Şamil | Kategoriler | Konular

Mecusilik

MECUSÎLİK

Mecusî, Mecus dinine mensup olan; Mecusîlik ise Mecus
dinine ait inanç ve akidelere dayalı tutum ve
davranışların bütünü; temel akideleri Ateş (ışık)'e
tapmak olan Zerdüştîlik, Mithraîlik, Zurvaîlik, Manilik ve
Mazdekîlik gibi çeşitli fırka ve mezheplerin ortak adı.
Mecusîler, Ateş'e tapan, nur ile zülmeti iki hayır ve şer
kaynağı olarak kabul eden müşrik bir topluluktur.

Mecus kelimesinin aslı, Pehlivice (eski Farsça)'dan
gelmektedir. Lügatçılar, mecus kelimesinin M-C-S kökünden türediğini
ifade ederler. Mecus kelimesi, Pehlevicedeki Minc Kûş kelimesinden
elde edilmiştir. Kelime olarak Minc Kûş, arapça "sağîr
el-Uzuneyn" (küçük kulaklı)'in Pehlevice
karşılığını teşkil etmektedir. Taberî,
Hişam b. Muhammed el-Kelbî'den rivayetle; Mecuslarca peygamber tanınan
Zerdüşt'ün, ehli kitap âlimleri tarafından Filistinli kabul
edilip, İbranî peygamber Eremia'nın ashabından birinin
hizmetçisi olduğunu, efendisini aldatınca lânetlenip cüzzama
yakalandığını söyler: Minc Kûş kelimesinin Arapçadaki
"sağîr el-Uıuneyn" (mesûs) kelimesine karşılık
oluşturmasından hareketle; muhtemeldir ki, Zerdüşt'ün
yakalandığı cüzzam(lepra) hastalığından
kulaklarını kaybederek, küçük kulaklı anlamına
gelen "Minc kûş" lakabını
almıştır. Zerdüşt bu hastalıktan sonra
Azerbaycan'a gitmiş ve oradan Mecus (Minc Kûş) akidesini
yaymaya çalışmıştır. Minc Kûş kelimesi
doğu dil öbekleri arasındaki geçişi esnasında
fonetik (lâfzî) değişiklikler geçirerek önce Arâmiceye,
oradan da Arapça'ya "mecus" şeklinde intikal etmiştir.
Mecus kelimesi lügatçılar tarafından "yahûd" gibi
bir cins isim olarak kabul edilmiştir. "Mecuslar"ın tâbi
oldukları dine "el-Mecusiyya" denilir. Bu dine Mecusîlik
denildiği gibi, Zerdüşt'e isnaden "Zerdüştîlik"'.ve
ilâh Ahura Mazda'ya isnaden de "Mazdekîlik" adı
verilmiştir.

Mecusîlik dinine ait bilgiler, bu dinin kutsal kitabı
olan Avesta'da bulunmaktadır. Avesta, Zerdüşt'ün ilâhileri
olan Gatha'lar bölümü hariç, II. Şahpur zamanında tedvin
edilmiştir. Daha sonra İslâm'ın üçüncü yüzyılında
yeniden kaleme alınmıştır. Avesta, zamanla
değişik yorumlara tabi tutularak karmaşık ve
anlaşılmaz formlarda ortaya çıktığı için,
kimlerin Mecusî olduğu tarihçilerin dahi çözemediği bir
muamma durumunu almıştır (A. Bausani, İslâm Düşünce
Tarihi, İstanbul 1990, I, 77).

Mecusîlik, İran'a sonradan gelen arya(soylu)lara
telkin edildiği için bir soylular dini olarak ortaya çıkmıştır.
Bu anlamda Mecusîlik (Zertüştîlik), aryaların kurduğu
Hindnizm, Jainizm ve Sikh(sih) dini ile beraber arî(aryaî).. dinler
kolunun bir üyesidir.

Mecusîlik dini henüz ortaya çıkmadan önce
İran'da aryaların kendileri ile beraber buralara getirdikleri
animizm-naturalizm karışımı dinler ve bu dinlere ait
ilâhlar bulunmaktaydı. Meselâ Mithra (Mehr) güneşte ikamet
ettiğine inanılan bir Mecusî tanrısı olup, geç
dönemlerinde Mecusîliğin bir türevi olarak ortaya çıkmıştır.

