Şamil | Kategoriler | Konular

Kul

KUL

Kul, İnsan köle, abd. Allah'a tam bir
teslimiyetle boyun eğen, emir ve yasaklarına titizlikle uyan,
isyandan kaçınan insanı belirtir. Bu nedenle öncelikle
peygamberlerin niteliğidir. Kur'an'da peygamberlerin niteliklerinden
söz edilirken onların kullukları özellikle vurgulanır.
Hz. Muhâmmed (s.a.s.) de, "O ki, geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan
çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa'ya
yürüttü," (el-İsra, 17/1) ve "O Allah'a hamd olsun ki
kuluna kitabı indirdi..." (el-Kehf, 18/1) âyetlerinde olduğu
gibi kul olarak anılır. Kulluk insanın varoluş
nedenidir. Çünkü Allah insanları ve cinleri kendisine kulluk
etmeleri için yaratmıştır (ez-Zariyat, 51/57). Allah'a
kulluğun seçilmesi, onun dışındaki tüm varlıklara
karşı yapılan bir özgürlük ilanıdır. Bu
nedenle kulluk insanı köleleştiren, güç ve yeteneklerini sınırlayan
bir nitelik değil, onu diğer tüm varlıkların üstüne
çıkaran, onlardan bağımsız kılan bir niteliktir.
(Ayrıntılı bilgi için abd, ibadet, ubudiyet maddelerine
bakınız).

Kul hakkı, insanın can, mal ve namus gibi
dokunulmazlıklarına yönelik tecavüz ve haksızlıkların
ortaya çıkardığı hak. İnsana yönelik tecavüz
ve haksızlıklar haram ya da mekruh eylemler içinde yeralır.
Bu nedenle günah, dolayısıyla ceza konusudur. Kul
hakkından doğan günahların ve cezaların Allah ya da
devlet tarafından bağışlanması sözkonusu değildir.
Kul hakkı, ancak hak sahibi kulun bağışlaması ile
ortadan kalkabilir.

Müfessirler, "Ey kavmimiz dediler, Allah'ın
davetçisine uyun ve O'na inanın ki (Allah) günahlarınızdan
bir kısmını bağışlasın ve sizi acı
bir azabdan korusun" (el-Ahkaf, 46/31) âyetini yorumlarken bağışlanacak
günahların Allah hakkını ilgilendirenler olduğu, kul
hakkından doğan günahların ise Allah tarafından
bağışlanmayacağı sonucuna ulaşırlar.
Hz. Peygamber (s.a.s)'den gelen rivayetler de bunu doğrulayacak
niteliktedir. Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadisinde Hz. Peygamber
(s.a.s), üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin kendilerini
mazlumlara bağışlatmalarını öğütler. Bunun
yapılmaması durumunda haksızlık yapan kişinin
salih amelleri haksızlığı ölçüsünde alınarak
hak sahibine verilir. Eğer verilecek salih amel bulunamazsa o zaman
da mazlumun günahları zâlime yüklenir, (Buhari, Mezalim, 10). Bu
hadise göre kul hakkı, kişinin Cennet ya da Cehennem'e
gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s), başka bir hadisinde
Allah'ın huzuruna kul hakkı ile gelen kimseyi müflis olarak tanımlayarak
şöyle buyurur: "Müflis şu adama derler ki, dünyada yaptığı
bütün ibadet ve taatın sevabı ile Kıyamet gününde
Allah'ın huzuruna gelir. Bu adam dünyada birçok hayırlar.
ibadetler yapmış olmakla birlikte başkalarına
zulmetmiş, kimini dövmüş, kiminin gönlünü kırmış,
şuna buna eliyle ve diliyle eziyet etmiş... İşte bu
hak sahiplerinin hepsi o adamın çevresine toplanacaklar, haklarını
isteyecekler: "Bana dünyada iken şöyle yaptı,
hakkımı al ya Rab!" diye davacı olacaklar. Allah bunun
hayır ve iyiliklerinden hasıl olan sevapları bunlara taksim
edecek, fakat borcu yine kapanmayacak. Nihayet onların günahlarını
bunun üzerine yükleyecek, Cehennem'e gönderecek. İşte
asıl müflis böyle bir adamdır "(Müslim, Birr, 60;
Tirmizi, Kıyame, 2).

