'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih, Beyrut 1965-1967;
Alaüddin Ebubekr b. Mes'ûd el-Kasânî, Bedâyiu's-Sanayî' Mısır
1328; İbnü'l-Hümam Kemaleddin Muhammed b. Abdulvahid Fethu'l-Kadir,
Bulak,1317; İbni Âbidin Muhammed b. Emin Abidin, Reddü'l Muhtâr
Alâ Ş'erhi'd-Dürri'l-muhtâr, Kâhire 1307).

Muhiddin BAĞÇECİ


Konular