Şamil | Kategoriler | Konular

Hadis

HADÎS

Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözleri, fiilleri, takrirleri
ile ahlâkî ve beşerî vasıflarındarı oluşan sünnetinin
söz veya yazı ile ifade edilmiş şekli. Bu mânâda hadis,
sünnet ile eş anlamlıdır.

Hadis kelimesi, "eski"nin zıddı
"yeni" anlamına geldiği gibi, söz ve haber anlamlarına
da gelir. Bu kelimeden türeyen bazı fiiller ise haber vermek,
nakletmek gibi anlamlar ifade eder. Hadis kelimesi, Kur'ân'da bu anlamları
ifade edecek biçimde kullanılmıştır. Sözgelimi,
"Demek onlar bu söze (hadis) inanmazlarsa, onların peşinde
kendini üzüntüyle helâk edeceksin" (el-Kehf, 18/6) âyetinde
"söz" (Kur'ân); " Musa'nın haberi (hadîsu Mûsa)
sana gelmedi mi?" (Tâhâ, 20/9) ayetinde "haber" anlamına
gelmektedir. "Ve Rabbinin nimetini anlat (fehaddis)" fiili de
"anlat, haber ver, tebliğ et" anlamında
kullanılmıştır.

Hadis kelimesi zamanla, Hz. Peygamber'den rivâyet
edilen haberlerin genel adı olarak kullanılmaya
başlanmıştır. Kelime, bizzat Rasûlullah (s.a.s) tarafından
da, bu anlamda kullanılmıştır. Buhârî'de yeralan bir
hadîse göre Ebû Hüreyre, "Yâ Rasûlullah, kıyâmet günü
şefâatine nâil olacak en mutlu insan kimdir?" diye sorar. Hz.
Peygamber şöyle cevap verir: "Senin "hadîse" karşı
olan iştiyakını bildiğim için, bu hadis hakkında
herkesten önce senin soru soracağını tahmin etmiştim.
Kıyâmet günü şefâatime nâil olacak en mutlu insan, "Lâ
ilâhe illâllah" diyen kimsedir" (Buhârî, İlim; 33).

Hadisin Dindeki Yeri ve Önemi:

Rasûlullah (s.a.s), Allah'tan aldığı
vahyi yalnızca insanlara aktarmakla kalmamış, aynı
zamanda onları açıklamış ve kendi hayatında da
tatbik ederek müşahhas örnekler hâline getirmiştir. Bu
nedenle O'na "yaşayan Kur'ân" da denilmiştir.

İslâm bilginleri genellikle, dinî konularla
ilgili hâdislerin, Allah tarafından Hz. Peygamber'e vahyedilmiş
olduklarını kabul ederler; delil olarak da, "O (Peygamber),
kendiliğinden konuşmaz; O'nun sözleri, kendisine gönderilmiş
vahiyden başkası değildir" (en-Necm, 54/3-4) âyetini
ileri sürerler. Ayrıca, "Andolsun ki; Allah, mü'minlere
büyük lütufta bulundu. Çünkü, daha önce apaçık bir
sapıklık içinde bulunuyorlarken, kendi aralarından, onlara
kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi" (Âlu lmrân,
3/164) âyetinde sözü edilen "hikmet" kelimesinin, "sünnet"
anlamında olduğunu da belirtmişlerdir. Nitekim, Hz.
Peygamber ve O'nun ashâbından nakledilen bazı haberler de, bu
gerçeği ortaya koymaktadır. Rasûlullah'tan (s.a.s) şöyle
rivayet edilmiştir: "Bana kitap (Kur'ân) ve bir de onunla
birlikte, onun gibisi (sünnet) verildi" (Ebû Dâvûd, Sünen, II,
505). Hassan İbn Atiyye, aynı konuda şu açıklamayı
yapmıştır: "Cibrîl (a.s.) Rasûlullah (s.a.s)'e
Kur'ân'ı getirdiği ve öğrettiği gibi, sünneti de
öylece getirir ve öğretirdi" (İbn Abdilberr, Câmiu'l
Beyâni'l-ilm, II, 191).