İslâm ve ehli kitap kaymaklarında
belirtildiği gibi, dini inançlar bakımından oldukça çeşitlilik
gösteren Zerdüşt öncesi İran'da, animizm -natüralizm karışımı
inançların yanında, ilâhî bir dinin varlığı da
tartışmasızdır. Cassas Ebu Bekir er-Râzi Ahkâmu'l
Kur'an'ında, Feridun'dan itibaren İran Viştaseb dönemine
kadar uzunca bir zaman tevhîd inancına sahip olduğunu söylemektedir.
Şehristâni, el-Milel'de; İranlıların Mecus dininden
önce, Hz. İbrahim (a.s)'in Hanif dininden olduklarını
zikretmektedir.

Taberî'ye göre, İsrailoğullarından bir
peygamber, Keyâniyan hanedanının dördüncü hükümdarı
olan Viştasebe tebliğci olarak gönderildi. Bu peygamber Viştaseb'in
sarayında daha önce Filistinde yaşamış olan Zerdüşt'le
karşılaştı. Bu peygamber Viştaseb ve halkına
tebliğini İbranice yapıyor, Zerdüşt'de bunu
Pehleviceye çeviriyordu. Hükümdar Viştaseb bu zamana kadar Sabii
dinine mensuptu. Ancak, bu peygamber vefat edince Zerdüşt bunu
fırsat bilerek şeytanın vesveselerini yeni bir din olarak
tebliğ etmeye başladı. Ebu Davud, İbn-i Abbas'tan
rivayetle, Hz. Peygamber (s.a.s)'in Farslılar'ın nebisi ölünce,
şeytan onlara Mecus akidelerini yazdırdı" (Ebu Davud,
Harac, 31) şeklinde gelen bir hadis-i şerifine göre, Zerdüşt'ün
kurduğu dinden önce İran'da ilâhî bir dinin varlığı
kesinlik kazanmaktadır.

Hurrakan'ın oğlu Zerdüşt, M.Ö. VII.
ile VI. yüzyıllar arasında yaşamıştır.
İran sarayındaki İbranî peygamber vefat edince Viştaseb,
Zerdüşt'ün tebliğine muhatab oldu ve onun
geliştirdiği yeni dini kabul ederek, yayılması için
yardım sağladı. Ayrıca tüm İran'da bir çok ateşgede
(içinde ateş yanan Mecusî tapınağı) inşa
ettirdi. Viştaseb'in oğlu İsfendiyar ise, zaman zaman
baskıya varan yöntemleri) bu dini, İran'dan Anadolu içlerine
kadar her yerde yaygınlaştırdı.

Zerdüşt, ilâh Ahura Mazda tarafından
kendisine vahyedildiğini (!) iddia ettiği Gathaları, her
biri on bin mısradan ibaret eserini, on iki bin öküz derisine yazmıştı.
Gathalarda Avesta içinde yer alır. Avesta da yorum (zend)u ile
birlikte "Zend Avesta" diye isimlendirilmiştir.

Rivayetlere göre Zerdüşt, bir sabah tanyeri
ağarırken kutsal nehir Daiti'nin küçük bir
ırmağına inmiş, buradan bir miktar su içtikten sonra,
elinde ışıktan bir asa taşıyan ferişteh (melek)
Vah Manah ile karşılaşmıştı. Manah onu Ahura
Mazda'ya götürmüş ve yeni dininin emirlerini oradan
almıştır. Böyle bir ruhî tecrübe geçiren Zerdüşt,
henüz Azerbaycan'da bulunmaktaydı ve dinini ilk kez burada
tebliğ etmeye başlamıştı. Zerdüşt,
tebliğinin ilk dönemlerinde önemli zorluklarla karşılaştı.
Bunun üzerine Azerbaycan'dan ayrılıp Belh'e geldi. Bu arada yol
boyunca düşüncelerini gözden geçirdi, bazı düzeltmeler yaptı.
Belh bu yeni dinin yayılma merkezi oldu.

Zerdüşt, yeni dinin şu dört ilkesinin
uygulanmasıyla, Ehrimen (zulmet)in ifsadından dünyanın
kurtulacağına inanıyordu: 1. Ahura Mazda'ya ibadet, 2.
Feriştehlere saygı; 3. Cin ve şeytanlara lânet; 4. En yakın
ile evlilik (Ö.R. Doğrul, Dünyadaki Dinler Tarihi, 140).

