Şamil | Kategoriler | Konular

Mearic suresi

MEÂRİC SÛRESİ

Kur'an-ı Kerim'in yetmişinci suresi. Mekke'de
nazil olmuştur. Kırk dört ayet, ikiyüz on altı kelime ve
sekizyüz altmış bir harften ibarettir. Fasılâları,
elif, cim, ayn, lâm, mim, nun ve he harfleridir. el-Hâkka suresinden
sonra nazil olmuş olup, onun tamamlayıcısı
durumundadır. Adını üçüncü ayetten almaktadır:
"O (Azaba inananların mükafâtı) dereceler (meâric)
sahibi Allah'tandı". Sûreye, Seele ve Mevaki' adları da
verilmektedir.

Sure, kendilerine Kıyamet, Cennet, Cehennem
hakkında haber verilip, uğrayacakları elîm azaba karşı
uyarıldıklarında, buna inanmayıp, alaya alan Mekkeli müşrikleri
ikaz etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s), onları ahiretteki azaptan
sakındırmaya çalıştığında onlar;
"Biz seni tekzip ediyoruz. Sana göre biz kıyamette cehennem
azabına çarptırılacakmışız. Hadi o bizi
korkuttuğun kıyamet gelsin de bir görelim" diyerek, Allah
Teâlâ'nın vaadine karşı meydan okumakta idiler.
Ayrıca onlar, Kur'an'ın hakikati karşısında
bocalayıp duruyorlardı. Düşüncelerini cahiliyye yaşantısının
pislikleri körelttiği için akılları bu gerçeği bir
türlü idrak edemiyordu. Haber verilen azabın, eğer gerçekten
varsa kendilerine getirilmesini istiyorlardı. Onların bu durumu,
Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır: "Hani bir
zaman onlar; "Ey Allah eğer bu (Kur'an-r Kerim), senin
katından (indirilmiş) hakkın kendisi ise durma, bizim
üzerimize gökten taş yağdır, yahud bize (daha)
acıklı (ve helâk edici) bir azap getir" demişlerdi"
(el-Enfâl, 8/32). Bunu diyenler; Ebu Cehil, Nadr İbn Haris ve onlara
tabi olanlardı (el-Kurtûbi, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut
1966, XVIII, 278-279).

Bu sure, Kur'an'ın Mekke'de
karşılaştığı cahilî zihniyetin ve
benzerlerinin beşer ruhunda bıraktığı
tortuların yok edilmesi için ilâhî metot çerçevesinde
yürütülen tedavinin safhalarından bir safhadır. Allah'ın
azabını taleb eden bu insanlar, onun varlığına
inanmamaktadırlar.

Bundan önceki el-Hâkka suresinde ahireti inkâr
edenlerin durumu ve görecekleri cezalar, kıyamet gününün dehşet
dolu tabloları gözler önüne serilerek işleniyor ve
Kur'an'ın hak olduğu gerçeği kalplere yerleştirilmeye
çalışılıyordu. Bu surede ise aynı inkârcıların,
ahiret gününde karşılaşacakları azapların
korkunçluğu anlatılarak ondan kurtulmanın yolu gösteriliyor.
Bundan sonra gelen "Nuh" suresinde de inkârcı
topluluğun yalnızca dünyada gördükleri korkunç azaptan
bahsedilir. el-Hâkka, el-Meâric ve Nuh sureleri, birbirinin devamı
niteliğinde olup, Bakara suresinin baş tarafında. "Ey
Muhammed kâfirleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler.
Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde
de perde vardır. Ve onlar için büyük bir azap vardır" (el-Bakara,
2/16-17) ayetlerinde işlenen konunun tafsili mahiyetindedirler.

Kâfirler için ahirette acıklı bir azap
hazırlanmıştır. Bu azabı yalanlayan inkârcılar,
böyle bir şeyin olabileceğini idrakten aciz oldukları için,
eğer böyle bir şey varsa başımıza getirilsin
dediler. Allah Teâlâ: "İsteyen biri, inecek azabı istedi.
(O azap) kâfirler içindir ki, onu (onlardan) def edebilecek hiç (bir
güç) yoktur. O, dereceler sahibi Allah'tandır" (1, 2, 3)
ayetiyle o azâbı hemen isteyenlerin mutlaka vadedilen azaba çarptırılacaklarını
ve bunu onlardan hiç kimsenin kaldıramayacağını açıklamaktadır.
Bunun hemen arkasından kâfirlerin inkâr ederek inananlara yaptıkları
zulümlere karşı sabır emrediliyor: "O halde sen (ya
Muhammed) sabret" (5). Mümin, İslâmî gerçekleri tebliğ
yolunda göreceği bedenî ve ruhî eziyetlere, işkencelere
sabretmelidir. Çünkü, hiç de uzak olmayan bir zaman sonra korkunç
azab müşrik zalimleri yakalayıverecektir.

Azabın hemen gelmesini isteyen inkârcılara
ve öteki bütün kafirlere, azabın Allah tarafından takdir
edilmiş olduğu ve çok yakında vuku bulacağı
bildirilmektedir. Bu, onlar için kaçınılmaz bir sondur.
Çünkü bunu gerçekleştirecek olan, çok yüce makam (dereceler)ın
sahibi Allah Teâlâ'dır. Allah her şeye bir vakit takdir
etmiştir. Onlar bu vakte kadar istedikleri gibi davranmakta devam
etsinler. "Kâfirler kıyamet gününü uzak görüyorlar. Biz
ise onu çok yakın görüyoruz" (6-7) ifadesi kıyameti inkâr
edenlerin içinde bulundukları basiretsizliği açıklıyor.
Çünkü onlar, her akıl sahibinin rahatça idrak edebileceği
gerçekleri göremiyorlar.

Daha sonra, onların uzak görüp, Allah'ın
yakın gördüğü, kıyamet gününün, kâfirleri dehşete
düşürecek olan kıyamet sahneleri çiziliyor: "O gün
gök, erimiş maden gibi olacaktır. Dağlar da
atılmış renkli yün gibi olacaktır" (8-9). O günün
korkunçluğu ruhları etki altına alacak ve bütün değer
yargılarını alt üst edecektir. O gün ortaya çıkacak
olan manzaranın dehşetine kapılmaları sonucu o inkârcılar,
kendi nefislerinden başkasını düşünemeyeceklerdir:
"O gün dost, dostunun halini sormaz. Ve yeryüzündeki her şeyi
feda edip o günün azabından kurtulmak ister. Fakat bu asla olmaz...
"(10,14). Çünkü o gün cehennem; "(Haktan) yüz çeviren ve
(itaata) arkasını dönen kimseyi çağırır
(kendisine çeker)" (17).

Daha sonra, insanın rûhî yapısını,
imanlı ve imansız durumlardaki tavırlarını gösteren
ayetler geliyor. Kâfirler ve azabı yalanlayanlar,
yaradılışlarındaki sabırsızlık ve
hırsın esiridirler. Bir zorlukla
karşılaştıkları zaman ye'se düşer, feryad
etmeye başlarlar. Bir iyilik gördükleri ve Allah tarafından
mal ile sınandıklarında ise kaskatı kesilir, hiç
kimseye faydası olmayan bir şekle girerler: "Gerçekten
insan, sabırsız ve hırslı
yaratılmıştır. Başına bir felâket geldiği
zaman feryad eder. İyiliğe uğradığı zaman da
çok cimrileşir" (19, 20, 21).

Sure, inkârcı kâfirlerin muhatap olacakları
olayları bütün açıklığı ile ortaya koyduktan
sonra, bu dehşet ve azap tablolarının bütünüyle dışında
kalıp kurtuluşa erenlerin durumunu dile getirir: Ancak, namaz
kılanlar müstesnadır. (Namaz kılan o kimseler) ki, onlar
namazlarında devamlıdırlar. Onlar ki, mallarında
belirli bir hak vardır. Hem dilenen, hem de iffetinden dilenemeyen için.
Onlar ki hesap gününü tasdik ederler. Onlar ki Rablerinin azabından
korkarlar. Çünkü Rablerinin azabından emin bulunulmaz"
(22-28).

Namaz, dinin ayakta kalmasını sağlayan
temel direklerden biridir. O imanın bir alâmeti olmaktan da öte,
kulu Allah'a bağlayan ve ruhunun o ilâhî kaynaktan beslenmesini sağlayan,
Allah'ın rububiyetine boyun eğmenin samimi bir göstergesi olan
bir ibadettir. Allah Teâlâ'nın, kurtuluşa erecek
olanların hallerinden bahsederken, namazı en evvel zikretmesinin
sebebi budur. Namaz, bütün iyiliklerin başıdır. Onu
terketmekle kul, ruhunu besleyen ilâhî kaynaktan irtibatını
kesmiş olur. Çünkü Allah Teâlâ, namazını devamlı
kılanları özellikle vurgular. Öteki özellikler ondan sonra
gelir. Devam eden ayetlerde, müminlerin gözetmesi gereken bir takım
temel hudutlar belirtilir! İffetli olmak ve zinadan sakınmak
gerektiği, aksi halde haddi aşıp surenin ilk bölümünde
zikredilen topluluğa dahil olma tehlikesinin söz konusu olduğu
vurgulanır.

O müminler, güvenilirdirler, yalan şahittik
yapmazlar, namazlarını ise lâyıkıyla kılarlar.
"... Evet, işte onlar, cennetlerde ağırlanacak
kimselerdir" (35).

Surenin sonunda, inkârcıların neye güvenerek
taşkınlık yaptıkları sorgulanır:
"(Acaba) onlardan her biri (müminler gibi) naim cennetine girmeyi mi
ümit eder" (38). Bunun cevabı hikmet doludur ve kesinlik ifade
eder: "Hayır, (onların ümit ettikleri gibi cennete
girmeleri söz konusu değildir) muhakkak ki bizler, onları
bildikleri o (nutfe denen) şeyden yarattık"(39). Eğer
onlar yaratılışlarındaki bu büyük mucizeye bakıp
ibret almazlarsa cehennem azabından kurtulup cennete girmelerine imkân
yoktur.

Ömer TELLİOĞLU


Konular