Şamil | Kategoriler | Konular

Fısk, fasık

FISK, FÂSIK

İsyan, Allah'ın emrini terk, hak yoldan çıkma,
günah işleme tohumun kabuğunu delip çıkması.
Fısk'ın çoğulu fesekâ ve füssâk'tır. Istılahi
anlamı ise, büyük günahları işlemek veya küçük
günahlarda devam etmek suretiyle Allah'a itaat etmekten çıkmak (Muhammed
Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I, 282). Ayette "Rabbinin
emrinden, O'na itaattan dışarı çıktı" (el-Kehf,
18/50) denilmiştir. Emrini tanımayan, sapkın, günah işleyen,
fesatçı, kötülük eden, amel etmediği halde kelime-i şehâdet
getiren ve inanan kimse anlamlarında kullanılır (İbnü'l-Manzûr,
Lisânü'l-Arab, X, 308; el-Cürcânî, et-Ta'rifât, fâsık mad).

Fıskın; Günahı çirkin kabul etmekle
beraber, zaman zaman işlemek, devamlı olarak günah işlemek
ve günahın çirkinliğini inkâr ederek işlemek (Kâdı
Beydâvı, I, 58) şeklinde üç mertebesi vardır. Üçüncü
mertebe, küfür mertebesidir. Yani günahın çirkinliğini ve kötülüğünü
kabul etmeyerek haram olduğuna inanmayarak işleyen kimse dinden
çıkmış olur.

Fıskın sahibine Fâsık denir. Fâsıkın
üçüncü mertebesinde olmayan fâsık, günahkâr mümindir. Ehl-i
Sünnet'e göre mümin ünvanı kendisinden ahrımaz. Mutezileye göre;
Büyük günahişleyen fâsık, mümin değildir. İnkâr
etmiyorsa kâfir de değildir. Küfürle İman arasında
kalır. Mutezile buna "El-menziletu beyne'l-menzileteyn"*
der. Yani küfürle iman arasında üçüncü bir mertebe. Haricilire
göre; Fıskın hangi mertebesinde olursa olsun fâsık kâfirdir
(Abdusselam İbn İbrahim, Şerhû Cevheretu 't- Tevhıd,
s . 244-245).

Fısk ve fâsık terimleri ile çoğulları
Kur'an da elli kadar ayette, kullanılmıştır.

Ayetlerde görülen değişik anlamlara birer
örnek vereceğiz: Zalim anlamında; ''Fakat zalimler kendilerine
söylenen sözü değiştirip başka sekle koydular. Biz de fâsık
olmaları yüzünden, üzerlerine gökten azap indirdik" (el-Bakara,
2/59).

Hak yoldan çıkma anlamında: "Ayetlerimizi
yalanlayanlara ise, doğru yoldan çıkmaları sebebiyle azap
dokunacaktır" (el-En'âm, 6/49). Yalancı anlamında:
"Ey iman edenler, eğer fâsık bir kimse size bir haber
getirirse, onun doğruluk derecesini araştırın" (el-Hucurât,
49/6). Mücâhid ve Katâde'den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber
Müstalik Oğullarına, Velid b. Ukbe'yi toplanan zekâtları
teslim almak üzere gönderdi. Ancak Velîd, oraya gitmekten korkarak
yoldan geri döndü ve Hz. Peygamber'in huzuruna çıkarak müstakil oğullarının
dinden döndüklerini ve Medine'ye saldın için toplandıklarını,
öldürülmekten korktuğu için aralarına girmediğini söyledi.
Bunun üzerine Allah elçisi, Hâlid b. Velîd'i araştırma için
müstalik oğullarına gönderdi. Hâlid, oraya gece vardı ve
casuslarını önden gönderdi. Ezan okunduğunu ve namaz
kılındığını görünce haberin yalan olduğu
ortaya çıktı. Bu olay üzerine yukarıdaki ayet nâzil oldu
ve bu şekilde yalan uyduran Velîd b. Ukbe ve benzerleri için "fâsık"
terimi kullanıldı (İbn Kesir, Muhl İhtisaa ve tahkik,
Muhammed Alı es-Sâbûnî, Beyrut 1402/1981, III, 360, 361).

Yine Kur'an'da iffetli bir kadına zina
iftirası atan kimseye fâsık denilmiştir. "İffetli
kadınlara zina isnâd edip de, sonra bu iddialarını
doğrulayacak dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun.
Onların şahitliklerini de ebediyen kabul etmeyin.
İşte"onlar fâsıkların ta kendileridir. Ancak,
bundan sonra tövbe edip islah olanlar bu hükmün dışındadır..."
(en-Nûr, 23/4, 5).

Ebû Hanife (ö. 150/767)'ye göre, zina iftirası
ezası uygulanan kimse sonradan tövbe ederse, Fâsıklıktan
kurtulur, fakat ölünceye kadar şâhitliğine güvenilmez.
Çünkü ayetteki "tövbe ederlerse" istisnası, yalnız
cümlenin son kısmına aittir. Diğer çoğunluk hukukçulara
göre ise, istisna ayetin bütününe aittir. Tövbe edince hem fâsıklıktan
kurtulurlar ve hem de şahitlikleri geçerlidir (Vehbe ez-Zühaylî,
el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhû, VI, 173, 174).