M.Ö. I. bin yıldan itibaren İran'da sosyal
hayat tarım ve çiftçiliğe göre teşekkül etmeye başladığından
eski dinlerin ilâh ve ayinleri (kurban kesmek gibi), Zerdüşt
tarafından terk edilerek, sadece Ahura Mazda'nın
bakışları önünde çiftçilik ve tarımla
uğraşmak gibi bir ibadet şekline dönüştürüldü.
Ahura Mazda, insanlardan ibadet olarak sadece iş (çiftçilik) ve barış
istiyordu. En büyük ibadet, kuru bir çöl parçasını ekili
bir toprak haline getirip, insanların yararlanmasına
sunmaktır. Bu anlamda Zerdüştlük, tarım kültürüne
dayalı sosyal bir ıslah dinidir.

Zerdüşt dininde maddi dünyanın Cennetten
daha değerli olduğuna inanılır. Çünkü kötülüğün
gücüne karşı verilecek savaş ancak bu dünyada yapılabilir.
Bu anlamda Zerdüştlük (mecusîlik) dünyevî bir dindir.

Gathalarda işlenen ana konu, Ahura Mazda'dır.
Gathalarda tam ifadesini bulan Zerdüşt dini, senevî (dualist) ilâh
inancına sahip, birbirlerine karşı kıyasıya bir mücadeleye
tutuşan ilâhların ebedî olarak savaştığı
bir dindir. Bu dinde âlem, hayır ve şerrin üstünlük sağlamak
için mücadele ettiği bir savaş alanıdır. Bu mücadele
ve çatışmanın bir tarafında iyilerin iyisi "nur
ilâhî" Ahura Mazda ve ona yardım eden feriştehler; öte
yanda yalan şeytanı, "zulmet ilâhı" Angra Mainyu
ile yardımcıları yer alır. İnsan bu mücadelede
tanrılardan birisinin yanında yer alarak iyi ya da kötülüğünü
ortaya koymak zorundadır. Bu savaş, sonunda, Ahura Mazda ve
yandaşlarının zaferleri ile sona erecektir. Hayatın
belirleyici aslı Hürmüz (Ahura Mazda) ile Ehrimenî (Angra Mainyiz)
güçler arasındaki mücadeledir.

Ateş, ışık tanrısı olan
Ahura Mazdayı sembolize eder ve her tapınakta (ateşgede)
bir ateş odası bulunur. Bu tapınaklardan alınan kutsal
ateş, söndürülmemek üzere evlere götürülürdü. Ateşgededeki
ateşi yakmakla görevli rahip, ateşi kirletmemek için eline
eldiven giyer, ağzının üstüne de bir peçe takardı.

Aydınlık ilâhı Ahura Mazda'ya inananlar
cennete, Angra Mainyu'nun yanını tutanlar da cehenneme gitmeye
mahkumdur. Zerdüşt kendisinden üç bin yıl sonra Ehrimeni gücün
sona ereceğine, Hürmüz'ün hukümranlığının her
tarafı kuşatacağına inanmıştı.

Mecusîlik (Zerdüştîlik) sonraki dönemlerde
haleflerinin elinde yorumlanarak tahriflere uğradı. Zerdüşt'ün
savaş açtığı Mithra ve Anahita gibi animistik ilâhlar,
yeniden Mecusîliğe sokuldu.

Zerdüşt dinine ilk ağır darbeyi Hükümdar
Darius döneminde, M.Ö. 331 yılında Doğu seferini yapmakta
olan Büyük İskender vurdu. İskender Avestaları
toplatıp Persepoliste yaktırdı ve Mecusîliği
yasakladı.

Zerdüştlüğün, Vıştaseb'i takib
eden birinci yüzyıl dışında pekbir etkinliği
olmamıştı. M.Ö. 260 ile M.S. 224 yılları
arasında Mecusîler karanlık bir dönemden sonra, daha önce eşi
görülmemiş bir gücü ellerine geçirdiler. Sâsânîler,
Mecusîlerin yardımı ile İran'da iktidarı ellerine geçirince
karşılığında Mecusîlere akidelerini yayma fırsatı
tanıdılar. İran'da Mecusîliğin Sâsânilerce yeniden
teyit edilmesi dini siyasî yapılanmada, Sâsâni Mabetler iktidarını
ortaya çıkarmış oldu. Bu yeni dinî-siyasî yapılanma,
İran da soylu (aryaî) olmayan aşağı tabakalara ve
sınıflara karşı sistemli bir zulmün yapıldığı
yeni bir dönemi başlatmış oldu. Bu yeni zulüm dalgası,
gelecek yüzyıllarda geniş halk kitlelerinin kendi istekleri ile
İslâm'a girmelerini kolaylaştıran tarihi
şartları oluşturdu.