Yukarıda zikredilen âyet ve haberlerden de anlaşılacağı
gibi, Kur'ân ve hadîs (daha geniş ifadesiyle sünnet), Allah (c.c.)
tarafından Rasûlullah (s.a.s.)'a gönderilmiş birer vahiy olmak
bakımından aynıdırlar. Şu kadar var ki; Kur'ân,
hadîsin aksine, anlam ve lâfız yönünden bir benzerinin meydana
getirilmezliği (i'câz) ve Levh-i Mahfûz'da yazı ile tesbit
edildiği için, ne Cibrîl (a.s.)'in ve ne de Hz. Peygamber'in,
üzerinde hiçbir tasarrufları bulunmaması noktasında hadîsten
ayrılır. Hadîs ise, lâfız olarak vahyedilmediği için,
Kur'ân lâfzı gibi mu'ciz olmayıp, ifade ettiği anlama
bağlı kalmak şartıyla sadece mânâ yönüyle
nakledilmesi câizdir.

Hz. Peygamber'den hadîs olarak nakledilen, fakat daha
ziyade, O'nun (s.a.s) sade bir insan sıfatıyla, dinî hiçbir
özelliği bulunmayan, günlük yaşayışıyla ilgili
sözlerinin, yukarıda anlatılanların dışında
kaldığını söylemek gerekir. O'nun (s.a.s.) bir insan
sıfatıyla hata yapabileceğini açıklaması (Müslim,
Fedâil, 139-140-141) bunu gösterir. Nitekim bazı
ictihadlarında hataya düşmesi, bu konularda herhangi bir vahyin
gelmediğini gösterir. Ancak bu hataların da, bazan vahiy yolu
ile düzeltildiği unutulmamalıdır.

Vahye dayalı bir fıkıh kaynağı
olarak hadis, Kur'ân karşısındaki durumu ve getirdiği
hükümler açısından şu şekillerde bulunur:

1. Bazı hadisler, Kur'ân'ın getirdiği hükümleri
teyid ve tekit eder. ana-babaya itâatsizliği, yalancı şâhitliği,
cana kıymayı yasaklayan hadisler böyledir.

2. Bir kısmı hadisler, Kur'ân'ın
getirdiği hükümleri açıklar, onları
tamamlayıcı bilgiler verir. Kur'ân'da namaz kılmak,
haccetmek, zekât vermek... emredilmiş, fakat bunların
nasıl olacağı belirtilmemiştir. Bu ibadetlerin
nasıl yapılacağını hadislerden öğreniyoruz.

3. Bazı hadisler de, Kur'ân'ın hiç temas
etmediği konularda, hükümler koyar. Hadîsin başlı
başına müstakil bir teşri' (yasama) kaynağı
olduğunu gösteren bu tür hadislere, ehlî merkeplerle yırtıcı
kuşların etinin yenmesini haram kılan, diyetlerle ilgili
birçok hükmü belirten hadisler... örnek olarak verilebilir.

Buraya kadar anlatılanlar, hadîsin (sünnet)
İslâm dinindeki önemli yerini gözler önüne sermektedir. Din açısından,
Kur'ân'dan hemen sonra gelen bir hüküm kaynağı olarak
hadislere gereken önemin verilerek Hz. Peygamber'in sünnetine uyulması,
başta Allah (c.c.) olmak üzere, O'nun Rasülü Hz. Muhammed (s.a.s)
tarafından da çok kesin ifadelerle emredilmiştir. Bu konuda
Kur'ân'da şu âyetlere yer verilmiştir: "Ey Peygamber de
ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki; Allah da
sizi sevsin ve günâhlarınızı
bağışlasın"(Âlu İmrân, 3/31); "Ey
Peygamber de ki: Allah'a ve peygamber'e itâat ediniz. Eğer yüz
çevirirseniz, biliniz ki Allah kâfirleri sevmez" (Âlu İmran,
3/32; "Allah'a ve Peygamberlere itâat ediniz, umulur ki rahmet
olunursunuz" (Âlu İmrân, 3/132); "Peygamber size neyi
getirmişse onu alın, neyi yasaklamışsa ondan
sakının" (el-Haşr, 59/7). Görüldüğü gibi bu
âyetlerde, Rasûlullah (s.a.s)'e itâat, Allah'a (c.c.) itâat ile
birlikte emredilmiş, hatta Peygamber (s.a.s)'e itâatin Allah'a
(c.c.) itâat demek olduğu açıkça belirtilmiştir.