Hz. Peygamber fâsık âlimden uzak durulmasını
(Dârimî, Mukaddime, 29), karga eti yiyenin fâsık olduğunu (İbn
Mâce, Sayd. 19), Fâsıkların cehennem ehli
olduklarını (Ahmed b. Hanbel, III, 428, 444) ve bir müslümanın
diğerini fâsıklıkla itham etmemesini (Tecrid-i Sarih Tercümesi
XII, 137, Hadis No: 1988) bildirmiştir. Ayrıca pek çok
rivâyeti bulunan bir hadiste beş hayvan için fâsık terimi
kullanılmıştır. Hz. Âişe'den gelen rivâyet
şöyledir: "Beş fâsık hayvan vardır ki, bunlar
haremde de harem dışında da öldürülebilir. Yılan,
Akrep, Fare, Kuduz Köpek ve Karga" (Müslim, Hacc, 67, 68, 69;
Nesaî, Menâsik, 113, 114,118, 119, İbn Mâce, Menâsik, 91). Burada
fâsık terimi; zararlı haşarat, söz dinlemeyen, kötülük
yapan anlamındadır.

Ayet ve hadislerden
anlaşıldığına göre fâsık tabiri kâfir ve
münâfığı içine alan geniş anlamda
kullanıldığı gibi, ehl-i Sünnet âlimlerine göre
daha çok büyük günah işleyenler için kullanılmıştır.
Ehl-i Sünnete göre inkâra düşmeksizin büyük günah işleyen
ne kâfir ne de münâfık olur. İmandan da çıkmaz. Tövbe
etmeksizin ölürse, Allah'ın onu ya bir şefâatçının
şefâati veya fazl ve keremi ile affetmesi, ya da suçuna göre onu
cezalandırması mümkündür. Sonra onu cennete sokar. Çünkü
Allahû Teâlâ "Ey iman edenler, Allah'a nasûh (kesin) tövbe ile
tövbe ediniz" (et-Tahrim, 66/8) ayetinde, günah işleyene iman
sıfatiyle hitabetmiştir. Bunun gibi daha pek çok ayet vardır
(bk. el-Bakara, 2/178; el-Hucurât, 49/9; el-Mâide 5/106; Ebû Mansur
Mâtûridî, Kitabü't Tevhid, İstanbul 1979, s.354). Ayrıca
İslâm ümmeti Hz. peygamber asrından günümüze ehl-i kıble
için büyük günah işleyip işlemediğini dikkate
almaksızın salât, dua ve Allah'tan mağfiret
dileyegelmiştir. Yine müminlerin namazlarda ana-baba, hısımlar
ve tanıdıkları için bir ayırım
yapmaksızın istiğfâr etmesi meşhur olmuştur.
Halbuki onlar kâfir için istiğfârın caiz
olmadığına inanırlar.

Ayet ve hadislerde günahlar büyük ve küçük olmak
üzere ikiye ayrılır. Kur'an'da; "Eğer
yasaklandığımız büyük günahlardan sakınırsanız,
sizin öbür küçük günahlarınızı örteriz ve sizi
şerefli bir makama koyarız" (en-Nisâ, 4/31), "O, iyi
amellerde bulunanlar; küçük kusurları hariç, büyük günahlardan
ve hayasızlıklardan kaçmışlar" (en-Necm, 53/32)
buyurulur.

Büyük günah (kebire) şöyle tarif edilebilir;
ayet ve hadislerde büyük günah olarak belirtilen, hakkında
nassı ile bir ceza konulan veya bir tehdîd unsuru bulunan fiiller
ile, nass'larda belirtilmediği halde kötülüğü bunlar
seviyesinde bulunan fiillerdir. İmam Mâtûridî (ö. 333/944)
büyük günahları itikat ve amelle ilgili olmak üzere ikiye ayırmaktadır.
Birincisi küfür ve şirk türünden olup, amelle ilgili olanı
kişiyi küfre götürmez (Maturidî, 187 a.g.e., s.338).

Hadislerde bazı büyük günahlar sayılmıştır;
Allah'a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek, yalancı
şahitlik, sihir, haksız yere adam öldürmek, yetim malı
yemek, faiz yemek, cihâd alanından kaçmak, iffetli mümin bir kadına
zina iftirasında bulunmak, zina yapmak, Mescid-i Haram'da günah işlemek
bunlar arasındadır (Bıharı» Edeb, 6; Müslim,
İman, 38; Tirmizî, Tefsır, 5; Şehadatı 3; Birr, 4; Ebû
Davûd, Vesaya, I0; Nesâî, Tahrım, 3; Ahmed b. Hanbel, III, 131, V,
36, 38; Dârimî, Diyât, 9). Hz. Ali (ö. 40/661) buna hırsızlık
ve şarap içmeyi de ilave etmiştir (Teftâzânî,
Şerhu'l-Akaid, Istanbul 1326/1908, s.140 vd).

