Şamil | Kategoriler | Konular

Hile-ı ser'ıyye

HÎLE-İ ŞER'İYYE

Hîle, çözüm, çare, beceriklilik demektir. Çıkış
yolu anlamına gelen mahrec ve çoğulu mehâric de hîlenin eş
anlamlısı olarak kullanılır. Hîle-i şer'iyye;
amel ve tasarrufları şekil ve dış görünüş
bakımından fıkha uygun düşürmek, İslâm'da
yasak olan hususları görünüşte meşrû olarak yapabilmek
için bulunan yollar, çâreler, çıkış noktaları
demektir. Karşılaşılan güçlüğü çözmeye çalışırken
başvurulan muâmeleye "muâmele-i şer'iyye", bu
işlem sonucu kazanç elde edilmişse, buna da "ribh-i
şer'î" denir. Meşrû kâr demektir.

Hîle prensibi ilk Hanefî müctehidlerince İslâm
hukukunu yürüyen hayatla uyumlu hâle getirmek, zarûret yoluyla
haramların mübah sayılmasını azaltmak,
insanların apaçık şer'î kaideleri çiğnemesini
önlemek gibi güzel amaçlar için kullanılmış ve daha
çok yemin, talâk (boşanma) gibi konularda
uygulanmıştır. Ancak bu kaide zamanla çığırından
çıkmış "kanuna karşı hile yapmak"
şekline dönüşmüştür.

İmam Muhammed, muâmele-i şer'iyyeye "iyne"
adım vermiştir. Bu yüzden iyne satışını açıklığa
kavuşturmak hîle-i şer'iyyeyi anlamaya yardımcı olur.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Însanlar dinar ve
dirhemlerin peşine düşer, iyne satışı yapar,
hayvancılık yapar ve Allah yolunda cihadı terkederlerse,
Allah onlara bir belâ indirir ve bu belâyı yeniden dinlerine dönünceye
kadar da kaldırmaz" (Ebû Dâvud, Büyû', 54; Melâhim,10;
Ahmed b. Hanbel, II, 42).

İyne satışı, ödünç para isteyen
bir kimseye bir malını veresiye bir bedelle satmak, aynı
malı daha az peşin bir bedelle geri almaktır. Bu konudaki
bir uygulama örneğini Ebu'l-âli'ye Hz.Âişe'den şöyle
nakleder: "Zeyd b. Erkam (ö. 66/689)'ın ümmü veledi olan bir
kadın O'na dedi ki: Ey mü'minlerin annesi, Zeyd'e veresiye
sekizyüç dirheme bir köle sattım. Sonra onu ondan altıyüz
dirheme peşin satın aldım. Hz. Aişe şöyle dedi:
Ne kötü bir satım, ne kötü bir alım yaptın. Zeyd'e
şunu bildir ki, eğer tevbe etmezse Rasûlullah (s.a.s) ile yaptığı
cihadın sevabım kaybetmiş olur. Kadın dedi ki; "Satışı
bozup, altı yüze geri alsan olmaz mı?" "tabii, kime
Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, önceden verdiği
kendinindir" (el-Bakara, 2/275) (Ahmet b. Hanbel, IV,180; el-Kâsâni,
Bedâyiu's-Sanâyi', V, 198, 199; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî
ve Edilletühu, Dimaşk 1984, IV, 469).

Şâfiîler dışında İslâm
hukukçularının büyük çoğunluğu iyne
satışını geçersiz saymışlardır.
Çünkü bu fâize götürür. Hanefîlerden Ebû Yusuf ise "iyne
câizdir ve sevabı vardır. Sevabının olması
haramdan kaçınmayı sağladığı içindir"
(Kâdîhân, II, 244, 245) demiştir. İmam Muhammed ise, iyne
satışını faizcilerin uydurduğunu ve bu akde
kalben razı olamadığını söyler (İbnü'l-hümâm,
Fethu'l-kadîr, V, 207, 208; İbn Âbidîn, a.g.e., IV, 244).

Muâmele-i Şer'iyyesiz alınacak bir kâr
mutlaka haramdır. Fakat muâmele-i şer'iyye suretinde İmam
Ebû Yusuf'a göre riba kalkar kâr câiz olur. Bu bir şer'î kurtuluş
yoludur. Çünkü yetimin veya vakfın malını velî veya
mütevellî bir kimseye kârsız (ribhsiz) karz olarak veremez, fâiz
alması ise haramdır. O halde meşrû bir alım-satım
akdi vasıtasiyle bunların menfaatleri sağlanmış
olur. Artık bu muâmeleyi gayr-i meşrû bir hiyle olarak kabul
etmek doğru değildir" (Ö. N. Bilmen, Istılahat-ı
Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1969, V, 47-48). Ö. N. Bilmen,
diğer borçlar konusunda farklı sonuca ulaşır ve
şöyle der:

"Ödünç para alanın üzerine, muâmele-i
şer'iyye ile bir kâr (ribh) yüklemek sahih ise de, fakihlerin
büyük çoğunluğuna göre kerâhetten uzak değildir.
İbnü'l-Hümâm Fethu'l Kadîr'de şöyle der: Böyle bir işlemde
kerâhet yoktur. Şu kadar var ki, bu tercihe şayan değildir.
Çünkü bundan karz-ı hasen suretiyle yapılacak bir iyilikten yüz
çevirme vardır (Ö. N. Bilmen, a.g.e., VI, 100, 101).