Milâdî III. yüzyılda Mani, Mecusî dininin
esaslarından yararlanarak yeni bir din (Manieheisme) kurdu. Mani'nin
asıl amacı Zerdüştlüğü ıslah etmek ve ondan
evrensel bir din meydana getirmekti. Bunun için Mecusîlik, Budhizm ve
Hristiyanlık karışımı bir din kurmaya çalıştı.
Kendisinin, Hz. İsa'nın müjdelediği "Faraklit"
(Süryanice Munhamenna, arapça Muhammed) olduğunu iddia ederek
peygamberliğini ilân etti. Mani, madde ve karanlığı kötülüğün
yaratıcısı; ışık ve melekût âleminin ise
iyiliğin yaratıcısı olduğunu ileri sürerek,
Mecusîlik dininin ilkelerinden yararlandı. Madde ve
ışık ezelî ve ebedî bir mücadele içindedir. Kurmuş
olduğu kâinat nizamı ve gök düzenini Sâsânî sarayının
sınıfsal hiyerarşisine kıyasla
yorumlamıştı. Manişeizm I. Vehram (Behram) döneminde
yasaklandı, Mani de ortodoks Zerdüşt din adamları
tarafından idama mahkum edilerek öldürtüldü. Manişeist kâtifler,
İslâmî dönemde halifelerin saraylarına kadar sokularak inançlarını
yaymaya çalışmışlardı. Mutezile ve Eş'arî
kelâmcılar bunlara karşı şiddetle mücadele ettiler.

Mazdek, M.S. Beşinci yüzyılın
sonlarında Hükümdar Kabad (Kral Kavad)'ın himayesi
altında, Zerdüşt dininin bazı
kısımlarının değiştirilmesi ve yeniden
yorumlanması neticesinde bazı görüşler ileri sürdü.
Mazdek, ortaçağın ilk dönemlerinin komünizmini kurarak kadının
orta malı olarak herkesin istifadesine sunulmasını zorunlu
hale getirdi. Hatta bunu bir müddet uygulamaya koyduğu da
bilinmektedir. Fakat bir süre sonra Kabad, Mazdek ve adamlarının
birçoğunu öldürttü, Kabad'da oğlu Anuşirvan
tarafından bir darbe ile devrildi. Anuşirvan Mazdekî inançlara
karşı savaş açtı. Ancak orta Asya'da, Anadolu'da ve
İran'da gizli bir şekilde teşkilatlandılar.

Mazdekî etkiler, İslâmî döneme sarkarak
Bâbekiyye, İbâhiyye, Karmatiyye ve Muhammire gibi isimler altında
Mecusîlik akidelerini yaymaya çalıştılar.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in doğduğu gece meydana
gelen büyük mucizelerden birisi de Mecusîliğin ebedi sanılan
ateşinin sönmesi ve Kisranın sarayının on dört
sütununun devrilmesiydi. Bu mucize, Mecûsiliğin Sâsânîlerle
gelen müşrik dinî-siyasî etkinliğinin artık yok
olacağı anlamını taşıyordu.

İslâmın doğduğu ve
yayıldığı sıralarda, Mecusîlik, İran
dışında Umman, Bahreyn, Yemen ve Necran bölgelerinde yaygındı.
Asr-ı saadette mecusîlere ehl-i kitap uygulaması
yapılmıştır. El-Balâzurî'nin beyanına göre,
Hz. Peygamber (s.a:s), Hicretin yedinci yılının sonuna
doğru, Ala' b. Abdullah el-Hadramiyi, Bahreyn halkını
İslâma davet için bölgeye gönderdi. Zerdüştlerin bir
kısmı İslâma girdi. İslâmı kabul etmeyenler de
Yahudi ve Hristiyanlarla birlikte "cizye" ödemeyi kabul
ettiler.

