Şamil | Kategoriler | Konular
Mendub
MENDÛB
Sevilen, yapılması uygun olan, işlenmesi teşvik edilen iş. Dinen yapılması iyi sayılmakla birlikte yapılmamasında sakınca olmayan ve Rasulullah (s.a.s)'ın bazan yapıp, bazan terkettiği işler. Buna; müstehap, nâfile, tatavvu ve ihsan adları da verilir. Farz, vacip ve sünnet-i müekkede dışında kılınan namazlar, tutulan oruçlar ve verilen sadakalar bu niteliktedir. Güzel bir iş sayıldığı için mendubu işleyen sevap alır, terkeden ceza görmez. Bu değerlendirme Hanefi mezhebine göredir. Çoğunluk İslâm hukukçularına göre, mendûb, sünnet ve müstehab terimlerini de içine alan genel bir kavram olup şöyle tarif edilir: Allahu Teâlâ veya Rasûlûnün bağlayıcı olmaksızın yapılmasını istediği ve yapılmamasını kötülemediği fiildir. Mendupta hükmün kesin bağlayıcı olmadığına dair bir karine bulunur. Bu karîne, âyet, hadis veya İslâm hukukunun genel prensiplerinden biri olabilir. Fiili terkedene ceza konulmaması tarzında bir karine olabilir. Meselâ;
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler! Belirli bir süreye kadar birbirinizle bir borç ilişkisi kurduğunuzda onu yazın " (el-Bakara, 2/282) buyurulur. Bu âyette, borcun yazılması ile ilgili emir bağlayıcı olmayıp, fiilin mendub, olduğunu gösterir. Çünkü âyetin devamındaki. Eğer birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen taraf, emanetini tastamam yerine getirsin" ifadesi, yazma zorunluluğunu kaldırmaktadır. Kısaca, alacaklı ve borçlu arasında güven varsa yazma yoluna gidilmeyebilir.
Günümüzdeki borçlanmalarda her iki türlü uygulamada görülmektedir. Ancak, alacağın yazılması unutma veya inkâr halinde ispat kolaylığı sağlarken,senet ve çeklerin cirosu yoluyla alacağın başkasına havale edilmesine de imkân hazırlar. Bu yüzden her alacak ve vereceğin, hattâ sözleşmelerde ileri tarihleri ilgilendiren bütün şartların yazılı olarak belirlenmesi insanlar arasındaki anlaşmazlıkları, itham, iftira, töhmet ve kötü zanları ortadan kaldırır. Kişi, belki borç veya alacağı için senet veya çek düzenlememekten dolayı dinen sorumlu olmayabilir. Fakat borcun ödenmesi halinde çıkabilecek anlaşmazlıklar tarafları başka haram veya mekruhları işlemeye zorlar. İşte mendub bir amel olan yazıya riayet etmek, mü'mini bütün bu riziko ve tehlikelerden korumuş olur.
Mendûb kendi içinde üçe ayrılır. 1) Hz. Peygamber'in devamlı olarak yaptığı ve sırf bağlayıcı olmadığım göstermek üzere nâdir olarak terkettiği fiillerdir. Sabah, öğle veya akşam namazlarının sünnetleri, abdest alırken ağıza su verme gibi... Bu çeşit menduplara "Sünnet-i Müekkede" veya "Sünnetül-Hudâ" denir. Bazı müekked sünnetler ezan ve cemaatle namaz kılmak gibi, dini vecîbeleri tamamlayıcı nitelikte de olabilir.
Bu çeşit mendubu yerine getiren sevap kazanır. Terkeden ise cezayı hak etmemekle birlikte kınama ve azarlanmaya müstehak olur. Ezan ve cemaatle namaz kılmak gibi İslamî prensiplerden olan mendupları bir toplum topluca terketse, sünneti hafife almaları yüzünden kendilerine karşı savaş açılması gerekir.
2) Hz. Peygamber'in bazan yapıp bazan terkettiği fiillerdir. İkindi ve yatsı namazlarından önce kılınan dörder rekatlık namaz ve yoksullara zaman zaman yapılan tasadduk gibi. Bu ameller taat niteliğinde olup, bunlara "Sünnet-i Gayri Müekkede", "Nâfile" veya "Müstehab" adı verilir.
Bu gruba giren mendûbu yapan sevap kazanır, terkeden kınama ve azarlanmaya müstehak olmaz.
3) Hz. Peygamber'in bir insan olması itibariyle yaptığı, Allahu Teâlâ'dan bir tebliğ veya Allah'ın dinini açıklama niteliği taşımayan beşeri fiillerdir. Allah Rasûlünün yeme, içme ve giyinmede izlediği alışkanlıklar, beyaz elbise giymesi, kına ile saç ve sakalını boyaması bu çeşide girer. Bu kısma "Sünnetü'z-Zevâid" denir.
Zevâid sünnetin hükmü. Mü'min, Hz. Peygamber'e sevgi, saygı ve bağlılığından dolayı, O'nun gibi yer, içer ve giyinirse sevabı hakeder. Bu fiilleri terkeden ise kötü bir davranışta bulunmuş olmaz. Kınanma ve azarlanmaya müstehak bulunmaz.
âtibî, el-Muvâfakât isimli eserinde genel olarak sünnet anlamındaki mendûbun işlenişindeki fayda ve hikmetleri şöyle açıklar:
Hz. Peygamber'den sünnet olarak nakledilen, her mendûb, farz ve vacibin ikmali ve korunması için yardımcıdır. İnsan, devamlı olarak yapmakla yükümlü olduğu mendupları yerine getirirse, devamlı olarak yapmakla yükümlü olduğu farz ve vacipleri elbette ihmal edemez. Bir kimse mendubları yerine getirmede gevşeklik gösterirse, farzlarda da gevşeklik gösterebilir. Hadis-i şerifte iftarın acele yapılması ve sahurun geciktirilmesi istenmiştir. Bu sünnete uyulması oruç tutmayı kolaylaştırmakta, mü'minin bu ibadeti sürekli olarak yapmasını sağlamaktadır.
Mendûb tek tek değil, bütün olarak yapılması gereken bir sünnettir. Hz. Peygamber müekked sünnetleri arasıra, gayri müekked sünnetleri ise daha sıkça terketmiştir. Bu yüzden insanın bunları bazı hallerde terketmesi caiz olmakla birlikte toplam terk edemez. Meselâ; bir ülkenin insanları ezanı tamamen terk etmişlerse onlara bunu zorla okutmak gerekir. Bir kimse cemaatı tamamen terk edemez. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse üç günden fazla cemaati terk ederse kalbi mühürlenir" (İbn Mâce, Mesâcid, 17). Yine bazı hallerde kişi evlenmeyebilir. Fakat bütün toplum evliliği terk edemez. Aksi halde, toplumun çekirdeği olan aile yuvası ortadan kalkar ve toplum felâkete sürüklenir. Bu yüzden bazı Şiî fakihler evlenmenin farz-ı kifâye olduğunu söylemişlerdir (Şâtibî, el-Muvâfakât, Kahire, Ticariye tab'ı, I, 132, 133, 151; Ebû Zehra, Usûlül-Fıkıh, s.39-42; Zekiyüddin Şa'ban, Terc İ. Kafi Dönmez, Ankara 1990, s. 213-215; Abdülvahhâb Hallâf, İlmu Usûlil-Fıkıh, Terc. Hüseyin Atay, Ankara 1973, s. 264, 265).
Hamdi DÖNDÜREN