Şamil | Kategoriler | Konular

ırhasat

İRHASAT

Peygamber olacak kimselerde, peygamberlik gelmeden
önce görülen ve peygamberliğin temellerini kuvvetlendiren
olağanüstü haller.

Âdetlere ve tabiat kanunlarına aykırı,
tabiat ve insan gücünün üstünde meydana gelen hallere, harikulade
veya olağanüstü haller denir. Bunlar inançla ilgili eserlerde
mucize, keramet, irhasat, meûnet, ihanet ve istidrac olmak üzere altı
tanedir.

Mucize; bir peygamberin nübüvvetini doğrulamak için
Allahu Teâlâ'nın onun elinde göstermiş olduğu tabiat
üstü hallerdir. Hz. Musa'nın asasının yıları
olup, sihirbazların iplerini yutması gibi (bk. Tâhâ,
20/65-72).

Keramet; peygamberlik iddiasında bulunmayan, fakat
dinin bütün hükümleriyle amel eden salih kimselerden zuhur eden
harikalardır. Bu olağanüstü hal, onun velayet derecesine
yükseldiğini gösterir. Süleyman peygamberin vezîri Asaf'ın;
Yemen Melîkesi Belkıs'ın taht ve tacını göz açıp
kapayıncaya kadar getirmesi gibi. Bu olay Kur'an'da şöyle anlatılır:
"Nezdinde o kitaptan ilim bulunan biri; "Ben onu sana gözünü
açıp kapamadan getireceğim " dedi. Süleyman tahtı
yanında duruyor görünce dedi ki: "Bu, Rabbimin bir lütfudur.
Şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğimi denemek içindir"
(en-Neml, 27/40).

Meûnet: Amelleri ve ahlâkı güzel olan bazı
mümin salih kullarda, bir iddiaya dayanmaksızın zuhur eden
olağanüstü hallerdir. Bazı müminlerin büyük sıkıntı
ve musîbetlerden hiç beklenmedik bir şekilde kurtulması,
kolaylıkla maişet tedarik edilmesi, büyük bir tehlikenin
kolayca atlatılması gibi haller, yüce Allah'ın bu kullara
lütuf ve ihsanıdır.

İhânet: Küfrü ve isyanı açık olan
kimsenin elinden, kendi isteğinin aksine zuhur eden harikadır.
Yalancı peygamber olan Müseylime'nin mucize olsun diye suyunu çoğaltmak
üzere içine tükürdüğü kuyunun suyu tamamen kurumuştu. Bu
duruma, aynı zamanda "hızlân" da denir.

İstidrâc: Küfrü ve isyanı açık olan
kimselerin elinden, kendi arzularına uygun olarak zuhur eden
harikalardır. İstidrâc, sözlükte; "bir şeyi derece
derece çıkarmak veya indirmek" demektir. Bir terim olarak ise;
bir insanın günahını arttırdıkça ve azgınlığını
devam ettirdikçe Allah'ın ona nimet kapılarını açması,
onu dünyevî nice izzet, ikbal ve makamlara çıkarmasıdır.
Bu kimse bütün bu başarıları kendi
kahramanlığına ve çalışmasına bağlar.
Allah'a şükredip, tövbe etmeyi ve tevazuu unutur. Gurur ve kibir
içinde isyanı artar ve âhiret yurdundaki durumu giderek kötüleşir.
Ansızın ecel gelince şiddetli azapla yüz yüze gelir.

İran kisrasının hazineleri Medîne'ye
ganîmet olarak getirilince Hz. Ömer Allah'a şöyle sığınmıştır:
"Allahım! Bu hazinelerin istidrac olmasından sana
sığınırım" (Ömer Nesefî, Akaid,
İstanbul 1975, s. 38).

Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Kendilerine
hatırlatılanları unuttuklarında onlara her Şeyin
kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen o
nimetlerle sevinip zevke dalınca onları azabımızla
ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe
kapılıp şaşkına döndüler" (el-En'âm,
6/44);

"Ayetlerimizi yalanlayanları bilemeyecekleri
bir yönden, yavaş yavaş helâke yaklaştıracağız.
Onlara mühlet veririm. Şüphesiz ki benim tedbirim çok kuvvetlidir"
(el-A'râf, 7/182-183).

Mucizenin de içinde bulunduğu harikulade hallerle;
el çabukluğuna, farklı görme esasına ve bazı teknik
uygulamalara dayanan sihirbazlık veya ipnotizma oyunlarını
birbirine karıştırmamak gerekir. Harikulade hallerde olay,
sonuçta fizik olarak gerçekleşir. Sihir ve hipnotizma ise sonuçta
fizik ve psişik hilelere dayanır (Harikulade haller
hakkında geniş bilgi için bk. Fahruddin er-Râzî, Mefâtihu'l
Gayb, İstanbul 1307, IV, 478, 479; Teftâzânî, Şerhu Makâsıd,
İstanbul 1305, II, 171; Cürcânî, Şerhu Mevâkıf,
İstanbul 1311).

Irhasat ise, daha sonra peygamber olacak olan kimsede
çocukluk veya gençlik devrelerinde harikulade hallerin görülmesidir.
Hz. İsa'nın beşikte konuşması gibi.

Melekler Hz. Meryem'e, babasız olarak bir çocuk
dünyaya getireceğini haber vermişler ve "O, insanlara
beşikte iken de konuşacaktır. O, salih kimselerden
olacaktır" (Âlu İmrân, 3/46) demişlerdi.
Doğumdan sonra, halk Hz. Meryem'i iffetsizlikle suçlamaya başlamıştı.
İşte gerçeği söyleme işi beşikteki
geleceğin peygamberi küçük İsa'ya düşmüştü. Olay
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle anlatılır.

"Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi:
"Biz beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz? "
dediler. İsa Allah'ın kudretiyle dile gelerek şöyle dedi:
Şüphesiz ben Allah'ın bir kuluyum. O bana mutlaka kitap verecek
ve beni peygamber seçecektir. Beni, bulunduğum her yerde insanlara
yararlı kıldı. Hayatım boyunca namaz kılmamı
ve zekât vermemi emretti. beni anneme hürmetkâr kıldı. Beni
asla zâlim ve isyankâr yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim
gün ve dirileceğim gün Allah bana selam ve emniyet vermiştir"
(Meryem, 19/29-33). Beşikte, doğumu müteakip konuşulan bu
sözler Hz. İsa'nın gelecekte peygamber
olacağının belirtileridir.

Hz. Muhammed (s.a.s)'de de Peygamber olmadan önce
irhasat denilen olağanüstü haller görülmüştü. Doğumdan
önce annesi Âmine'nin gördüğü haller, tanımadığı
kişilerin Hz. Muhammed'in yanına gelip, O'nun geleceği ile
ilgili olarak kendi aralarında konuşmaları ve
bulutların O'na gölge yapması bunlar arasında
sayılabilir.

Amine, Hz. Muhammed (s.a.s)'e hamile kalınca, daha
önce babası Abdullah'ın yüzünde parlayan peygamberlik nûr'u
O'na geçmiştir (İbn İshak, İbn Hişam, Sîretu'n-Nebevî,
Beyrut 1391/1971, I, 166; İbn Sa'd, Tabakât, Beyrut 1376/1957, I,
97; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, Kahire 1389/1969, I, 86). Âmine'ye
düşünde birisi gelip şöyle demiştir: "Sen bu
ümmetin efendisine hamilesin. Doğduğu zaman; "O'nu, her
hasetçinin şerrinden tek olan Allah'a ısmarlarım" de
ve kendisine Ahmed (Muhammed) ismini ver" (İbn İshak, a.g.e.,
I, 166; Beyhakî, a.g.e., I, 70; Belâzurî, Ensâbü'l-Eşrâf, Mısır
1959, I, 80, 81; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, I, 20).

Hz. Muhammed (s.a.s) yirmi yaşlarında iken,
bir kaç gece üst üste yanına iki kişi gelmiş, O'na
dikkatle bakarak birbirlerine; "Bu O'dur. Fakat henüz davet zamanı
gelmedi" diye konuşmuşlardı. Bir süre sonra bu iki kişiden
birisi tekrar gelerek Hz. Muhammed'i güçsüz bıraktıktan sonra,
elini göğsünün içine daldırmış, o, içinde onun
elinin serinliğini duymuştu. Durumu amcası Ebû Talib'e
anlatınca birlikte, Mekke'de doktorluk yapan Ehl-i kitaptan bir adama
gittiler. Doktor olayı dinlemiş, Hz. Muhammed'i dikkatle muayene
ettikten sonra ayaklarına ve iki omuz arasına
bakmıştır. Bundan sonra şöyle demiştir: "Ey
Abdi Menaf oğlu Ebû Tâlib! Senin bu oğlun her türlü hastalıktan
uzak ve temizdir. Kendisinde, birçok hayır alâmetleri vardır.
Yahudiler bunların farkına varırlarsa onu öldürürler.
Bunun gördükleri şeytanlar değil, fakat peygamberlik için
kalbleri teftiş eden Meleklerdir" dedi.

Hz. Muhammed, peygamberlik zamanında çocukluğunda
yaşadığı bu olayı şöyle anlatmıştır:
"Rüyamda bir adam görmüştüm ki, elini iki omzumun üzerine
koyduktan sonra, elini göğsüme sokup kalbimi çıkarmış:"Temiz
ve pak bir bedende, temiz ve pak bir kalbtir" demiş ve kalbimi
yine yerine koymuştur" (Ebu'l-Ferec İbnu'l Cevzî, el-Vefâ,
Kahire 1386/ 1966, I, 140, 141: Diyarbekrî Hamîs, Beyrut, t.y., I, 261).

Başka bir irhasat örneği, Hz. Muhammed'e
bulutların gölge yapmasıdır. Bu olay, Şam'a
yapılan ticaret yolculuğu sırasında vuku
bulmuştur. Hz. Muhammed gençlik yıllarında Hz. Hatice
hesabına Yemen'e dört, Yemen'in Mekke tarafına düşen
sancaklarından Cüreş'e iki ve Şam'a bir ticaret seferi
yapmıştır (Halebî, İnsanü'l-Uyûn, Mısır
1384/1964, I, 221; Hâkim, Müstedrek, Riyad, t.y., III, 182; Yakut,
Mu'cemü'l-Buldân, Beyrut 1376/1956, II, 126).

Ticaret kervanı Şam topraklarındaki Busrâ'da
konakladı. Alış-veriş yapıldıktan sonra
oradan Mekke'ye dönmek üzere ayrıldılar. Kervanda bulunan
Meysere, öğlen sıcağında devesinin üzerinde yolculuk
yapmakta olan Hz. Muhammed'i gölge yapan bulutların izlediğini
farketti ve ona karşı kalbinde derin bir sevgi ve saygı
uyandı. Hz. Hatice de kervanın Mekke'ye girişi
sırasında aynı gölge olayını görmüş ve
yanında bulunan kadın arkadaşlarına bunu göstermişti
(İbn Sa'd, Tabakât, I, 130, 156, 157; İbn İshak, a.g.e.,
I, 200; Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 196, 197; Ebû Nuaym,
Delâil, Haydarâbad 1369, l, 133, 134; Beyhakî, a.g.e, l, 337; Halebî,
a.g.e., 1, 220; Ebu'l-ferec, a.g.e., I, 144).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular