Şamil | Kategoriler | Konular

Hasr suresı

HAŞR SÛRESİ

Kur'ân-ı Kerîm'in elli dokuzuncu sûresi. Medine
döneminin dördüncü yılı Rebiülevvel ayında nâzil oldu.
Sûre, yirmi dört âyet, dört yüz kırk beş kelime, bin
beş yüz otuz harften meydana gelir. Adını ikinci âyetinde
geçen, Benû Nadir yahudilerinin sürgününü ifade eden "haşr"
kelimesinden almaktadır. Nadiroğullarından bahsettiği
için bu sûreye "Nadir sûresi" de denir. Sûrenin iniş
nedeni, Nadiroğulları yahudilerinin sözleşmelerinden dönerek
müslümanlar aleyhinde Medine'ye saldıran müşrik ordusuna
yardım etmeleri ve bununla da kalmayıp Hz. Peygamber'e suikast düzenlemeleri
yüzünden müslümanlarla yaptıkları savaştır. Süre
bu savaşı ve neticesini konu edinir ve ardından müslümanları
ahlâkî yönden eğiten ayetten gelir. Son bölümdeki âyetler de
Allah'ın sıfatlarını anlatır.

Sûrenin inmesine neden olan olayı kısaca
özetlemek gerekir ki daha iyi anlaşılsın. Tarihte birçok
sürgünlerden sonra Medine'yi kendilerine yurt edinen üç yahudi
kabilesinden biri olan Benû Nadir, Medine'de ekonomik bakımdan Arap
kabileleri Evs ve Hazreç'ten daha güçlüydü. Araplara karşı
ittifak kuran Benû Kaynuka, Benû Kureyza ve Benû Nadir ekonomik
güçlerini de kullanarak Araplara üstünlük sağlamışlardı.
Ancak Arap kabilelerinin birbiri arasında düşmanlıklar ve
bölünmeler bu durumlarının asıl nedeniydi. Arap
kabilelerinin parça parça ve düşman halde yaşaması
yahudilerin gücünü arttırıyor ve bunun devamı için de
düşmanlıkları körüklüyorlardı. Bu ortamda düşman
olan iki kabile Evs ve Hazrec'in İslâm'ı seçip kardeş
olmaları ve ardından Mekkeli müslümanlara kucak açıp
peygamber'in öncülüğünde Medine'de güçlü bir İslâm
toplumu oluşturmaları yahudilerin gücünü kırmış
ve istemeye istemeye müslümanlarla barış antlaşması
yapmışlardı. Ancak fırsatını
bulduklarında da tek tek bu anlaşmayı ihlal ettiler.
Antlaşmanın kendilerine yüklediği "dış düşmana
karşı Medine'yi birlikte savunma" görevini hiçbir zaman
yapmadıkları gibi düşmanla işbirliği
yaptılar. Önce Benû Kâynuka bozdu antlaşmayı; Medine'den
sürgün edildiler. Ardından Benû Nadir aynı şeyi
yaptı, üstelik Peygamber (s.a.s)'i öldürmeye teşebbüs etti.
ancak Cebrâil (a.s)'in haber vermesi üzerine suikastı atlatan Hz.
Peygamber kendilerine şu ültimatomu gönderdi: "Yapmak
istediklerinizi öğrendim. On gün içinde Medine yi terkedin. Bundan
sonra sizden kim ele geçirilirce öldürülecektir" Münâfıkların
reisi Abdullah bin Übeyy kendilerine haber gönderdi: "Yerinizi
terketmeyin. İkibin adamımla yanınızdayım.
Ayrıca Benû Kureyzâ ve Gatafan oğulları da yardıma
hazır." Bu güvenceyi alan Benû Nadir, Rasûlüllah'a Medine'yi
terketmeyeceği haberini gönderdi. Kendilerini kuşatan İslâm
ordusuna karşı en çok on beş gün dayanabilen Benû Nadir
teslim oldu; silahları dışında develerine yükleyebildikleri
kadar varlıklarını alarak şehri terketmelerine izin
verildi. Geride bıraktıkları ganimetler (arazi,
bağ-bahçe, dükkan vs.) müslümanlara kaldı. İşte sûre
bu olay çerçevesinde, ganimet dağıtımı konusunda
hırsa kapılan müslümanlara dönerek durumu aydınlığa
kavuşturmak ve onlar bir öğüt almak için inmiştir.

Sûre beş ana bölümden meydana gelmektedir;
Birinci ilâ dördüncü âyetler Benû Nadir'in yurtlarından sürülmelerini
konu edinir. Ne kendilerinin ne de mü'minlerin tahmin etmediği bir
şekilde, Allah'ın kalplerine saldığı korku
nedeniyle kendi elleriyle evlerini söküp şehri terketmelerinden
basiret sahiplerinin ibret alması istenir.