Rasûlullah (s.a.s) da bir hadîsinde: "Şunu
kesin olarak biliniz ki, bana Kur'ân ve onunla beraber onun bir benzeri
(sünnet) daha verilmiştir. Karnı tok bir halde rahat
koltuğuna oturarak;' Şu Kur'an'a sarılın; O'nda neyi
helâl görürseniz onu helâl, neyi koram görürseniz onu da haram kabul
ediniz' diyecek bazı kimseler gelmesi yakındır. Şüphesiz
ki, Allah Rasûlünün haram kıldığı şey de
Allah'ın haram kıldığı gibidir" (Ebû Davûd
Sünnet, 5; İbni Mace, Mukaddime, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
IV,131) buyurarak, sünnetini küçümseyip dinden ayırmak
isteyenlere karşı müslümanları uyarmış ve dinin
sünnetsiz düşünülemeyeceğini vurgulamıştır.
Nitekim, Hz. Peygamber'in burada geleceğini ikaz ettiği
kişi ve gruplar Hicri birinci ve ikinci asırlarda ve bir de
XIX-XX. asırlarda müsteşriklerin etkisiyle, Hindistan (Ehl-i
Kur'an Cemiyeti) ve Mısır'da (Tevlik Sıdkı, Mahmud Ebû
Reyye..) ortaya çıkmış, fakat bunların hadis ve sünnete
hiçbir etkisi olmamıştır.

Hadisin Yapısı:

Hadisler yakından incelendiği zaman,
birbirinden farklı iki ana kısımdan oluştuğu görülür:
Sened ve metin.

Sened: Güvenmek, dayanmak anlamın gelen
"sened" kelimesi, bir hadis terimi olarak, metnin
başında yeralan ve biri diğerinden almak ve nakletmek
suretiyle hadîsi rivâyet eden kişilerin, Rasûlüllah'a varıncaya
kadar sayıldığı kısımdır. Başka
bir deyişle, râvîler zincirinin adı olup bu zincir, hadîsin
Hz. Peygamber'den kimler aracılığıyla ve hangi
yollarla bize ulaştığını gösterir: Meselâ:

"Haddesenâ Muhammed İbn Beşşâr,
kâle; haddesenâ Yahyâ kâle; Haddesenâ Şu'be, kâle; haddesenâ
bu't-Teyyâ'h, an Enes, ani'n-Nebiyyi sallellahü aleyhi ve sellem kâle:
(Enes'ten Ebu't-Teyyâh, ondan Şu'be, ondan Yahyâ, ondan da Muhammed
İbn Beşşâr naklederek, Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir:)." Senette geçen
"haddesenâ" (bize nakletti, rivayet etti) ve "an"
(ondan) kelimelerine "rivâyet lâfızları" denir.
"Kâle", dedi anlamındadır.

Senedi, yani râvîler zincirini zikretmeye
"isnâd" adı verilir. Râvîlerin hadisleri nakletmesine
"rivâyet", rivâyet ettikleri hadise de "mervî"
denir. Senede "târik" veya "vecih" adı da
verilmektedir. Sened daha çok hadis uzmanları için, hadisin sıhhatini,
yani, hadîsin Hz. Peygamber'e âit olup olmadığını
kontrol edebilmek açısından önem taşımaktadır.