Hanefilerde genel olarak muâmele-i şer'iyye faiz
sayılmayarak câiz görülmüş, dolayısıyla uygulama
bu şekilde olmuş, fetvalar ile hükümler bu yolda verilegelmiştir.
Osmanlı sultanları hâkim ve müftîlerin, Hanefi mezhebinde
sahih görülen görüşlerle hüküm ve fetvâ vermelerini emretmiştir
(Ali Haydar, Dürarü'l-Hükkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, IV,
696-700, İstanbul 1330). Bunun bir sonucu olarak Belh fakîhleri;
"Zamanımızda iyne usulüne göre yapıları
alış-veriş, çarşılarımızda
yapılmakta olan alışverişlerden
hayırlıdır" demişlerdir.

Ancak hîle-i şer'iyye açıkça veya gizlice
fâizli işleme yol açmamalıdır. Mecelle'de de yer
aldığı gibi "akitlerde itibar lafza değil mânâyadır".
Diğer yandan, alacaklıya menfaat sağlayan borç akdinin,
bütün mezheplerce fâiz sayılarak yasaklandığı görülür
(Abdurrahman b. Süleyman (Damad) Mecmau'l Enhur, İstanbul 1301, II,
303). Bu yüzden yapılan akit gerçekçi olmalı, yapmacık
olmamalıdır. Amellerin niyetlere göre olduğu âyet ve
mütevatir hadîslerle sâbittir. Bu hüküm amellerin âhiretteki durumu
ile ilgili görülse bile, akitlerde tarafların gerçek niyet, maksat
ve iradelerini araştırmaya bir engel yoktur. Meselâ, bir kimse
ödünç olarak 1000 gram altın verip, yıl sonunda 1300 gram
olarak geri alsa, bu işlem, bir İslâm ülkesinde fâiz sayılacaktır.
Bunun yerine evini 1000 gr. altın
karşılığında satıp, bir yıl sonra 1300
gr. altına geri alsa, bu bir alım satım muamelesi olur. 300
gr. fazlalık kârdır. Ancak alım-satım faizi gizlemek
için yapılmışsa o zaman muvazaalı bir akit sözkonusu
olur. Böyle bir durumda Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî'ye göre dışa
karşı açıkça yapılan satım akdi geçerli sayılır.
Meselâ; evi alan, artık bir yıl sonra tekrar geri satmaya
zorlanamaz. İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise
tarafların gerçek iradesi araştırılır. Gerçek
irade satım akdi ise ona göre, fâiz alıp-vermek ise, buna göre
işlem yapılır (el-Mavsılî, el-İhtiyar Li Ta'lîli'l-muhtâr,
II, 21; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, I, 171). Kanun boşluklarından
yararlanarak, kanuna karşı hîle yapmak isteyenler her devirde
olmuştur. Hükümlerin amaçlarından ve özünden uzaklaşmamak
için akitlerde gerçek iradeyi araştırmak veya Ebû Hanîfe'nin
dediği gibi dış görünüşe (âhire) göre hükmetmek
gerekir. Bu taktirde hîle-i şer'iyyelerin önüne geçilebilir veya
bu konuda tarafların muvâzaalı akit değil de gerçek
akitler yapması sağlanabilir.

Bize kadar ulaşan hîle ve mehâric kitapları
daha çok Hanefi ve Şâfiîlere aittir.

İmam Muhammed (ö.189/805)'in el-Hiyel ve'l
Mehâric'ini el Hâkim eş-Şehîd özetlemiş, İmam
Serahsî de bunu şerhetmiştir. el-Hiyel'in iki ayn rivâyeti
Sahabe tarafından " el Mehâric fi-Hiyel" adıyle
neşredilmiştir (Leipzig, 1930).

el-Hassâf, Alî b. Muhammed en-Nehaî ve Sad b. A
es-Semerkandî gibi fakihlerin de müstakil "el Hiyel" kitapları
vardır. Diğer bir takım fıkıh ve fetvâ kitaplarında
da hiyel için fasıllar açılmıştır.

Şâfiîlerden Gazâlî ve İbn Ziyad gibi
âlimler hiyele cephe almışlarsa da, İbn Hacer, Fetâvâ'sında
bunlara karşı çıkmış ve uygulamayı hiyelin
lehine çevirmiştir.

Hîle-i şer'iyye usûlüne en büyük tepki
Hanbelîlerden İbn Teymiyye (ö.728/1327) ile öğrencisi
İbnü'l-Kayyim (ö. 751/1350)'den gelmiştir. İbn
Teymiye'nin " Kıyamu'd Delîl alâ Butlânu't-Tahlîl",
İbn Kayyim'in " Î'lâmü'l-muvakkıîn ve İgâsetü'l-Lehfân"
isimli eserlerinde bu konu geniş olarak
tartışılmış, "gaye ve çâre mübah ise
hîle mübah, değilse hîle haramdır" sonucuna
varılmıştır (İbn Teymiyye Mecmau'l-Fetâvâ,
XXIX, 446; İbn Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, Mısır
1955, III,107-417, İgâsetü'l-Lehfân, Mısır 1310, s.
183-285; A. Emîn, Duha'l-İslâm, II, 190 vd.).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular