Şamil | Kategoriler | Konular

ıstıkbar

İSTİKBÂR

Allah'a istiğna ve isyan, insanları küçük
görme, onlar üzerinde zorbalıkla egemenlik kurma anlamını
da ihtiva eden büyüklenme. Bu niteliklere sahip olan kişiye de müstekbir*
denir. Kelime olarak istikbar, büyük olma anlamındaki "ke-bü-ra"
kökünden gelir ve büyüklenme anlamını dile getirir.
Aynı kökten gelen tüm kelimeler de büyüklük ve büyüklenmeyle
ilgili anlamlar taşır. Meselâ kebir, büyük; kebire, büyük
şey; ekber, daha büyük, en büyük; kibriya, büyüklük, yücelik,
ululuk; ikbar, büyük görme; tekbir, büyükleme, yüceltme, ululama;
tekebbür, büyüklenme; mütekebbir, büyüklenen demektir.

Büyüklük Allah'a özgü bir niteliktir. Bu nedenle
"ke-bü-ra" kökünün tüm türevleri genellikle Allah'ı
nitelemek, adlandırmak, yüceltmek için kullanılır. Sözgelimi
büyüklük anlamındaki Kibriya, Allah'ın
sıfatlarındandır. Mütekebbir de Allah'ın güzel adlarından
(esmau'l-hüsna) birisidir. Bu nedenle müslümanlar her fırsatta
Allah'ın büyüklüğünü, yüceliğini dile getirmekle yükümlüdürler.

Meselâ, kulluğun en büyük işareti olan
namaza, "Allahu ekber" denilip (tekbir) Allah'ın ismi yüceltilerek
başlanır. Namaz sonunda Allah Tealâ, yine "Allahu ekber"
(Allah en büyüktür) denilerek tesbih edilir. Kurban ve Hac ibadetleri sırasında,
Şeytan taslanırken, Kâbe tavaf edilirken, büyüklüğün
Allah'a özgü olduğu "Allahu ekber" denilerek, tekbirle
ilan edilir. Şaşırtıcı her durumda da tekbirle,
"Allahu ekber" denilerek Allah'ın ismi yüceltilir, yaratılmışlara
özgü niteliklerden soyutlanır, tenzih edilir.

Ke-bü-ra kökünden gelen kibir, tekebbür ve
mütekebbir kelimeleri gibi, istikbâr ve müstekbir kelimeleri de insan
için ancak olumsuz bir durumu belirtmek ya da adlandırmak için
kullanılır. Bu bağlamda istikbar kelimesi büyüklenme,
büyüklük isteğinde olma, bu istekle yeryüzünde bozgunculuk çıkarma,
başkaları üzerinde rableşme ve kendinde kibir içinde bir
büyüklük vehmetme anlamlarını dile getirir. Bütün bu
nitelikler müslüman tanımının dışına, kâfir
insan tipine özgü niteliklerdir. Çünkü müslüman olan, tevazu ile
Allah'a teslimiyet demektir. Dolayısıyla müslümanın temel
nitelikleri tevazu (alçak gönüllülük) ve hilm (yumuşak
başlılık) dir. İstikbar ise, hepsi de küfürle eşanlamlı
ya küfrün nedeni veya sonucu olan isyan, zulüm, azgınlık ve
sapkınlık gibi niteliklerle ilişkilidir.

Kur'an'a göre istikbar, insanlara tepeden bakma, onları
küçük görme gibi kâfirin en tipik özelliklerinden birisini temsil
eder. Bunu kelimenin kullanıldığı çok sayıdaki
ayette açıklıkla görmek mümkündür. Semud kavminin istikbarı
ve bunun neden olduğu küfür şöyle dile getirilir: "Sonra
(Salih'in) kavminin kibirli (istikbâru) önde gelenleri, hakir görülen
insanlara dediler ki; "Siz Salih'in Rabbi tarafından gönderilen
biri olduğunu kesin olarak biliyor musunuz?" Onlar da;"Biz
onunla gelene iman ediyoruz" dediler. Ama kibirlenenler (istikbâru)
dediler ki: "Biz ise sizin iman ettiğiniz şeye iman
etmiyoruz" (el-A'raf, 7/75-76). Aşağıdaki örnekler de
kâfirlerin istikbârını ve bunun sonuçlarını ortaya
koymaktadır: "Ayetlerimizi yalanlayıp onların
karşısında istikbâra kapılanlar, işte onlar
ateş halkıdır" (el-A'raf, 7/36); "Meleklere"Âdem'e
secde edin " dedik de hepsi secde ettiler. İblis hariç. (O)
diretti, istikbarda bulundu ve kâfirlerden oldu" (el-Bakara, 2/34);
"Firavun'a ve adamlarına; onlar istikbarda bulundular ve böbürlenen
bir topluluk oldular" (el-Mü'minun, 23/46); "Sana ayetlerim vasıl
oldu da sen onlara iftira ettin ve istikbarda bulundun, iman etmeyenlerden
biri oldun" (ez-Zümer, 39/59).

Kur'an'da istikbârın çeşitli tezahürleri,
onunla anlamdaş ya da onun anlamını açan başka
kelimelerle de anlatılır. Bunlardan birisi "beğâ"
kelimesidir. "Beğâ", başkalarına karşı
aşırı kibir yüzünden haksız ve
hukuk-dışı davranışlarda bulunmak, zulüm yapmaktır"Eğer
Allah rızkı kullanma (ölçüsüz) verseydi; mutlaka
yeryüzünde beğada bulunurlardı" (eş-Şura,
42/27) ayetindeki beğa kelimesi müfessirlere göre böbürlenip
şişinme, küstahlıkla bozgunculuk yapma anlamına gelir.
Şu ayet ise beğanın adeta tanımını
yapmaktadır: "Karun, Musa ümmetindendi. Ama o, o ümmete beğada
bulundu. Çünkü biz kendisine hazinelerden o kadarını
vermiştik ki, bunların anahtarlarını bile
taşımak bir tabur güçlü insana çok ağır yük
olurdu. Allah böbürlenenleri, başı göklerde gezeni sevmez...
" (el-Kasas, 28776-77).

İstikbârın anlamını açan
kelimelerden birisi de "batire" kelimesidir. "Refahı
ile mesrur olan (batirat) kaç şehir helak ettik biz! İşte
bak konutları, hepsi boş kaldı, çok azı hariç"
(el-Kasas, 28/58) ayetinde görüldüğü gibi; sahip olunan servetten
dolayı aşırı bir övünmeye saplanmak anlamındaki
batire, kişinin bu sevinçle küstahça ve mağrurca
hareketlerini ifade eder. İstikbârın anlamdaşlarından
biri de "atâ" kelimesidir. "Atâ", ölçüsüz
şekilde kibirli olmak, son derece hoyratça hareket etmek demektir.
Kelime "-dan, -den" eki olan "an" ile kullanıldığında
da emredilen birşeyden burun kıvırarak sırt çevirmek,
bir emre isyan etmek anlamına gelir: "Şimdiye kadar kaç
şehir halkı burun kıvırıp Rabbinin ve O'nun elçilerinin
emrinden yüz çevirdi (atât). Biz de Onlarla hesabımızı
acı bir biçimde gördük ve onlara emsalsiz bir ceza verdik"
(el-Câsiye, 45/8). İkinci bir örnek olarak da şu ayet
anılabilir: "Fakat onlar koyduğumuz yasaktan yüz
çevirdiler (atât). Biz de dedik ki: Maymunlar olasınız! Uzak
mı uzak olasınız! " (el-A'râf, 7/166).

"Teğa" ve türevi olan "tuğyan"
da İstikbarın başka bir yönüne ışık tutar.
"Tuğyan", engellere bakmaksızın ve özellikle de
ahlâkî ve dini kuralları çiğneyerek yola devam etme, kendi gücüne
sınırsız biçimde güvenme, yaratıcıyı hiçe
sayma ve inkâr etme anlamlarını dile getirir. "Sana
indirilenin onların birçoğundaki tuğyan ve küfrü artıracağı
muhakkaktır" (el-Mâide, 5/64) ayeti, istikbarın küfürle
özdeş azgınlığını dile getirir. İstikbârla
anlam ilişkisi içindeki kelimelerden biri de "istiğna"dır.
"İstiğna", insanın kendini zengin, Allah'tan ve
başkalarından müstağni sayması ve sonuç olarak kendi
gücüne sınırsız bir güven duymasıdır:
"Yo, doğrusu insan küstahlığını ortaya
koydu. Kendini ihtiyaçsız görüyor (istiğna) " (el-A lak,
96/6-7).

Örnek olarak ayetlerde görüldüğü gibi
istikbar İblis, Firavun ve Karun gibi tipik kâfirlerin;
peygamberlerin davetine karşı çıkarak Allah'ın
ayetlerini yalanlayan, peygamber ve mü'minleri aşağı gören,
büyük bir şımarıklık ve küstahlıkla yeryüzünde
bozgunculuk çıkaran, insanlar üzerinde egemenlik kurarak onlara
zulmeden, sömüren küfür toplumunun ileri gelenlerinin değişmez
niteliğidir. Bu yönüyle istikbâr küfrün en temelli ve evrensel
öğelerinden birini temsil eder. İstikbar içindeki
müstekbirler, her peygamberin tebliği sırasında
yaptıkları gibi Hz. Muhammed'in tebliği sırasında
da onun karşısına dikilmiş; Allah'ın ayetlerini
yalanlamış, mü'minleri küçük ve aşağı görmüş,
zulüm ve sömürü üzerine kurulu düzenlerini, saltanatlarını
korumak için her türlü işkence ve cinayete
başvurmuşlardır. İstikbârın bu evrensel
niteliği, günümüzde de kâfir düzenlerin müslümanlara karşı
tutum ve davranışlarında açık bir biçimde kendini
göstermektedir (Âyrıca bakınız: Müstekbir).

Ahmet ÖZALP


Konular