Metin; Senedin, ya da râviler zincirinin kendinde son
bulduğu, rivâyet edilen asıl hadis kısmına metin
denir. Yukarıda örnek olarak verdiğimiz sened, metni ile
birlikte şu şekilde kaydedilir: "Enes'ten Ebiı't-Teyyâh,
ondan Şu'be, ondan Yahyâ, ondan da Muhammed İbn Beşşâr
naklederek, Nebi (s.a.s.)'in şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir:
"Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz
nefret ettirmeyiniz. "

Hadislerin Sınıflandırması:

Sağlamlık yönünden hadisler üç kısma
ayrılır: Sahih, hasen, zayıf. Hadislerin çeşitli yönlerden
değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu
değerlendirmelerde doğruluğu (sıhhati)
araştırılan, hadîsin Hz. Peygamber'e âit olan metin kısmı
değil; metnin Rasûlullah (s.a.s)'e âit olup olmadığını
gösteren sened kısmıdır. Bu durumda değerlendirme
sonunda bir hadîse sahih, hasen veya zayıf denildiğinde bu, Hz.
Peygamber'in söz veya fiilinin sahih veya zayıf olduğu
anlamında değil, hadis metnindeki ifadenin Rasûlullah'a (s.a.s)
âit oluşunun sahih veya zayıf olduğu
anlamındadır.

1. Sahih hadis: Adâlet ve zabt sahibi râvîlerin,
yine aynı durumdaki râvîler vasıtasıyla Hz. Peygamber'e
kadar ulaşan kesintisiz bir senedle rivâyet ettikleri, şâz ve
illetli olmayan hadistir. Bu tür hadislerin Hz. Peygamber'den geldiğinde
herhangi bir şüphe yoktur. Yukarıdaki tariften de
anlaşılacağı gibi, bir hadisin sahih olabilmesi için
bazı şartların bulunması lâzımdır. Bu
şartlar şunlardır:

a) Hadîsi nakleden râvîler âdil olmalıdır.
Burada sözü edilen adâlet, zulmün zıt anlamlısı
değil; şirk, fısk ve bid'at gibi bütün büyük ve
küçük günâhlardan sakınmak ve takvâ sahibi, samimi bir
müslüman olmak anlamındadır. Bu özelliğe sahip kimselere
hadis ıstıladımda, "adl" (âdil) denir. Hakkında
gerekli araştırmalar usûlüne uygun şekilde
yapılıp, adâlet prensibine aykırı
davranışları nedeniyle "âdil' olmadıkları
anlaşılan (mecruh) râvîler ile kim oldukları bilinmeyen,
ya da durumları belirsiz olduğu için adâletleri tesbit
edilemeyen kimselerin (meçhûl) rivayet ettikleri hadisler,
"sahih" hadislerin dışında kalır.

b) Râvîler, rivâyet edecekleri hadisleri, doğru
bir şekilde öğrenme, aradan uzun bir zaman geçse bile aynen
hatırlayabileck ölçüde "öğrendiğini koruma"
(zabt) yeteneğine sahip olmalıdır. Öğrenme ve öğrendiğini
koruma yeteneğine sahip olamayan râvîlerin naklettikleri hadisler
de "sahih" kabul edilmez.

c) Hadîsi nakleden râvîlerin her biri, kendisinden
hadis naklettikleri kimseler ile bizzat görüşerek hadis
almış veya en azından, görüşme imkân ve ihtimaline
sahip, çağdaş (muâsır) kişiler olmalıdır.
Râvîler arasında gizli veya açık bir kopukluğun
(inkıta') bulunması, yani senedin muttasıl olmaması
hadîsi "sahih"likten çıkarır.

d)Güvenilir (sika) bir râvî tarafından rivâyet
edilen hadis, daha güvenilir bir veya birden fazla râvînin rivayetine
ters düşerek, tek (şâzz) kalmamalıdır. Çünkü bu
durum, hadîsin sihhatine engeldir.

e) Hadîsin metin veya senedinde, onu zaafa düşüren
herhangi bir kusur bulunmamalıdır. İlletli (muallel) kabul
edilen bu tür hadisler, sahihlik vasfını kaybeder.