Ancak işleyeni fısk derecesine düşüren
bu günahlar, hadislerde örnek kabilinden ve hadisin vârid olduğu
sıradaki şartlara göre söylenmiş olmalıdır.
Çünkü ez-Zehebî (ö. 784/1 347) ' nin yazdığı "Kitabü'l-Kebairı
de büyük günahların sayısı yetmişe
ulaşırken, el-Heytemî (ö. 974/1566)'nin "ez-Zevacir an
İktirafeıl-Kebairı adh eserinde bu sayı 467'ye kadar
çıkar.

Hanefilere göre büyük günah işleyen fâsık,
hâkimlik görevine tayin edilmişse, vereceği hüküm ihtiyaç
sebebiyle geçerli olur. Fakat hâkimin, fâsığın
şahitliğini kabul etmemesinde olduğu gibi kendisininde bu göreve
atanmaması gerekir. Ancak iffetli kadına zina iftirası suçundan
hüküm giyen kimse hakimliği ve şâhitliği geçerli değildir
(Vehbe ez-Zühaylî a.g.e., VI, 745).

Fâsık kendisi ve çocukları üzerinde
velâyet hakkına sahiptir. O, malını saçıp
savurmaması şartiyle sırf fıskı yüzünden
hacredilmez. Çünkü tasarruf ehliyetini kısıtlama (hacr) israf
ve saçıp savurmayı önlemek için meşrû kılındı.
Ayrıca ilk müslümanlar büyük günah işleyenlerin
ehliyetlerinde kısıtlama yapmadılar (İbn Âbidîn,
Reddu'l-Muhtar, V, 102).

Fâsık, yahudi, hristiyan veya mecusiye zimmî
yahut harbî olsun sadaka vererek maddi yardım yapmak mümkün ve
caizdir. Ayette: ''Onlar yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu
halde, onu, yoksula, yetime ve esire yedirirler" (el-İnsan,
76/8) buyrulur. Burada "Esir" harbî durumunda sayılır.
Yine Hz. Peygamber, susuz köpeği sulayan kimse hakkında
"Her canlı hayvan için ecir vardır" (Buharı.
Mezalim. 23. Edeb, 37, Müsakat, 9, Müslim, Selam 153) buyurmuştur.
"Senin yemeğini, Allah'tan sakınan kimseden
başkası yemesin" (Tirmizi, Zühd, 56; Ebû Dâvud, Edeb,
16; Ahmed b. Hanbel, III, 38) hadisi ise, yardım konusunda tercih
önceliğini bildirir (ez-Zühaylî, a.g.e., II, 920).

Fıskın zıddı adl; fâsık'ın
zıddı adil'dir. Adâlet; dini istikamet üzere bulunmak, dini
görevleri yerine getirmek, zina, şarap içmek, ana-babaya asi olmak
ve benzeri durumlardan kaçınmak, küçük günahlarda ısrardan
sakınmaktır. Şâfiîler, bir aile reisinin çocukları
üzerinde velâyet hakkına sahip olması için onun adâlet
sahibi olmasını şart koşmaktadırlar. Delilleri
Hz. Peygamber'in şu hadisidir: "İki adâletli şahid ve
rüşde ermiş veli bulunmadıkça nikâh olmaz" (Ebû
Dâvûd, Nikâh, 19; Dârimî, Nikâh, II; es-Serahsı, el-Mebsût, V,
31). Çünkü nikâh velâyeti görüş ve takdir hakkını
kullanmayı gerektirir. Fâsık ise, mal velâyetinde olduğu
gibi, bu konuda da isabetli karar veremez.

Hanefi ve Mâlikilere göre velâyetin sabit olması
için adâlet şart değildir. Veli, adil olsun, olmasın
kendi kızını veya erkek kardeşinin
kızını evlendirebilir. Çünkü onun fâsıklığı
yanında bulunan kimselere karşı şefkat göstermesine
ve hısımlarının maslahatını gözetmesine
engel olmaz.

Velâyet hakkı geneldir. Ne Hz. Peygamber devrinde
ve ne de ondan sonra hiçbir velinin fıskı sebebiyle çocuklarına
velâyetten menedildiği nakledilmemiştir. Tercihe şayan
olan görüş budur. Yukarıda zikredilen hadisi hanefiler
zayıf görmüştür.

Hanefilere göre fâsık, velâyete ehil olduğu
gibi şahitliğe de ehildir. Adâletli veya adâletsiz
şahitliğe de ehildir. Adâletli veya adâletsiz şahitlerin
önünde yapılacak akitler geçerli olur. Şia da aynı görüştedir.
Onlara göre şâhitlik akdin sıhhati için gerekli bir şart
olmayıp, mendûbtur (ez-Zühaylî, a.g.e., VII, 75, 197).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular