Şamil | Kategoriler | Konular

Kafirun suresi

KÂFİRÛN SÛRESİ

Kur'an-ı Kerim'in yüzdokuzuncu sûresi. Altı
âyet, yirmialtı kelime ve doksandört harftir. Fasılaları
dal, mim ve nun harfleridir. İsmini ilk âyette geçen "el-kâfirûn"
sözcüğünden alır. Sûrenin asıl adı, "Kul yâ
eyyuhe'l-kâfirûn"dur. Bu isim uzun olduğundan kısaca
"Kâfirûn" sûresi denilmektedir. "Mukaşkışe",
"İbadet" ve "İhlâs" olarak da
isimlendirilir. Sahih rivâyetlere göre Mekke'de inmiştir. Nüzûl
sebebiyle ilgili rivâyetler de, muhtevası da Mekke'de indiğine
delildir.

Mekkeli müşrikler, uyguladıkları
baskı ve zulmün İslâm davasını
engelleyemediğini artık anlamışlardı. Baskı
ve zulümlerini devam ettirirken bir yandan da Rasûlüllah (s.a.s) ile
uzlaşma zemini arayıp zaman zaman bir takım tekliflerle ona
giderek davasından vazgeçireceklerini sanıyorlardı.
İbn Abbâs'tan nakledilen bir rivâyete göre müşrikler Rasûlüllah'a
şöyle diyorlardı: "Biz sana o kadar mal veririz ki
Mekke'nin zengini olursun. Eğer bir, kadın istiyorsan seni
onunla evlendiririz. İstersen seni önderimiz olarak kabul ederiz.
Yalnız tanrılarımızı kötülemekten vazgeç. Eğer
bu teklifi kabul etmezsen başka bir teklifimiz var. Bu, senin için
de, bizim için de hayırlı olur." Rasûlüllah onlara
"O nedir" diye sordu. Onlar; "Sen bir sene tanrılarımız
olan Lât ve Uzza'ya ibadet et. Biz de bir sene senin tanrına ibâdet
edelim" dediler. İşte sûre bu olay üzerine müşriklere
karşı İslâm'ın ve Hz. Peygamber'in tavrını
belirlemek üzere inmiştir. Sûre, küfür ile İslâm arasındaki
hiç bir uzlaşmanın olamayacağını ifade etmekte
ve bu hususu pekiştirmek için cümleler tekrar edilmektedir.

Rasûlüllah'ın müşriklerle
ilişkilerini dört safhada mütalaa etmek mümkündür:

Müslümanların sayıca çok az oldukları
dönemde müşriklerin eziyetlerine katlanmak. Fikirlerine ortak
olmaları ve onlarla fikrî bir uzlaşmaya gitmeden sabretmek.

Müşriklerin bu saldırılarına
karşı konulamadığı dönemlerde sûrenin sonundaki
"sizin dininiz size benim dinim bana" stratejisini uygulamak.

İmkân olduğu takdirde saldırılara
aynıyle mukabelede bulunmak.

Antlaşmalara riâyet etmemeleri ve tekrar tekrar
andlaşmayı bozmaları sebebiyle onlarla top yekün bir savaşa
girmek.

İlk iki madde Mekke döneminde, son ikisi ise,
Medine döneminde olmuştur. bu hususu da belirtelim ki, her dört
safhada da Rasûlüllah tebliğe devam etmiş, tebliği
katiyetle aksatmamıştır. Ayrıca İslâm'ın
temel akidesinden kesinlikle taviz vermemiş fikrî bir uzlaşmaya
asla yönelmemiştir.

Kur'an-ı Kerim, bir çok yerde câhiliye hayatından
örnekler vererek müslümanların ibret almalarını ister.

Yine bu sûrede Allah son tevhid dini olan İslâm'la
insanların nasıl bir inkılapla nefis ve şeytâni
putların hâkimiyetinden kurtulduklarını anlatır.

Bilindiği gibi câhiliye dönemi Arapları
Allah'ı inkâr etmiyorlar, ancak O'nu "Bir" ve "Samed"
olarak tanımıyorlardı. Onlar Allah ile beraber putlara, geçmişteki
önemli zatlara, heykellere ibadet ediyor ve bunların Allah yolunda
sadece birer vesile olduğu iddiasında bulunuyorlardı.
"Biz onlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar
diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer 39/3) diyorlardı. Yine Ankebût
suresinde "Onlara gökleri ve yeri kim yarattı güneş ve
ay'ı kim emrine verdi diye soracak olursanız" Allah "
diyeceklerdir elbette..." (el-Ankebût 29/61). Hem de yeminlerle dile
getirdikleri bu tür inançlarını Allah "Siz ancak Allah(u
Teâla)'dan başka pullara ibadet ediyor ve (O'na ortak diye) yalan düzüyorsunuz.
Bu Allah'tan başka ibadet etmekle olduklarınız size bir
rızık vermeye muhakkak ki muktedir değildir.
Rızkı Allah katında arayın O'na ibadet edin. Ve (rızkınızı
o verdiği için de) O'na şükrediniz. (Çünkü âhirette) yalnız
O'na döndürüleceksiniz" (el-Ankebût 29/17) diyerek onların
Allah'tan başka ibadet ettikleri şeylerin kendilerini Allah'a
yaklaştırmayacağını belirtir. Kâfirûn sûresi
insanın içine düştüğü bu ikilemi, bu tür bir çıkmaza
kesin bir çözüm getirerek mü'min, kâfir saflarının
netleşmesini sağlamakta ve insanların bu tür
mazeretlerinin olmayacağını ferman buyurmaktadır.