İşte bu beş şartın hepsini
taşıyan hadisler sahihtir; yani teknik olarak bu hadislerin Hz.
Peygamber'e âit olduğunda şüphe yoktur.

2. Hasen hadis: Sözlükte "güzel" anlamına
gelen "hasen" kelimesi, hadis ıstılahında sahih
hadisle zayıf hadis arasında yer alan, fakat sahih hadîse daha
yakın olan hadis türüne verilen addır. Daha açık bir
ifade ile, hasen hadisle sahih hadis arısındaki fark, hasen hadîsin
râvîlerinin durumu kesin olarak bilinmemekle birlikte, yalancılıkla
suçlanmamış, dürüst ve güvenilir olmalarına
rağmen, titizlikleri (itkân) ve hâfızalarının
sağlamlığı (zabt) açısından sahih hadis râvîlerinden
daha aşağı derecede bulunmasıdır. Hasen hadis, bu
iki özellik dışında sahih hadîsin bütün özelliklerini
taşır. Bir de, hasen hadislerin mütâbi'teri olmalıdır.
Mütâbi', bir râvînin naklettiği hadîsin başka râvîler vasıtasıyla
da rivâyet edilmesidir. Böylece hasen hadis râvîlerindeki zabt eksikliği
takviye edilmiş olur.

Hasen hadis terimi, yaygın şekilde ilk defa
Tirmizî tarafından kullanılmıştır. Tirmizî'den
önce hadisler, sahih ve zayıf diye ikiye ayrılır,
zayıf hadis de; terkedilmiş, terkedilmemiş olmak üzere iki
kısımda değerlendirilirdi. "Terkedilmeyen zayıf
hadisler", Tirmizi (279/892) tarafından hasen cerimiyle
"zayıflıktan" çıkarılmış oldu.
Bunun tabii sonucu olarak da Tirmizî'nin Câmi'i, hasen hadîsin başlıca
kaynağı sayılmıştır. Ebû Dâvûd'un
Sünen'i de, hasen hadîsin çokça bulunduğu eserlerden biri olarak
kabul edilir.

3. Zayıf Hadis: Zayıf hadis, sahih veya hasen
hadîsin taşıdığı şartların birini veya
birkaçını taşımayan hadistir. Bu şartların
bulunup bulunmadığı, hadisin çeşitli yönlerden
tetkik ve tenkide tâbi tutulmasıyla anlaşılır. Sözgelimi,
hadîsin râvîsi adâletindeki kusur sebebiyle, zabtının
zayıflığı, seneddeki kopukluk, râvînin kendindan
daha sikâ bir râvî veya râvilere aykırı rivâyeti...
sebepleriyle hadîsin Hz. Peygamber'e âit olduğu zayıf kabul
edilir. Hadis bilginleri, zayıf hadisleri çeşitli yönleriyle
pek çok kısma ayırmışlardır.

Hadis âlimleri, zayıf hadisle amel edilip
edilemeyeceği konusunda üç görüş ileri sürmüşlerdir.

a) Hiçbir konuda zayıf hadisle amel edilmez.
Yahya b. Maîn'den nakledilen bu görüşü, Buhârî ve Müslim'in
yanısıra İbn Hazm ve Ebû Bekr İbnu'l-Arabî benimsemiştir.

b)Her konuda zayıf bir hadisle amel edilebilir.
Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd "zayıf hadis re'y, yani
kıyastan daha iyidir" diyerek bu görüşü tercih etmişlerdir.

c) Bazı şartları taşıması
hâlinde, amellerin fazileti ile ilgili konularda zayıf hadisle amel
edilebilir. İbn Hacer el-Askalânî bu şartları şöyle
sıralar:

aa. Hadis aşırı derecede zayıf
olmamalıdır.

bb. Zayıf hadis, kitap veya sünnete dayalı
olarak amel edilen bir aslın kapsamına girmelidir.

cc. Zayıf hadisle amel edilirken sâbit olduğuna
kesin gözle bakmamalı, ihtiyaten amel edildiği bilinmelidir.