Beşinci âyette ise müslümanların
savaş anında benimseyecekleri tavır ve taktik ele
alınır. "Hurma ağaçlarını kesmeniz ya da kökleri
üzerinde bırakmanız, Allah'ın izniyle idi. (Allah bu izni)
fâsıklar rezil olsun diye vermişti" (5). Yahudileri
kuşatan müslümanlar onları teslim olmaya zorlamak için bağ
ve bahçelerindeki ağaçların bir kısmını
kestiler. En büyük gelir kaynaklarından mahrum bırakılan
Benû Nadir bu hâliyle Medine'de kalamazdı. Tek çare olarak teslim
oldular. Allah onları müslümanlar karşısında zelil
etti; hem de iki kez. Müslümanlar kendi ağaçlarını
keserken engel olmak için hiçbir şey yapamadılar, kalelerinin
ardından zelil bir şekilde seyrettiler. İkinci zelillikleri
de sürgün anı ve olayıdır. Kesilmeyen ağaçlar ve
araziler müslümanların eline geçince kahırlarından zelil
oldular.

Altı ilâ onuncu âyetler arasında müslümanların
eline geçen bu savaş ganimetleri konusu ele alınmakta; İslâm
askerlerinin savaşarak ele geçirdikleri ganimetle savaş
yapılmadan kazanılan ganimetler arasındaki fark beyan
edilmektedir (İslâm hukukunda bu ayrım "Fey" ve
"Ganimet" olarak adlandırılır): Ganimetin
beşte dördü askerler arasında
paylaştırılırken savaşmadan kazanılan Fey
ise "Allah, Rasûlü, O'na yakın akrabalar, yetimler, fakirler
ve yolda kalmışlar içindir. (Bunun nedeni) o mal yalnızca
zenginleriniz arasında elden ele dolaşan bir servet olması
diyedir." Bu hükümden hoşnut olmayanlar için hemen ardından
bir uyarı geliyor: "Rasûl size verdiyse onu alın, ne yasak
ettiyse ondan uzak durun" (7).Ve bu uyarıyı Allah
korkusuyla, onun azâbıyla destekliyor. Ardından gelen
âyetlerde bu Fey'den hak sahibi olan diğer kişiler belirtilir:
Mekke'den tüm mallarını bırakıp Medine'ye göçen
muhâcirler ve onları kendi kardeşleri yapıp bütün
mülklerini paylaşan Medineli Ensâr da bu haktan yararlanacak kişiler
arasındadır. (Bu konudaki âyet daha sonraki dönemlerde
fethedilen toprakların ne şekilde değerlendirileceği
konusunda bir delil kaynağı olmuş, ancak İslâm
âlimleri arasında tam bir görüş birliğine
varılamamıştır. Hanefîlere göre İslâm devlet
başkanı bu konuda yetki sahibidir; dilerse beşte birini
askerlere dağıtır, kalanını devlet bütçesine
aktarır, dilerse tamamını bütçeye aktarır. Mâlikîlere
göre tamamı vakıf malı olur ve devlet kontrolüne girer.
Hanbelîler bu konuda Hanefîler gibi düşünür. Şâfiîlere
göre ise gayr-i menkuller devlete, menkuller de savaşan askerleri
âittir).

On bir ilâ on yedinci âyetler de, müslümanların
Benû Nadir'le yapacakları muhtemel bir savaş
karşısında münâfıkların yaptığı
tercih ve bunun nedenleri açıklanır. Onların Allah'tan
daha çok müslümanlardan korktukları, buna rağmen gizli gizli
aleyhte çalıştıkları haber verilir. Ama hiçbir zaman
saflarını kesin çizgilerle belirlemezler. Kim güçlüyse onun
yanında yeralırlar. "Eğer onlar çıkarılsa,
bunlar (münâfıklar) onlarla beraber çıkmazlar. Onlara
savaş açılmış olsa, bunlar onlara yardım
etmezler" (12). Halbuki iki bin kişiyle yardıma
gideceğine söz verenler bunlardı. O münafıklar "Însana,
"inkâr et' diyen ve insan inkâr edince de "ben senden uzağım,
ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım' diyen şeytan gibidirler"
(16).

Sûrenin son bölümünü oluşturan on sekiz ve
yirmi dördüncü âyetler müslümanlara ve nefsine uyan müslüman
görünümlü münâfıklara dönerek onları, herşeyi bilen,
kalplerde gizlenen herşeyden haberdar olan Allah'tan korkmaya çağırıyor.
Sûrenin yirmi birinci âyetinden yirmi dördüncü âyetine kadar olan
âyetlerde Allah'ın, Âlim, Rahman, Rahim, Melik, Kuddüs, Selâm,
Mü'min, Müheymin, Aziz, Cebbar, Mütekebbir, Hâlik, Bâri', Musavvir sıfatları
hatırlatılarak mü'minler uyarılıyor. Hz. Peygamber
bir hadis-i şeriflerinde bu âyetler hakkında şöyle
buyururlar: "Bir müslüman sabah ve akşam namazlarından
sonra üç kez "Eûzu billahis Semi'ıl Alimi mineş
Şeytanir Racim deyip Lev enzelna diye başlayan Haşr sûresinin
son dört âyetini okursa o gün veya o gece öldüğünde şehid
olur."

Fedakâr KIZMAZ


Konular