El-Balâzûri'deki bir başka rivayette de, Hz.
Peygamber (s.a.s), Ebu Zeyd'e Umman Mecsîlerinden cizye almasını
emretmiş olduğunu zikredilir. Allah (c.c), Kuran-ı
Kerim'de, "Mecus"ları Yahûdi, Sabii ve Hristiyanlardan
sonra, müşrik putperestlerden önce zikretmiştir. el-Hac, 17.
Bu ayet doğrultusunda ve Resulullah'ın uygulamaları
ışığında, İslâm hukuku, Mecusîlere ehl-i
zimmet statüsü tanımıştır.

Hz. Ebu Bekr (r.a)'ın hilâfeti sırasında
Bahreyn Mecusîleri cizye ödemeyi reddettikleri için üzerlerine asker
gönderilmişti. Hz. Ömer (r.a), Caz' b. Ma'ûya'e, Bahreyn
Mecusîleri için, "yakın akraba evliliği yapan erkeklerin
karı ve çocuklarından ayrılması, yemeklerde Mecusî
âdeti üzere dua yapılmaması ve Mecusî (mani) sihirbazların
katledilmesi emrini göndermiş ve o da bu emri üç gün süreyle
uygulamıştır. Bu uygulamanın duyulması üzerine
Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer (r.a)'e Hz. Peygamber (s.a.s)'in,
"onlardan yalnız cizye alınacağı, başka bir
mükellefiyetlerinin olmadığı" hakkındaki hadis-i
şerifini (Ebu Davud, Harac, 31) nakledince, Hz. Ömer (r.a) bu hadis
doğrultusunda uygulama yapmaya başlamıştır.
İslâm egemenliği altında, Mecusîlerin yaşadığı
her yerde cizye ödemeleri koşuluyla dini âdet ve ayinlerine
müsamaha gösterilmiş, ateşgedeler faaliyetlerine devam
etmiştir.

Fethi takip eden yıllar içinde İran'da
yaşayan Mecusî halk, İslâm'ın adil düzeni karşısında
kitleler halinde İslâm'a girdiler. Zira Mecusî inanç ve
uygulamaları, bütün türevleriyle aristokrat (sınıflı)
bir din, bir soyluluk inancı olarak yerli halk kitlelerini tahkir
etmeye ve aşağılamaya devam etmekteydi. Hatta ilginç bir
uygulama olarak da İslâm öncesi dönemlerde, Mecusîliğin
fiillerinden olan en yakın akraba ile evliliğin sadece soylular
arasında yapılabileceği, çünkü bu âdetin bir soyluluk
alâmeti olduğu ilân edilerek aryai olmayanlara aşağılayıcı
bir sınırlama olarak yakın akraba evliliği
yasaklanmıştı. İslâm fethi, Mecusî dininden
kaynaklanan sınıf düzenini ortadan kaldırarak, çarpık
aile ilişkilerini ebediyyen ilga etti.

İslâmî dönemde, Mecusî kalıntılar
İslâm'a karşı oluşturulan mukavemet
gruplarının psikolojik dayanağı olmaya devam etti.
Mecusî inançlarıyla bütünleşen Sâsânî saltanatı,
İslâm'ın hükümranlığı
karşısında boyun eğdikten sonra, İranî
(Farsî)lik haline dönüştü. Ehl-i Beyt'i Sâsânîlerin varisleri
kabul ederek, Hz. Ali (r.a)'nin taraftarları arasına
sızıp Ehl-i Beyt'in hukukunu müdafaa perdesi altında Zerdüşt
(Mecusî) inançları ile İslâm akidesini bozmaya çalıştılar.
Şia'nın gulat kesiminde zuhur eden beyaniyye, ilhad ve ibâhilik
(her şeyi mubah gören mazdekî serbestlik) v.b. gibi fırkalar,
akidelerini Mecusî ve Mazdekî etkilerle beslemekteydiler.

