Şamil | Kategoriler | Konular

Mesken

MESKEN

Fert veya ailenin yerleşip oturduğu, uzun süre
kılmaya elverişli yer. Her canlı kendisini
arındıracak, hayatını geçirebilecek bir yuva yapmak
ihtiyacını duyar. İnsanoğlunun kendisini ve neslini
muhafaza edebilmesi ve hayatını sürdürebilmesi için yaptığı
yuvaya da Arapçada "mesken", Türkçede buna "ev"
denir.

Kur'ân-ı Kerim'de gerek geçmiş ümmetlerin
barındıkları yerlerden ve gerekse ahirette müminlerin
kalacakları yerden söz edilirken hep "mesken" ifadesi
kullanılmıştır. (et-Tevbe, 9/24, 72;
İbrahim,14/37; en-Nahl,16/80; Tâha, 20/128; el-Kasas, 28/58;
es-Secde, 32/26; es-Sebe; 34/15; el-Ahkâf, 46/25). Yine Süleyman (a.s)'in
kıssasında sözü edilen karıncaların yuvası için
de "mesken" tabiri kullanılmıştır (en-Neml
27/18).

İslâm'da kişilerin mesken sahibi
olmasına büyük önem verilmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber:
"Üç şey insanın saadetinden, üç şey de
mutsuzluğundandır. İnsana mutluluk veren üç şey:
İyi bir eş, geniş bir ev ve iyi bir binektir.
İnsanın mutsuzluğuna sebep olan üç şey ise: Kötü eş,
kötü ev ve kötü binektir" buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned,
I,168; III, 407). Meskenin kötülüğünden maksat ise, "darlığı
ve istifade edilen bölümlerinin azlığıdır"
buyurulmuştur (Hâkim, el-Müstedrek, II, 162). Ayrıca bir evin
kötü oluşu ve saadet yuvası olamayışının
sebepleri arasında; komşuların kötülüğü, ezan
duyulamayacak veya cemaatle namaza iştirak edilemeyecek kadar mescide
uzak oluşu ve havasının kötü olması, güneş
alamaması gibi hususlar da sayılmıştır (Ali
Şafak, İslâm Hukuku Açısından Şehircilik ve
Aile Meskeni Problemi, İlâhiyat Fak. Dergisi, Erzurum 1982, s. 14).
Yine Hz. Peygamber: "Eğer uğursuzluk denen bir şeyden
söz edilecekse bu, şu üç Şeydedir: Ev, eş ve binek
vasıtası" buyurmuştur (Buhâri, Cihad, 47; Müslim,
Selâm,1 I8, 119; Tirmizi, Edeb, 58; İbn Mâce, Nikâh, 55).

İşte bu önemine binaendir ki, İslâm'da
ev yapımı teşvik edilmiş ve Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: "Her kim bize memur (vergi memuru) olursa evlensin,
hizmetçisi yoksa hizmetçi tutsun ve evi yoksa ev edinsin" (Ebu
Dâvud, İmâre, 10; İbn Mâce, Ruhn, 24; Ahmed 6. Hanbel,
Müsned, III, 467). Öte yandan ihtiyaç yokken ev veya arsa satımı
da hoş karşılanmamıştır. Huzeyfe İbnül-
Yemâm, Resulullah (s.a.s)'ın şöyle buyurduğunu rivayet
eder: "Her kim bir ev satarda kıymeti ile bir benzerini
satın almazsa o parada bir bereket yoktur" (İbn Mâce,
Rühûn, 24). Aynı şekilde ihtiyaç yokken yapılan her bina,
insan için bir vebal sayılmış (Ebu Dâvud, Edeb, 160),
bina yapımına aşırı düşkünlük ise, kıyamet
alâmetlerinden sayılmıştır (Buhâri, İsti'zân,
53).

İslâm hukukunda kişiye tanınan temel
hak ve hürriyetlerden biri de mesken hürriyetidir. Çünkü bir insanın
hayatı, malı, namusu, şeref ve haysiyeti mesken ile
muhafaza olunur. Öyleyse bunlar gibi, meskenler de taarruz ve tecavüzden
masumdur. Meskenlere tecavüz, aynı zamanda hem hayata, hem namusa,
hem hürriyete ve hem de mala tecavüzdür. Bunun içindir ki; bir
kimsenin meskenine tecavüz etmek, yahut iznini almadan bulunduğu eve,
oturduğu odaya girmek, yahut mesken içinde bulunan şeyleri öğrenmeye
çalışmak, İslâm nazarında kötü bir hareket sayılıp
şiddetle yasaklanmıştır.

İslâm dininde meskenlere giriş çıkışların
belli esaslar dahilinde yapılması istenmiş ve şöyle
buyurulmuştur: "Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere,
izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz..." (en-Nûr,
24/27-29). Görüldüğü gibi eve girerken izin isteme ve ev sahibine
selâm verme, Kur'ân'ın emrettiği bir görgü kuralıdır.
Hatta evden çıkarken bile izin istemek, inanmış
olmanın gerektirdiği ince bir davranıştır (en-Nûr,
24/62). Özellikle şu üç vakitte -ev halkından olanların
bile- mutlaka izin isteyerek evlere girmeleri gerektiği şöyle
belirtilmiştir: "Ey inananlar! Ellerinizin altında olan köle
ve cariyeler ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar (çocuklar),
üç vakitte odalarınıza girebilmek için izin istesinler: Sabah
namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi çıkarıp
yatacağınız vakit ve yatsı namazından sonra.
Bunlar sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir. Bunların
dışında hizmetçilerin ve çocukların, izin almadan içeri
girmelerinden dolayı size ve onlara bir günah yoktur..." (en-Nur,
24/58). Bu üç vakitte, özel durumlarından dolayı,
anne-babanın odasına köle ve çocukların izinsiz girmesi
yasaklanmıştır. Bulûğ çağına ermiş
çocuklar ise, her zaman izin isteyeceklerdir (en-Nr, 24/59). Eve girerken
de mutlaka selam verilmesi istenmiş ve şöyle buyurulmuştur:
"...Evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından kutlu, güzel
bir yaşama dileği olarak kendinize (kendinizden olan ev
halkına) selâm verin..." (en-Nûr, 24/61). Hz. Peygamber de,
Enes b. Malik'e şu tavsiyede bulunmuştur: "Yavrucuğum,
ailenin yanına girdiğin zaman selâm ver. Bu, kendin ve ev halkı
için berekettir" (Tirmizî, İsti'zân, IO).

Evlere izinsiz girilmesinin yasaklanması, özel
hayatın korunması amacına yöneliktir. Binaenaleyh, evlere
izinsiz ve habersiz girilmesi ile özel hayatın gizliliği ihlâl
edilmiş olur. Uyulması istenen kurallardan birisi de, evlere
kapılarından girilmesidir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de:
"Evlere arkalarından girmeniz iyi değildir... evlere
kapılarından girin..." (el Bakara, 2/189)
buyurulmuştur. Böylece cahiliyye devri âdetlerinden olan, eve
arkadan veya pencereden girme alışkanlığı da
kaldırılmıştır (Fahruddin er-Râzi,
Mefâtîhu'l-Gayb, II, 144).

Verilen bilgilerden de anlaşılacağı
gibi, başkasına ait olup hiç bir suretle giriş hakkı
bulunmayan evlere girmek için mutlaka izin almak gerekir. Yoksa yapılan
hareket meskene tecavüz sayılır. Hane halkının o
kimseye karşı her türlü savunma hakkı doğar. Bu
arada korku veya yanlışlıkla bir yakının
yaralanması veya öldürülmesi muhtemeldir. Bu yüzden, girme hakkı
bulunan evlere veya odalara bile girerken izin istemek veya
kapıyı ya da zili çalmak hem edebe uygun, hem de bir tedbirdir.
İzin isteme işi de üç defa yapılmalı, üçüncüde
de izin verilmezse geri dönülmelidir (Buhâri, İsti'zân, 13).
İzin isterken de önce selâm, sonra izin esasına riayet
edilmelidir. Hz. Peygamber de, yanına gelen birine böyle yapmasını
tavsiye etmiştir (Tirmizi, İsti'zân, 18). Aynı
şekilde, kapıyı çalan kimseye "kim o" denildiği
zaman, kimliğini açık bir şekilde belirtmelidir. Aksi
halde ev sahibi zor durumda bırakılmış olabilir. Bir
defasında Câbir (r.a.), Resulullah'ın kapısını
çalmış, "kim o"diye sorduğunda Câbir (r.a.),
"ben, ben" diye cevap vermiştir. Resulullah (s.a.s), onun
bu şekilde cevap vermesinden hoşlanmamış ve
kimliğini açık bir şekilde belirtmesi gerektiğine
işaret etmiştir (Buhârî, İsti'zân, 17; Tirmizî,
İsti'zân, 18).

İzin isterken uyulması gereken ahlâkî
esaslardan biri de, evin içine bakılmamasıdır. Bunun
sebebi, İslâm'da aile mahremiyetine son derece önem verilmiş
olması ve gözün de haramdan korunmak istenmesidir. İzin
istemedeki asıl amaç da budur. Ebû Zer (r.a), Resulullah (s.a.s)'ın
konu ile ilgili olarak şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Kim kendisine izin verilmeden bir perdeyi (kapıyı) aralar, evin
içine bakar ve ev halkının mahrem yerlerini görürse, yapılması
kendisine helâl olmayan bir şeyi yapmış olur. Şayet
o, evin içerisine bakarken, evin erkeği karşılasa da onun
gözlerini çıkarmış olsaydı ona karşı
tavır almazdım. Şayet bir kimsenin gözü, perdesi
örtülmemiş (veya kapısı kapatılmamış) bir
eve takılır da evin içine bakarsa burada bakanın
hatası yoktur, hata, kapısını
kapatmadığı için ev sahibinindir" (Tirmizî,
Zühd,16). Bu hadis, Resulullah (s.a.s)'ın konuya ne kadar önem
verdiğini göstermektedir. Ayrıca, böyle yapan kimselere karşı
Allah Resulu'nun hiddetlendiği de bilinmektedir (Tirmizi, İsti'zân,
17).

Bilindiği gibi mesken - doğumundan ölümüne
kadar- insan ömrünün önemli bir kısmının geçirildiği
yerdir. Bir bakıma insanın huzur ve mutluluk
yuvasıdır. Bunun içindir ki, meskenlerin İslâmî
ölçülere uygun olarak yapılması tavsiye edilmiştir.
Bundan maksat ise, tuvaletlerin kıbleye doğru olmaması,
banyo ve mutfakların muhafazalı yerlere yapılması;
evin; komşunun evini gölgeleyecek, ışık
almasını engelleyecek şekilde yüksek yapılmaması,
komşunun mahremini görecek şekilde pencereler konulmaması
ve gösterişten uzak durup sadeliğe riayet edilmesi ve benzeri
şeylerdir (Ebû Dâvud, Tahâret, 4; Buhârî, el-Edebü'l-Müfred,
Kahire 1379, s.162).

Yine gece yatarken ocakta veya sobada ateş
bırakılmaması, ışıkların söndürülmesi,
evin kapılarının kapatılması, içinde yiyecek ve
içecek gibi şeyler bulunan kapların üstünün örtülmesi de,
tedbir niteliğindeki tavsiyeler arasındadır (bk. Buhârî,
İsti'zân, 49, 50).

Verilen bilgilerden de anlaşılacağı
gibi, her müslümanın, İslâm'ın emirlerini yerine
getirdikten sonra yapacağı en önemli işlerden birisi de
iyi bir mesken, yani oturacak yer temin etmesidir. Kurtuluşun
nasıl mümkün olacağını soran Ukbe b. Âmir'e, Hz.
Peygamber: "Diline hâkim ol, evini genişlet ve hatalarına
da ağla (tevbe et)" cevabını vermiştir (Tirmizî,
Zühd, 60).

Buna göre İslâm hukuku, kişi ve toplumu
yakından ilgilendiren mesken problemine dair önemli hükümler
getirmiştir. Kişi ve toplumun mülkiyet hakkını kabul
eden İslâm hukuku, bu iki hak arasında denge kurmaya çalışmış;
iki hakkın karşı karşıya gelmesi halinde,
toplumun hak ve menfaati ön plânda tutulmuştur. Aynı
şekilde, mesken sahibi olmak ve bu meskende İslâm'ın
öngördüğü bir biçimde aile hayatı sürdürmek dînî
hükümler gereğidir. Meskenin mutluluk yuvası olması da,
ancak ideal ölçülere uygun bir biçimde yapılmasıyla mümkündür.
Mesken yapımında iç ve dış mimaride- İslâmî
emir ve yasaklara uyulmalıdır. İsrafa kaçılmamalı
ve sağlığa uygun bir tarzda yapılmalıdır.
Komşu hukukuna riayet edici, çevre sağlığına
zarar vermeyen bir yükseklik ve biçimde binalar yapılmalıdır
(Ali Şafak, İslâm Hukuku Açısından Şehircilik
ve Aile Meskeni Problemi, A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi,
Erzurum, 1982, s.14-17)

Ahmet GÜÇ


Konular