Bazı alimlerin ileri sürdüğü, "gerek
şer'î hükümler ve gerekse fezâil konusunda, elimizde zayıf
hadîse lüzum bırakmıyacak kadar çok sahih ve hasen hadis vardır"
görüşü, tercihe şâyân bir görüş olsa gerektir.

Kudsi ve Nebevi Hadis: Mânâsı Allah'a, lâfızları
Hz. Peygamber'e âit olan hadislere kudsi hadis; mânâ ve lâfzı Hz.
Peygamber'e âit olan hadislere de nebevî hadis denir. "İlâhî
hadis" ve "Rabbânî hadis" diye de adlandırılan
kudsî hadis: Ha. Peygamber'in, anlam bakımından Allah'a
dayandırdığı, başka bir deyişle O'ndan
nakiller yaparak söylediği sözdür. Kur'ân ile nebevî hadis arasında
yeralan bu tür hadislerin "kutsal"lığı, mânâsının
Allah'a âit olmasından; "hadis" diye
adlandırılması ise, Hz. Peygamber tarafından dile
getirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Allah tarafından gelen vahiy olmaları
bakımından, Kur'ân âyetleriyle kutsî hadisler arasında
bir fark yoktur. Fakat Kur'ân hem anlamı, hem de lâfızları
yönünden Allah'a âit iken, kutsî hadis, sadece mânâ açısından
Allah'a âittir. Kur'ân ile kutsî hadis arasındaki diğer
farklar şunlardır:

a) Kutsî hadis, namazda okunmaz.

b) Abdestsiz olarak dokunulması câizdir.

c) Lâfzı Allah'a âit olmadığı için
Kur'ân gibi mu'ciz değildir.

d) Lafzî rivâyeti şart olmayıp, sadece
anlam olarak rivâyet edilmesi câizdir.

Kutsî hadîsin ilk kaynağı Allah olduğu
ve esasen hitap O'ndan geldiği için, rivâyet edilirken başına,
"Hz. Peygamber'in rivâyet ettiğine göre Allahu Teâlâ şöyle
buyurdu:..." veya "Rasûlullah (s.a.s), Rabbinden rivâyet ettiği
hadiste şöyle buyurdu:..." şeklinde bir rivâyet lafzı
getirilir.

Diğer hadislere göre kutsî hadislerin sayısı
çok azdır.

Hadisin dindeki önemli yeri zamanla müstakil bir ilim
hâline dönüşmesine sebep olmuştur. Hadis âlimleri, İslâm'da
Kur'ân'dan sonra en önemli yeri işgal eden bu ilim
dalını, sahih olanlarını sahih olmayanlardan
ayırmak için, hadîsin sened ve metninin araştırılmasını
konu edinen bir ilim olarak tanımlamışlardır.

Hadis ilmi üzerinde devamlı gelişen çalışmalar,
bazı konularının bağımsız
araştırma alanına dönüşmesine yol açmıştır.
Bu ilim dalları şunlardır:

1. Rivâyetü'l-Hadis İlmi: Hz. Peygamber'in sünnetini
(hadisler) toplayan, nakleden ilim. Hadislerin yazılı
şekillerini ihtivâ eden bütün hadis kitapları (Sahihler, Câmiler,
Sünenler, Müsnedler...)'bu ilme âit malzemeyi oluştururlar.