Müslüman Allah'a teslim olmuş kişidir.
Allah'ın bir adı da el-Hakk'tır. Hak, ayrıca gerçekliği,
doğruluğu ve adaleti, başka bir deyişle her şeyi
yerli yerine koymayı, her şeyi yerli yerinde yapmayı da
belirtir. Bunun karşısında temelsizlik ve zulüm vardır.
Hakk'a teslim olan kişi O'nun gösterdiği biçimde doğruluk
ve adalete yönelir, batılın ve zulmün karşısında
yeralır. Bu nedenle müslüman Hz. Peygamber (s.a.s)'in yaptığı
gibi "diğer müslümanlara eliyle ve diliyle zarar
vermeyen" (Buhari, İman, 4,5) eş deyişle hiç kimseye
hiç bir şekilde haksızlık etmeyen kişi olarak da
tanımlanabilir.

Kul hakkı, İslâm ceza hukukunda cezaların
sınıflandırılmasında, karara
bağlanmasında ve uygulanmasında temel belirleyicilerden
biridir. Buna göre cezalar hak sahibine göre yalnız Allah
hakkı olarak, yalnız kul hakkı olarak iki temel
sınıfa ayrılır. Bununla birlikte Allah hakkı ile
kul hakkının içiçe girdiği haklar ve bunların
gerektirdiği cezalar da vardır. Bunlar da Allah hakkı galip
olanlar ve kul hakkı galip olanlar biçiminde yine ikiye ayrılır.
Sözgelimi namaz kılmayanlara, içki içenlere, özürsüz olarak
oruç yiyenlere uygulanacak cezalar (tazir) yalnız Allah hakkı
olarak uygulanır. Bir çocuğun birisine sövmesi durumunda ise
yalnız kul hakkı sözkonusudur. Bir kadına yapılan
sarkıntılıkta kul hakkı da bulunmakla birlikte
ağırlıkta olan Allah hakkıdır. Buna
karşılık bir kimsenin namusuna, vücuduna yapılan
tecavüzlerde Allah hakkı da bulunmakla birlikte galip olan kul
hakkıdır.

Hakların ve cezaların bu şekilde tasnif
edilmesi uygulamada çok önemli sonuçlar doğurur. Bunun
başlıcaları şöyle sıralanabilir:

1) Yalnız kul hakkı olan ya da kul hakkı
galip bulunan suçlarda kanuni takibat hak sahibinin isteğine
bağlıdır. Hak sahibinin dava etmesi durumunda hakim
davayı yürütmek zorundadır. Hakim yetkisine dayanarak
davayı düşüremez. Bu konuda devlet başkanı dahil hiç
kimsenin af ve şefâat yetkisi de yoktur. Allah hakkının
gerektirdiği cezalarda ise af ve şefâat mümkündür.

2) Kul hakkının gerektirdiği cezalar, suçun
tekrar edilmesi durumunda tekrar edilir. Allah hakkı gereği
uygulanacak cezalarda ise tekrara gidilmeyebilir. Başka bir
deyişle birkaç kez işlenen bir suç için tek ceza uygulanır.

3) Allah hakkını ilgilendiren bir suçu işleyenleri
görenler, emr-i bi'l-maruf nehy ani l-münker (iyiyi emr, kötülüğü
yasaklama) görevi gereği müdahale ile yükümlüdürler. Kul hakkını
ilgilendiren suçlarda ise böyle bir yükümlülük yoktur. Burada hak
sahibinin meşru müdafaa ve dava hakkı vardır.

4) Kul hakkına bağlı suçlarda mağdurun
ölmesi durumunda dava hakkı varislerine geçer. Allah hakkında
ölüm davayı düşürür.

Ahmet ÖZALP


Konular