Şamil | Kategoriler | Konular

ılım

İLİM

İnsanın duyu vasıtaları ile elde
ettiği veya Allah Tebarek ve Teâlâ'nın vahiy yolu ile
doğrudan doğruya gönderdiği, içinde zan ihtimali
bulunmayan yakını bilgi.

İslamî terminolojide ilim terimi; "bilgi"
kelimesini karşılamak için kullanıldığı
gibi, herhangi bir bilgi şubesini ifade için de kullanılır.
Meselâ; kelâm ilmi, tefsir ilmi gibi. Keza, ilim ve bilgi terimlerinin
bazen marifet kelimesiyle karşılanıldığı da
bilinir.

Seyyid Şerif Cürcânî'ye göre ilim: "Gerçeğe
ve vakıaya uygun düşen bilgi ve kanaattır" (Cürcani,
et-Ta'rifat, Beyrut 1985, s. 160).

Cürcânî ilim için şu tarifleri de yapar:
"İlim; bir şeyi olduğu gibi idrak etmektir.
Bilgisizlik bilginin zıddıdır. Bilim, bilinenden gizlilik
ve kapalılığın kalkmasıdır. İlim;
nefsin, bir şeyin manasına ulaşmasıdır. Düşünen
ile düşünülen arasında hususi bir alâkadır" (Cürcânî,
et- Ta'rifat, s. 160, 167).

İlim, kesin olsun veya olmasın kavram (tasavvur)
veya hüküm olarak mutlak manasıyla idrak etmektir. ilim; düşünme,
fehmetme ve hayal etme manalarına da gelir" (Tahanevi,
Keşşafü lstılahati'l-fünun, II, 1055).

İlim kavramının yanında çoğu
zaman kullanılan marifet kavramı, daha hususi bir anlam
taşır ve daha ziyade vasıtasız bilgiyi, sezisi, kalbî
bilgiyi ifade etmek için kullanılır. ilim ahiret yolunu
dosdoğru gösteren (kılavuz) bilgiler topluluğudur.

İnsanda ilmin ilk doğuşu; düşünmeden
(basitçe), bir yol göstericiye başvurmadan elde edilir. İnsan,
yaşı ilerledikçe sebeplerine başvurularak, düşünülerek,
bir delille ilim elde etme yollarının var olduğunu anlar.
Toplu olarak söylersek; birisi vasıtasız yolla doğrudan
elde edilen ilim, diğeri vasıta ile elde edilen ilim vardır.

a) Vasıtasız ilim: Her insan kendi
hususiyetleri ile kendi cinsleri arasında farklı ve ayrı
yanlarıyla yaratılır. Tabii olarak var olan hususiyetleri
bilmek, fertlere doğrudan, vasıtasız verilen bilgidir (ilimdir).
İnsan, açlık, susuzluk, keder, neşe, korku vb.
duyguları, çocuk, süt emmeyi; kuş, uçmaya; balık, yüzmeyi
doğrudan öğrenir. Siyah ve beyazına diğer renklerin
aynı bey olmadığı ve bir çok sevin mevcudiyeti vasıtasız
olarak bilinir. Bu yolla genelde maddi seyler görerek öğrenilir.

b) Vasıtalı ilim; Bu çeşit ilim ise
genel olarak akıl ve his aracılığı ile öğrenilen
ilimdir. Vasıtalı ilimler ise, maddi olmayan, veya mevcut olup
dışta maddi şekli bulunmayan, fizik ötesi dediğimiz
gayb aleminden fikir, zihin yoluyla öğrenilir. İnsanda bulunan
beş duyu (görme, işitme, koklama, tat alma ve dokunma) ile
maddi şeyler hakkında (duyular vasıtasıyla) bilgi
edinilir. Bir şey görünce şekil; bir ses işitince ses;
bir şey koklayınca koku; ağzımıza yiyecek
alınca o şeyin tadı; bir şeye dokununca onun
yumuşak ve sert oluşu vs. hakkında vasıtalı
bilgiler ediniriz. Ancak hastalık halinde tatlı, acı gibi
gelir. Tren ve başka araçla giderken yol geriye gidiyor sanırız.
Bu gibi bazı istisnalar dışında, duyular
aracılığıyla, düşünerek, zihni bilgiler
ediniriz. Ayrıca inceleme ve araştırma yoluyla da şüpheleri
gideren doğru bilgilere ulaşırız.

İlimler farklı bakış açılarına
göre şu tasniflere ayrılabilir:

Şer'î ilimler: Peygamber efendimizin getirdiği
ilim.

Şer'î olmayan ilimler: Maddi, dünyevi ilimler.
Ayrıca dinî, aklî ve dünyevî ilimler olarak, veya zâhir, (dünya
hayatını tanzim eden) bâtın (ebedî hayatı tanzim
edici) ilimler olarak da kısımlara ayrılırlar.

İslâm akâidine göre insanın ilim elde
etmesinin yolları üçtür:

1- Havass-ı selime (sağlam duyu
organları). Bunlar göz, kulak, burun, dil ve deri olmak üzere beştir.
Bu duyu organları hastalıklardan uzak olduğu takdirde
kendileriyle elde edilen bilgiye güvenilir.

2- Haber-i sadık (doğru haber). Bu ikiye
ayrılır:

a) Mütevâtir haber: Yalan söylemek üzere birleşmeleri
aklen mümkün olmayacak kadar çok sayıda bir topluluğun
vermiş olduğu haberdir. Bunda şüphe edilmez. Meselâ
bugün Avustralya kıtasının varlığını gözlerimizle
görmesek bile bir çok kişi tarafından haber verildiği için
tereddütsüz kabul ederiz.

b) Haber-i Resul: Allah tarafından gönderilen hak
peygamberin vermiş olduğu haber ve söylemiş olduğu
şeylerdir.

3- Akıl: İslâm dini akla büyük önem vermiş,
onu ilim elde etme yollarından biri olarak kabul etmiştir. Bir
şey akılla düşünmeden hemen bilinirse buna
"bedîhî" denir. Düşünerek bilinirse
"istidlâlî" denir

İslâm dini ilme, okumaya ve bilgiye büyük önem
vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.s)'e inen ilk vahiyde okumaktan,
kalemden, eğitim ve öğretimden bahsedilir: "Yaratan
Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alakadan yarattı. Oku!
İnsana kalemle yazı yazmayı öğretip ona bilmediklerin
öğrenen Rabbin sonsuz lütûf sahibidir" (el-Alak, 96/1-5).

İslâm, insanın
yaratılışına uygun bir din olduğu için bütün
müslümanlara ilmi farz kılmıştır. Her müslümanın
dinî görevlerini yerine getirecek, helâl ile haramı, hak ile
batılı birbirinden ayırt edecek kadar bilgi sahibi
olması farzdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s): "İlim
tahsil etmek her müslüman erkek ve kadına farzdır"
(İbn Mace, Mukaddime, 17) buyurmuştur.

Tıb, hesap ve teknik gibi cemiyet için gerekli
olan her türlü bilgiyi öğrenmek farz-ı kifayedir. Bu tür
ilimler cemiyetin bazı fertleri tarafından öğrenilirse bu
farzı yerine getirilmiş olur. Fakat kimse öğrenmezse
toplumun bütün fertleri Allah katında sorumlu olurlar.

Övünmek ve başkalarına karşı
üstünlük taslamak için ilim öğrenmek ise mekruhtur.

İslâm kadar ilme önem veren başka bir din
yoktur. Kur'an-ı Kerim'de sadece ilim kelimesi yüzbeş defa
zikredilir. Bu kökten gelen diğer kelimelerle birlikte bu sayı
sekiz yüzellidokuzu bulur. Ayrıca "akıl, fikir, zikr"
gibi kelimeler Kur'an-ı Kerim'de çok zikredilir.

İslâm'a göre ilim ve hikmet müminin kaybolmuş
malıdır; mümin, yerine ve söyleyene bakmaksızın onu
nerede bulursa alır. Her fenalığın, hatta küfür ve
şirkin de başı bilgisizlik ve cehalettir. Küfrün ne demek
olduğunu bilen bir kimse kafir olmaz. şirkin ne demek
olduğunu bilen, başkalarını Allah'a ortak koşmaz,
Allah'tan başkasına ibadet etmez. Bunun içindir ki Kur'an-ı
Kerim'de "Sakın ha cahillerden olma" (el-En'âm, 5/35)
buyurulmuştur. Kur'an-ı Kerîm'in açıkça ifade ettiğine
göre "Kulları içerisinde Allah'tan ancak âlimler korkar"
(el-Fâtır, 35/28).