2. Dirâyetü'l-Hadis İlmi: Hadislerin sıhhat
durumlarını tesbit için, sened ve metnin durumlarını
anlamaya imkân veren ilim dalıdır.

3. Cerh ve Ta'dil İlmi: Sahâbeden itibaren
bütün hadis râvîlerinin doğruluk ve güvenirlik durumlarının
incelendiği bir ilim dalıdır. Genellikle râvîler
isimlerine ve künyelerine göre alfabetik bir tarzda sıralanır
ve her birinin hayatı, kimlerden hadis rivâyet ettiği, kimlere
hadis naklettiği, râvîler arasındaki yeri, adâlet ve zabt
yönünden durumu, kendisi hakkında hadis münekkidlerinin görüşü...
teknik tâbirlerle ifade edilir. İlk asırlardan itibaren pek
çok kıymetli eserin kaleme alındığı bu ilim
dalında, İbn Ebi Hâtim er-Razi'nin "el-Cerh
ve't-Ta'dil" adlı kıymetli bir kitabı vardır.

4. Râvîler Tarihi İlmi: Hadis rivâyeti açısından
ravilerin biyoğrafilerini, tabakalarını... veren ilimdir.
İbn Sa'dın "Tabakat" ı, Buhârî'nin
"Tarîh"i, İbn Hacer'in "el-İsâbe"si, bu
ilmin en meşhur kaynaklarındandır.

5. Hadislerin Vürûd Sebepleri İlmi: Hadislerin söyleniş
sebeplerini tesbit etmeye çalışan ilim dalıdır.
Hadislerin daha iyi anlaşılmasını sağlayan bu
dalda, Suyûtî'nin "el-Lüma" isimli bir eseri vardır.

6. Garîbu'l-Hadis İlmi: Hadis metinlerinde geçen,
az kullanıldığı veya Arapça'ya sonradan girdiği
için anlaşılması zor olan kelimelerin açıklanması
bu ilmin konusunu teşkil eder. Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe'nin
"Garîbu'l-Hadis"adlı eserleri ile, Zemahşerî'nin
"el-Fâik" ve İbnü'l-Esîr'in "en-Nihâye" si,
bu ilim dalının önemli kaynaklarıdır.

7. İlelü'l-Hadîs İlmi: Herkesin
farkedemediği, ancak hadis uzmanlarının tesbit
edebildiği ve hadisin sıhhatine engel olan gizli kusurları
araştıran bir ilimdir. Ahmed b. Hanbel'in
"Kitabu'l-İlel" i bunlardandır.

8. Muhtelifu'l-Hadîs İlmi: Bu ilim, gerçekte
olmadığı halde dış görünüşü bakımından
aralarında çelişki var gibi görünen hadisleri ele alır
ve görünürdeki bu çelişkiyi giderir. Bu sahada İbn
Kuteybe'nin yazdığı "Te'vilu Muhtelifi'l-Hadis"
adlı eseri, hadis Müdafaası adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir.

9. Nâsih ve Mensûh İlmi: Biri diğerinin hükmünü
ortadan kaldıran hadisleri konu edinen bir ilimdir. Bu sahanın
en önemli kaynağı Hâzimî'nin "el-İ'tibâr" adlı
eseridir.

Hadisler Günümüze Nasıl İntikal
etmiştir?

