Şamil | Kategoriler | Konular

ımamet-ı kübra

İMÂMET-İ KÜBRÂ

İslâmî topluluğun dini ve siyasî liderliği.
Hilâfet lafzı başlangıçtan itibaren ve bilhassa daha
sonraları imâmet manasında kullanılmıştır
Aynı zamanda bu makama, namaz kıldırma vazifesi demek olan
imamlıktan (imâmet-i suğrâ) ayırdetmek için İmâmet-i
Kübrâ da denilmiştir Biz burada çeşitli İslâm fırkalarının
imam anlayışını anlatmaktan ziyade Ehl-i Sünnet'in bu
konudaki görüşlerini özetlemekle yetineceğiz

Ehl-i Sünnet'e göre imâmet-i kübrâ itikadı
ilgilendiren bir konu değildir. Sadece kulların fiillerine ait
muamelatla ilgili meselelerdendir. Resulullah (s.a.s)'ın
vefatını müteakip Ashabın imam nasbettikleri ve İslâm
ümmetinin imamsız bir zamanının geçmesine rıza göstermedikleri
tevatüren sabittir. Nitekim Hz. Ebubekir, meşhur hutbesinde buna
işaret ederek diyordu ki; "Haberiniz olsun ki, Muhammed (s.a.s)
vefat etmiştir ve bu dini ayakta tutacak bir reise (imâmet-i Kübrâ)
mutlak ihtiyaç vardır." Muhtemel bir zararın defedilmesi
bakımından da halife seçilmesinin vacip olduğunda icma
edilmiştir. Bu nedenle herkes Hz. Ebû Bekr'in sözünü yürekten
kabul etti (Taftâzânî, Şerhü'l-Mekâsîd, II, 271; Avni
İlhan, Mehdilik, s. 12).

Taftâzânî, şunları da söylemektedir:
"İmâmet-i kübrâ meselesi itikadî esaslardan olmayıp
fıkhı ilgilendiren bir füru' meselesidir. Fıkıh
kitaplarımızda zikredilmiştir ki; millet için, dini yaşatacak,
sünneti ayakta tutacak, mazlumları koruyacak ve haklıyı
haksızdan ayıracak bir başkana (imâm) mutlaka ihtiyaç
vardır" (Taftâzânî, a.g.e, II, 27).

İmamın seçimi ise; "ehl-i hall
ve'lakd"in seçmesi ile olur: Diğer bir görüşe göre;
daha evvelki imam tarafından bir nas ve tavsiye ile beraber
halkın ileri gelenlerinin bey'atından ibarettir. Bu iki görüş
arasında gerçekte büyük bir ayrılık yoktur. Bu ihtilaf,
ilk halifelerin tesbit tarzından ileri gelmektedir.

İmamın mükellef, müslüman, hür ve erkek
olmasından başka şu şartları da
taşıması şart koşulur:

1- İlim: İmâmet-ı Kübrâ'ya aday
gösterilecek kimse, Allah'ın insanlara bildirdiği
kanunlarını tam manası ile bilip, derinliğine nüfuz
edecek kadar âlim olmalıdır.

2- Adalet: İmâmet-ı kübrâ'ya aday olacak
kimsenin adil olması gerekir. Bu makam, adaletle iş görmesi
gereken bütün diğer makamları idare ve kontrol eden bir
makamdır. O halde bu makam sahibinin her şeyden evvel adil
olması gerekir.

3- İktidar ve ehliyet: Dinin korunması, düşmanla
savaş, çeşitli kanunların çıkarılması, hükümlerin
konulması ve şer'î cezaların tatbik edilmesi gibi birçok
hususlarda imamın, zamanında karar vermesi ve bu kararı
yerinde tatbik edebilecek ehliyete ve fevkalâde bir siyâsî basirete
sahip olması gerekir. Bazı eserlerde ayrı birer sıfat
olarak zikredilen cesaret, ictihat ve rey sahibi olması da iktidar ve
ehliyetin içinde hulasa edilebilir (es-Safdî, Nektü'l-Hemyân fi
Nüketi'l Umyân s. 56; Taftâzânî, Şerhü'l-Mekasid, II, 271).