Hicrî I. yüzyılın başlarında
İran asıllı Mecusîler, İran-Azerbaycan arasında
kalan bölgede siyasî iktidarı ellerine geçirince, bölgenin
sosyal-siyasî çehresinde hızlı deformasyonlar meydana geldi.
Bu bölgede İslâm'a karşı Mecusî akideleriyle beslenen
bir savaş ve mücadele dönemi başlattılar. Bu dönemle
Gulât-ı Şiadan olan El-Babekiye el-Hürremiyye mezhebi, şu
dört ilkeyi kabul ederek Mecusî Mazdekî bir misyonu yürüttüklerini
ortaya koydular: 1. Siyasal iktidarı ele geçirmek; 2. Ric'at
akidesini yaymak; 3. Mecusîliğin nur ve zulmet ilâhlarına
inanmak; 4. Kadının orta malı olduğunu kabul etmek.
Babek, Abbasî halifesi Mu'tasım zamanında ulûhiyyetini ilan
ederek isyan etti.

Mecusî etkiler altında ortaya çıkan bir
başka gulât-ı Şîa ekolü de Batınîliktir. Bu
mezhep, Irak'ta ayrıca Karmatî ve Mazdekî adını
almıştır. Bu mezhebin ilk kurucusu, Ahfaı'lı
Mecusî dönmesi Me'mun b. Deysan olup; İran ve Irak'ta İslâm
kisvesi altında Mecusîliği yaymaya çalışmıştır
(İzmirli İ. Hakkı, Yeni İlmi Kelâm, Ankara 1981,
105).

Hicri XIII. yüzyılda Mecusîliğin
farklı bir yorumu ile ortaya çıkan Bâbilik ve Bahâilik,
İran'daki Mecusîliğin bütün folklorik mirasına sahiptir.
Bâbî (Bahâî)ler eski İran hükümdarı Cemşid
(ışıklı ulu padişah)'in tahta çıkışı
olan 21 Mart (Nev Ruz) gününü bayram kabul ederler. Günümüzde
Türkiye'de yaşayan gulat-ı Şia (Alevi) topluluklar
arasında bu âdet ateş , üzerinden atlamak ve etrafında
dans etmek şeklinde varlığını sürdürmekte olup
Mecusîlik geleneklerindendir.

Mecusîliğin temel düalizmi olan "nur"
ve "zulmet" ilkesi, İslâmî dönemin ikinci yüzyılından
itibaren çeşitli felsefî sistemler üzerinde belirleyici etki
yapmaya başladı. Bu anlamda bir etki ışrâkî filozof
Sühreverdi'nin kozmoloji teorisinde açıkça görülmektedir.
Sühreverdî'nin kozmolojisinde kâinat, Mecusîlikte yaratıcı
ilkeler olan ışık ile karanlığın
derecelerinden oluşmuştur. Işıklar
ışığı (Nurul-Envâr, İlâhî Zat), tüm
varoluşun kaynağıdır. Işrâkî felsefenin
melekler hiyerarşisi de, Mazdek melekler ilmine dayanır (S. Hüseyin
Nasr, Üç Müslüman Bilge, İstanbul,1985, 82, 83). Sühreverdî'nin
fizik (cisim) teorisinde de ateş, bir ışık formu
olarak yüce ışığın (Nurul-A'zam) yeryüzündeki
doğrudan vekili kabul edilir. Nitekim Zerdüşt de ateşi,
Ahura Mazda'nın yerdeki sembolü kabul ederek, ona tazimde bulunmuştu.

Kaderiyyeciler, Allah(c.c)'ı hayırların;
şeytanı da şerrin yaratıcısı kabul etmekle,
Allah (c.c)'ı Hürmüze, şeytanı da Ehrimen'e
karşılık yaratıcı ilke kabul ettiklerinden,
Ümmetin Mecusîleri olarak isimlendirilmişlerdir (Aliyyü'l-Kâri,
Şerhu'l-Fıkhıl Ekber, İstanbul 1979, 140).

XVIII. yüzyılda İran'da meydana gelen
karışıklıklar sonucunda Mecusîlerine en yoğun
olarak bulunduğu Kirman'daki Zerdüştî semti tahrip edildi.
1887-1888 yılları arasında Kirman ve Yezd civarında
toplam Zerdüştîlerin sayısının 7000-8000 kişi
olduğu sanılmaktadır. Britanica Ansiklopedisinin 1911
yılı baskısında toplam Zerdüştîlerinin sayısı
9000 olarak verilmiştir. Mecusîlerin Hind kolu olan
Parsî'lerin,1941 yılında Hindistan'daki toplam nüfusları
114890 olarak bilinmektedir. 1951 istatistiklerine göre bütün
dünyadaki Zerdüştilerin toplam sayısı 135000 dir.

İsmail ÇEBİ


Konular