Kur'ân âyetleri nâzil oldukça onları vahiy kâtiplerine
bizzat yazdıran Hz. Peygamber, önceleri kendi hadislerinin yazılmasını
yasaklamış, fakat hadisleri birbirlerine rivâyet etmelerine
izin vermişti. Bu yasağın sebebi, ashâbın Kur'ân'la
hadisleri birbirine karıştırma tehlikesiyle Arap
yazısının henüz gelişmemiş olması,
okuma-yazma bilenlerin azlığı, yazı malzemesinin
kıtlığı gibi sebepler olabilir. Daha sonraları bu
mahzurlar ortadan kalkınca veya azalınca Hz. Peygamber'in,
hadislerin yazılmasına izin verdiğini görmekteyiz.
Nitekim, hadis yazan 30-40 kadar sahâbîden biri olana Abdullah b. Amr
1000 civarında hadis yazmış ve bunları bir sahife
(kolleksiyon) hâline getirmiş, adına da "es-Sahîfetü's-Sâdıka"
(Doğru Sahife) demiştir. Sağlığında Hz.
Peygamber'den pekçok hadis öğrenen sahâbe, O'nun (s.a.s) vefâtından
sonra bunları başkalarına nakletmiş, böylece hadisler
hem sözlü, hem de yazılı bir halde sonraki nesillere intikal
etmiştir. Hz. Peygamber'in vefatından sonra başlayan hadis
toplama yolculukları (rıhle) ve hicrî birinci asır
ortalarından itibaren görülen "tedvin" (dağınık
haldeki hadis malzemesini bir araya toplama) faaliyetleri H. 99-101
yıllarında halife Ömer İbn Abdülaziz (H. 101) zamanında
vâliliklere gönderilen emirnamelerle resmî tedvin hâlinde devam etmiş;
toplanan bu hadisler konularına göre tasnif edilerek hicrî ikinci
asır ortnlarından itibaren hadis kitapları meydana
getirilmeye başlanmıştır. Günümüze kadar gelen en
eski hadis kitapları bu devrelere âittir. Bu kitaplardan sonra
hicrî üçüncü asırda " Kütüb-i Sitte" (altı
kaynak eser) denilen hadis külliyâtının meydana getirilmesiyle
hadis tasnifi altın çağına ulaşmıştır.
Kütüb-i Sitte; Buhârı ve Müslim'in "el-Câmiu's-Sahîh"
leri ile, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin
"Sünen" lerinden oluşmaktadır.

Hadis Kitaplarının Dereceleri:

İhtiva ettikleri hadislerin güvenilir
olup-olmamalarına göre hadis kitapları şu derecelere
ayrılır:

Birinci Tabaka: Mütevâtir, meşhûr, sahîh ve
hasen hadisler. Buhârî ve Müslim'in "Sahih"leri ile İmam
Mâlik'in " Muvatta"adlı eserleri. Bu kitaplardaki
hadislerle amel edilir.

İkinci Tabaka: Birinci tabakadaki kitaplar
seviyesine çıkamayan, fakat, müelliflerinin titizlikle bazı
şartları uygulayarak hadisleri aldıkları kitalar.
Bunlar da hadis kaynağı olarak benimsenmiş, asırlar
boyu faydalanılmıtır. Tirmizî'nin Câmi'i, Ebû Dâvûd'un
Sünen'i Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i, Nesâî'nin Sünen'i (Müctebâ) bu
tabakadandır.

Üçüncü Tabaka: Bu tabakadaki kitaplarda sahih
hadisler yanında zayıf hadisler de olduğu gibi, râvîleri
içinde halleri meçhul olanlar da vardır. Abdürrezzâk'ın
"Musannef" i, Beyhakî, Taberânî ve Tahâvî'nin kitapları...gibi.
Bu kitaplardaki hadislerden ancak, hadis uzmanları yararlanabilir.

Dördüncü Tabaka: Bu dereceye giren kitaplar, büyük
muhaddisler döneminden ve "tasnif" devrinin bittiği
tarihlerden sonra ortaya çıkan, hadis ilmiyle ilgisi olmayan ve bu
yolu bir menfaat kapısı haline getiren ehliyetsiz kişilerin
yazdığı, içi uydurma ve hurafelerle dolu olan kitaplardır.
İbn Mürdeveyh, İbn Şâhîn, Ebû'ş-Şeyh...
gibilerin kitapları bu tabakadan olup, bunlardan, amel edilmek üzere
asla hadis alınamaz.

İsmail Lütfi ÇAKAN

Akif KÖTEN


Konular