"(Ey Nebi!) De ki: Ey Kafirler"

Allah onları gerçek durumlarıyla çağırarak,
gerçek vasıflarını belirtmektedir. Onların dini
yoktur. Ne kadar Allah'a ibadet etseler de bu böyledir. Böylece onlarla
Hz. Muhammed (s.a.s) arasında bir bağ sözkonusu değildir.

"Ben sizin tapmakta olduklarınıza
tapmam"

Bu ifade, kâfirlerin ibadet ettiği ve halen de
ibadet etmekte oldukları bütün mabudları içine alır.
Onlar melekler, cinler, nebiler, veliler, ölmüş insanların
ruhları, güneş, ay, yıldızlar, hayvanlar, ağaçlar,
hayali tanrılar, tanrıcalar, putlarda olabilir. İlahlara
topluca ibadet etmenin içine Allah'a ibadet de girse bile, bu aslında
Allah'a ibadet değildir. Kur'an-ı Kerim'de açıkça Allah'a
ibadetin O'nunla birlikte bir başka şeye ibadet etmemek demek
olduğu bildirilmiş ve sadece Allah'a ihlasla yönelmek emredilmiştir:
"Oysa kendilerine dini yalnız Allah'a halis kılarak,
Allah'ı birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri
emredilmişti" (el-Beyyine, 93/5).

Daha sonra Kur'an-ı Kerim "Benim
taptığıma sizler tapmazsınız. Ben de sizin
taptıklarınıza tapacak değilim. Benim
taptığıma da sizler tapacak değilsiniz. O halde sizin
dininiz size, benim dinim banadır" fermanıyla İslâm'da
ibadet edilecek olanın sadece Allah olduğunu; Allah'a
yapılan ibadetle O'na ortak koşanların ibadetlerinin
karşılaştırılması yapılmaktadır.
Ve sûre "Sizin dininiz size, benim dinim banadır" diyerek
onların İslâm dışı bir inanç içerisinde
oldukları ne Müslümanlarla-kâfirlerin yolunu netleştirmektedir.
Bu son ifadede Allahu Teala İslâm'ın tavrını ortaya
koymaktadır. Bu ifade, kâfirlere hoş görünmek için değil,
kâfirlikleri üzerinde devam ettikleri sürece onlardan kesb ayrılık
ve çizgi farklılığını göstermektedir. Sûre aynı
zamanda kâfirlerin, din konusunda Allah'ın Rasûlü ve O'na iman
eden müslümanlarla hiçbir zaman uzlaşamayacaklarını
belirtmeyi ve bu konuda ümitlerini kesmelerini de kapsar. Aynı
tavır Kur'an'da bir çok yerde zikredilerek müslümanların kâfirlere
karşı tavrı tesbit edilmiştir."De ki. Ey insanlar
benim dinimden kuşkuda iseniz" ben sizin Allah'tan başka
taptıklarınıza tapmam. Sizi (öldürecek olan Allah'a taparım.
Bana mü'minlerden olmam emredilmiştir" (Yunus 10/104; bk.
eş-Şuara, 26/216; es-Sebe, 34/25-26; ez-Zümer, 39/14 39-40;
Mümtehine, 60/4).

Bu kesin ayrılık hem davet edenler için, hem
de davet edilenler iğin gerekliydi. Çünkü daha önceden doğru
bir inanca bağlanıp da sonradan sapıtmış
topluluklarda iman düşüncesiyle cahiliyyet düşüncesinin
birbirine karıştığı görülür.

Bu tür topluluk ve!a insanlar hiçbir inanç sahibi
olmamış topluluklardan daha azgın olurlar. Çünkü içinde
bulundukları durumdan habersizdirler veya memnundurlar.
inandıklarıyla yaptıkları arasında bir tezat
olduğundan iyiyle kötüyü ayırmaları mümkün olmaz.
Hatta onların bu halleri müslümanları dahi kendine çekerek
bazı bozuk yönlerine rağmen iyi yönlerini benimseme hatasına
düşürebilir. Halbuki bu durum son derece hatalı ve
yanlış bir yoldur.

Yolda atılacak adım, müslümanın câhiliyyet
sistemi ve nizamından tam olarak sıyrılıp
ayrılmaktır. Yolun ortasında buluşma imkânı sözkonusu
değildir. Bu durum cahiliyyet ehlinin tamamıyla İslâm'a
girmesiyle ortadan kalkacaktır. Câhiliyyet ne kadar İslâm kılığına
bürünürse bürünsün ve müslüman olduğunu ne kadar iddia ederse
etsin ortada bir yerde buluşma imkanı yoktur. Dâvet ve tavırda
ilk yol "sizin dininiz size benim dinim bana"
olmalıdır.

Sûrenin meâli:

"De ki:'Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza
tapmam. Siz de benim taptıklarıma tapıcı
değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak
değilim. Siz de benim taptığıma tapacak
değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır"

M.Sait ŞİMŞEK


Konular