Kur'an-ı Kerîm'de ilmin her çeşidi
övülmüş, bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağı açıkça
belirtilmiştir: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? "
(ez-Zümer, 39/9).

İslâm ilmin, âlimin ve ilim yolcusunun değerini
yükseltmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de "Allah, içinizden iman
edenlerle kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir"
(el-Mücadele, 58/15) buyurulur.

Peygamber efendimiz (s.a.s) de hadîs-i
şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "İlim tahsil
etmek maksadıyla bir yola giden kimseye Allah Teâlâ Cennet yollarından
açar. Melekler, ilim ve tahsil edene karşı memnuniyetleri ve
tevâzûleri sebebiyle kanatlarını yere sererler. Göklerde ve
yerde olan her şey, hatta su içindeki balıklar, âlim için
Allah'tan rahmet diler. Âlimin, bilmeden ibadet eden kimseye üstünlüğü,
on dördündeki ayın, görünen diğer yıldızlara
üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridir.
Peygamberler ne altın ne de gümüş
bırakmışlardır, onlar miras olarak sadece ilmi
bırakmışlardır. Kim ilmi almışsa büyük ve
değerli bir şey almış demektir" (Ebû Davud,
İlm, 1).

"Kim ilim tahsil etmek için (evinden veya
yurdundan) çıkarsa geri dönünceye kadar Allah yolundadır"
(Tirmizî, İlm, 2).

"Alimler yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin
halifeleridir. Onlar benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir"
(Keşfü'l Hafâ, H. No: 1751).

İslâm'da ilim, Allah'ın
rızasını kazanmak ve amel etmek için öğrenilir.
Peygamber efendimiz (s.a.s), dualarında; "Allah'ım, bana öğrettiklerinle
beni faydalandır; bana fayda sağlayacak ilim öğret, ilmimi
artır" (Tirmizî, Daavât, 128); "Faydasız ilimden
Allah'a sığınırım" (Tirmizî, Daavât, 68)
buyurururdu.

Görülüyor ki, dünya ve ahiret saadetinin anahtarı
ilimdir. İlim amellerin en faziletlisidir. Yukarıdaki emir ve sözlerin
ışığında İslâmiyet'le ilim birbirinden ayrılmaz
iki şeydir demek mümkündür.

Dünya, ahiretin tarlası ve Allah'a giden yolun
başlangıcıdır. Dünya düzenini ayakta tutmak için
bildirilen bir takım desturlar vardır. İşte bu dünyada
insanların ekonomik, sosyal, dinî ve dünyevî bütün durumlarını
düzenleyici ve insanları birleştirici kuvvet sadece ilim
yoluyla kazanılır.

İlim, nefisleri helâk edici ahlaksızlıklardan
temizler; insanları aydınlatarak güzel ahlâka kavuşturur
ve ahiret yolunun aydınlanmasını öğretir. İlim,
Allahü Teâlâ'nın kemâl sıfatıdır. Peygamberlerin
ve meleklerin şerefi ilimden gelmektedir. Allah'ın huzuruna
ilimle gidilir. İlim tek başına faziletin de kendisidir.

Âlim ise, bilmeyen kalabalığa gerçek ve doğru
yolu gösterici olması bakımından "Rabbinden sana
indirilen gerçekleri insanlara bildir" (el-Maide, 5/67) ilâhi
emrine muhatap olan peygamberin izindedir.

İlmi Gizlemek:

Âlimler sahip oldukları ilimleri
başkalarına aktarmak zorunda mıdırlar? Başka bir
deyimle, ilmi gizlemek, kınanan ve suç sayıları bir
iş midir?

Kur'an-ı Kerîm'de bu konuda Yahudi ve
Hristiyanlarla ilgili olmak ve hükmü müslümanları da kapsamak
üzere bazı ayetler nazil olmuştur. İmam Suyûtî
"ed-Dürrü'l-Mensûr" isimli eserinde, İbn Abbas'tan
rivayet ettiğine göre, Muâz b. Cebel ve bazı sahabiler Yahudi
bilginlerinden bir gruba Tevrat'taki bazı hükümleri sordular.
Yahudiler bu bilgileri gizlediler ve haber vermekten kaçındılar.
Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "İndirdiğimiz açık
delilleri ve hidayeti biz kitapta insanlara açıkça belirttikten
sonra- gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lânet eder, hem de
bütün lânet edebilenler lânet eder. Ancak tövbe edip, durumlarını
düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar başkadır.
Onları bağışlarım; çünkü ben tövbeyi çok
kabul edenim, çok esirgeyenim" (el-Bakara, 2/159-160).

Yahudilerin gizlediği bilgiler arasında recim
cezası bulunduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.s)'in geleceğini
bildiren haberler de bulunmaktadır Nitekim bir ayette şöyle
buyurulur; "Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de
(vasıflarını) yazılı buldukları o elçiye, o
ümmi Peygambere uyarlar" (el-A'râf, 7/157).

Ancak İslâmî hükümleri gizlemekten vazgeçip
de tövbe eden, Hz. Peygamber'e iman ederek gidişini düzelten ve
Allah'ın Peygamberlerine vahyettiği şeyleri insanlara açıklayanlar
müstesnadır. Bunlar İslâmî hükümleri gizlemekten
vazgeçtikleri takdirde Allah onların tövbesini kabul eder. Onları
rahmet ve mağfiretine kavuşturur.

Ayet-i Kerime'nin hükmü yalnız Ehl-i kitaba
değil; Allah'ın ayetlerini gizleyen ve şer'î hükümleri
açıklamayan herkese şâmildir. Çünkü ayetin ifade tarzı
usul âlimlerinin de dediği gibi özel sebebe bağlı
olmaksızın genel anlam ifade eder.

Ebû Hayyân şöyle demiştir: "Açıkça
anlaşılıyor ki, özel nüzul sebebi olsa bile ayetin umum
manası, ehl-i kitap olsun, başkaları olsun ilmi gizleyen
herkes hakkındadır. Ayet, Allah'ın dininden olup da
yayılmasına ve duyurulmasına ihtiyaç duyulan herhangi bir
ilmi gizleyen herkesi içine alır. Aşağıdaki hadis bu
ayeti tefsir eder.

Hadiste şöyle buyurulur: "Kendisine bir ilim
sorulup da bunu gizleyen kimseye kıyamet gününde ateşten bir
gem vurulacaktır" (İbn Mâce, Hâkim).

Sahabiler de bu ayeti aynı şekilde
anlamıştır. Ebû Hureyre'nin, şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Eğer Allah'ın kitabındaki
bir ayet olmasaydı, size hiç bir hadis rivayet etmezdim" Ebû
Hureyre bundan ilmi gizleyenlerle ilgili olan ayeti okumuştur (Ebû
Hayyân, el-Bahru'l Muhit, I, 454).

Diğer yandan bazı âlimler ilmi gizlemeye yol
açacağı endişesiyle, yukarıdaki ayete dayanarak,
Kur'an okuma karşılığında para almanın caiz
olmadığını söylemişlerdir. Onlara göre ayet,
hükümleri açığa vurmayı, yaymayı ve gizlemeyi
emrediyor. Bir kimse. edası kendisine gerekli olan bir amel için
ücret almaz. Namaz kıldığı için ücrete hak
kazanamaması gibi. Çünkü namaz, Allah'a yaklaşmak için yapılan
bir ibadettir. Bu yüzden namazı öğretmek
karşılığında alınacak ücret caiz olmaz.

Ancak, sonraki (Müteahhirûn) âlimleri, ücret veya
maaş alınmadığı takdirde dini görev ve çalışmaların
ihmal edileceğini, dini tebliğin
yaygınlaşamayacağını, ilmin giderek yok
olacağını düşündüler ve dinî ilimlerin eğitim
öğretim ve tebliğinde görev yapanların, bu hizmetleri
karşılığında ücret alabileceklerine dair fetva
verdiler.

Durak PUSMAZ


Konular