4- Bünyesinin sağlam ve arızasız
olması: İmâmet-i Kübrâ makamına oturacak olan
kişinin delilik, körlük, sağırlık, dilsizlik, iki el
ve ayağının yokluğu gibi noksanlıklardan berî ve
duyularının sağlam olması lâzımdır.
Çünkü bu noksanlıklar, imamın üzerine aldığı
işleri başaramamasının sebeplerindendir. Bu
bakımdan eğer bu eksiklikler, şahsın sadece görünüşünü
ilgilendiren cinsten ise, o zaman bu şart bir kemal şartı
olur (İbn Haldun, Mukaddime, I, 342-343). Meselâ körlük, sağırlık,
dilsizlik sebebiyle imâm azledilir; fakat ağır işitmek ve
kekemelik sebebiyle azledilemez (es-Safdî, a.g.e, 56).

5- İmâmet-i Kübrâ makamına geçecek
kimsenin Kureyşli olmasına gelince; "İmamlar
Kureyş'tendir." hadisi şerifi ile ve Kureyşlilerin
Ensar'a bu hadisi delil göstermesi sebebiyle ileri sürülen bu
şartı, Ebû Bekr Bâkıllanî gibi bazı alimler kabul
etmemişlerdir (bk. İbn Haldun, a.g.e., a.y.). Bu hususta
İbn Haldun'un görüşü şudur: "Halife'nin (imamın)
Kureyş'ten olmasının şart koşulmasının
asıl sebebi, Kureyş'in devleti idare ve koruma kudretine sahip
olduğu ve çekişmeleri ortadan kaldırabildiği içindir.
Şari', hüküm ve kaideleri yalnız bir kavim bir asır ve
sadece bir millet için ortaya koymamıştır. Müslümanların
idaresi başında bulunacak kavmin, devleti idare ve koruma
kudretine sahip ve kendi zamanında diğer kavimlerden üstün
olması şarttır. Şari'in maksadı herhalde
işte budur. Bu açıklamalardan halifeliğin her asırda
Kureyş'e mahsus olmayıp her ülkenin o zamanda devleti idare
etme kudretine sahip olan kavmin elinde olacağı
anlaşılır ve o kavim devletin başına geçer"
(İbn Haldun, Mukaddime, I, 345 -347)

"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygamber'e
ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin" (en-Nisa, 4/59).
Ayet-i kerimesine göre, halifeye itaat farzdır. Yalnız bu itaat
halifenin Allah (c.c)'nun emrine uyması ile
kayıtlanmıştır. Eğer halife Allah'ın emrine
uymazsa, kendisi ikaz edilir; dinlemezse azledilir. Nitekim Hz. Ebû Bekr
(siyasetin düsturu sayılan) meşhur hutbesinde bu hususu şöyle
açıklar: "Ben sizin en hayırlınız
olmadığım halde başınıza geçmiş
bulunuyorum. Eğer doğru yolda yürürsem bana yardım ediniz;
doğrudan saparsam bana gerçek yolu gösteriniz. Doğruluk,
emanet; yalan ise hıyanettir. içinizde zayıf bir kimse,
hakkını kendisine vererek rahatlatıncaya kadar
nazarımda kuvvetlidir. Kuvvetli de, başkasının
hakkını ben kendisinden alıncaya kadar yanımda
zayıftır. Hiç biriniz Allah Yolunda cihadı terk etmesin;
çünkü cihadı terkeden kavmi Cenab-ı Allah zillete düşürür.
Bir kavimde de kötülükler yayıldı mı, Allah onları
umumî belalarla terbiye eder. Ben Allah ve Resulüne itaat ettiğim müddetçe
bana itaat ediniz. Eğer Allah ve Peygamberine itaat etmezseniz sizin
de bana itaatınız gerekmez (et-Taberî, Tarihü'r-Rusul
ale'l-Muluk, Leiden 1881, IV 1829).

Taberi'nin bu naklinden de anlaşıldığı
gibi, imâmet-i Kübra, makamında olan kimseye Allah ve Resulüne bağlı
olduğu müddetçe itaat edilir. Allah'a karşı isyan eden
bir kimseye itaat etmeme, İslâm'da çok meşhur ve bilinen bir
prensiptir. (Geniş bilgi için bk. el-Maverdî,
el-Ahkâmü's-Sultaniyye, Tere., Dr. Ali Şafak, 5-25).

Ahmet YAŞAR


Konular