Şamil | Kategoriler | Konular

Fey

FEY'

Geri dönmek, vazgeçmek, gölge yayılmak fâe-yefıu-fey'en
fiilinden mastardır. Bir isim olarak fey'; güneşin doğudan
batıya dönmeye başlayan gölgesi; güneşin gurubuna kadar
olan gölgesi; haraç, cizye, ticaret rusûmu; düşmandan
savaşsız elde edilen ganimet; beytü'l-malde bulunan herhangi
bir mal anlamlarına gelir.

İslâm arazi hukuku terimi olarak fey'; düşmandan
savaşla veya savaşsız ele geçirilen toprakların mülkiyetinin
devlette, yararlanma hakkının ise haraç vergisi karşılığında
eski sahiplerinde bırakılması demektir. Bu, bir bakıma,
geliri toplum ihtiyaçları için harcanmak üzere arazilerin topluca
vakfedilmesidir .

Fetihle ele geçirilen araziler üç kısma
ayrılır: Savaşla (anveten) elde edilen; düşmanın
savaşsız başka yere göç etmesiyle boş kalan ve sulh
yoluyla ek geçirilen araziler.

A. Savaşla ele geçirilen araziler.

Düşman toprakları zorla (anveten) ele geçirilmişse,
İslâm devlet başkanı, bu topraklara şu üç statüden
birisini uygulayabilir:

I) Bu arazileri savaşa katılanlar
arasında paylaştırabilir. Hz. Peygamber'in Hayber
topraklarını taksim etmesi gibi.

2) Arazileri eski sahiplerinin ellerinde
bırakabilir. Bu taktirde onlara şahısları için cizye,
arazileri içinde haraç vergisi bağlar. Arazi, haraç arazisi, gayri
müslim olan halk da zimmî olur. İhtiyaç olması halinde
ganimeti hak sahipleri arasında taksim etmek daha uygundur. Ancak
buna ihtiyaç yoksa, gelecekte müslümanlar lehine bir güç oluşturmak
için, eski sahiplerinin elinde bırakmak daha uygun olabilir.

İslâm hukukçuları, savaş
ganimetlerinin, ganimeti hak eden sahiplerine taksim edilmesinin caiz
oluşunda görüş birliği içindedirler.

"Biliniz ki, savaştan ganimet olarak
aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri,
mutlaka Allah'ın, peygamberin ve yakınlarının,
yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır" (el-Enfal,
8/41) ayeti bu konuya delil gösterilmektedir. Bu duruma göre,
ganimetlerin beşte biri ayette zikredilenlere veya İslam
devletine, beşte dördü ise, diğer hak sahibi gazilere aittir.

Hz. Peygamber'in kavlî ve fiilî sünneti de buna
delildir: "Herhangi bir yerleşim merkezine girip
yerleştiğiniz zaman, orada sizin hisseniz vardır. Allah'a
ve Resulüne karşı gelen bir yerleşim merkezini ele geçirdiğinizde
ise, buranın beşte biri Allah'ın, peygamberinin, sonra
sizindir" (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Kahira, 1353 H., s.57). Bu hadiste
ilk ele geçirilen yerden "fey' " arazileri ikincisinden ise
savaşla ele geçirilen "ganimet" toprakları
kastedilmiştir. Hz. Peygamber yine zorla fethedilen Hayber
topraklarını ganimet haklı sahiplerine taksim
etmiştir. Medine halkı İslâm'a girince, menkul ve gayri
menkul mallarının sahibi olarak kalmışlardır.
Allah Rasûlü Mekke'yi zorla (anveten) ele geçirmiş, fakat
topraklarını gazilere taksim etmemiştir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâm;
ve Edilletüh, V, 533, 534).

Hanefi ve Hanbelilelere göre, İslâm devlet başkanının
fethedilen araziler üzerinde, gâzilere taksim etme veya vakıf hâline
getirme yetkisi vardır. Nitekim Hz. Ömer hilâfeti zamanında
fethedilen Suriye, Irak ve Mısır topraklarını
vakıf hâline getirerek, "fey'" hükümlerini uygulamıştır.
Burada arazinin kuru mülkiyeti (rakabesi) devletin, yararlanma hakkı
ise zilyed olarak daha önceki sahiplerinin olur. Irak toprakları
fethedilince gâziler buranın kendilerine taksim edileceğini
bekliyorlardı. Hz. Ömer dağıtmak istemeyince, uzun müzâkere
ve istişareler oldu. Hz. Zübeyr, Abdurrahman b. Avf ve Bilâl Habeşî
ile aynı düşüncede olanlar,.bu toprakların ganimet olarak
kabulü ile Resulullah'ın Hayber topraklarını
dağıttığı gibi gâzîlere dağıtmasını
istediler. Muaz b. Cebel ve Hz. Ali gibi sahabe büyükleri de Hz. Ömer'i
desteklediler.

Hz. Ömer şöyle diyordu: "Bu toprakları
dağıtırsam sizden sonra gelecek müslümanlara ne kalır.
Onlar toprakların ahalisiyle birlikte taksim edilmiş
olduğunu, babalardan oğullara miras olarak intikal
ettiğini, böylece kendilerinin her şeyden mahrum edilmiş
olduklarını görecekler. Bu görüş, görüş
değil". Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf; "Görüş
dediğin nedir? Arazi ve sahipleri Allah'ın gâzilere ihsan ettiği
fey' ve ganimetlerden başka bir şey değildir" dedi.
Hz. Ömer şöyle cevap verdi: "Onlar senin dediğin gibidir.
Fakat ben meseleyi öyle görmüyorum. Allah'a yemin ederim ki, benden
sonra müslümanlara çok şeyler sağlayacak bir ülke
fethedilmez. Aksine fethedilen ülkelerin müslümanlara maddî bakımdan
bir yük ve külfet olması da muhtemeldir. Irak ve Şam arazileri
işleyicileri ile birlikte taksim olunursa, o zaman kaleler nasıl
korunur? Daha sonra gelen nesillere, yetim ve dullara Irak ve Şam
arazisinden ve diğer beldelerden ne kalır?" Toplantıda
bulunanlar bu defa; "Allah'ın bize kılıçlarımızla
ihsan ettiği ganimetleri savaşa katılmayan, taksime bile
yetişmeyen kimselere, onların çocuklarına ve ortada hiç
mevcut olmayan daha sonraki çocuklarına mı vakfedeceksin?"
dediler.

Muaz b. Cebel; "Vallahi bu toprakları
dağıtırsan hoşa gitmeyen şeyler ortaya çıkar.
Toprağın büyük bir kısmı müslümanların eline
geçer. Sonra bu sahipler zamanla ortadan kalkar ve büyük topraklar bir
kişinin elinde toplanır. Onun için bu topraklara şimdiki müslümanların
da, sonra gelecek olanların da faydalanmasını
sağlayacak bir statü ver."

Hz. Ömer bu arada Kur'an-ı Kerîmden fey' ile
ilgili şu ayetleri delil olarak göstermiştir:

"Allah'ın fethedilen diğer düşman
ülkeleri ahalisinden peygamberine verdiği "fey' "Allah'a,
peygamberine, hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara
aittir. Ta ki bu mallar, içinizden yalnız zenginler arasında
dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verdi ise onu
alın, size ne yasak etti ise ondan da sakının"
(el-Haşr, 59/7).

"Bilhassa o fey hicret eden yoksullara ait olup,
onlar Allah 'tan fazlu inâyet ve hoşnutluk ararlar"
(el-Haşr, 59/8, bkz. ayet, 6, 9, 10).

Yukarıdaki ayetler, umumî olarak ganimetin
taksiminden söz eden el-Enfâl Suresi kırkbirinci ayeti tahsis
etmiştir. Yani ganimet ayeti, menkul ve gayr-i menkul tüm malları
kapsamına alır. Haşr Suresindeki fey' ayetleri ise,
ganimeti araziler dışındaki menkullere tahsis etti.
Haşir Suresindeki ayetler, savaşla veya savaşsız
alınan topraklar üzerinde devlet başkanına maslahata göre
tasarruf yetkisi verir. Hz. Peygamber Hayber toprakları için Enfâl
ayetiyle, Hz. Ömer ise Suriye, Irak ve Mısır toprakları için
fey' ayetleriyle amel etmiştir. Buna göre, fey' ayeti bütün
müminleri içine alır. Bu gayri menkuller üzerinde hak sahibi
olmada, sonradan gelenler önceden gelenlere ortak olurlar. Bu, ancak
arazileri taksim etmemekle gerçekleşir. Bunlar vakıf
sayılır, fakat miras yoluyla geçebilir. Gerçek vakıf ise
mirasla geçmez (Ebû Yûsuf, Kitabü'l-Harac, Mısır 1352 H,
s.75, 83,85; Ebû Ubeyd, el-Envâl, Kahîra 1968, s.94; Muhammed
Hamidullah, el-Vesâiku's-Siyâsiyye, s.314, vesika: 325; Ali Şafak,
İslâm Arazi Hukuku s.146-149; Fahri Demir, İslâm Hukukunda
Mülkiyet ve Servet Dağılımı, s.202-207; Hamdi Döndüren,
Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s.572, 573; ez-Zühaylî,
a.g.e., V, 532-537) .

Hz. Peygamber bazı beldelerin
topraklarını eski sahiplerinin ellerinde bırakmış
ve taksim etmemiştir. Meselâ; Mekke'yi kılıç zoruyla
fethetmiş, arazilerini gâzilere dağıtmamıştı.
Yine Kurayza, Nadîr ve Arap yurtlarından diğer yurtlar
fethedilmiş, ancak Hayber dışında bunlardan hiçbirinin
toprakları taksim edilmemiştir. Bu konuda Devlet
başkanı muhayyerdir. Dilerse, Resulullah (s.a.s.)'in
yaptığı gibi taksim eder, dilerse, yine Resulullah'ın
Hayber dışındaki toprakları eski sahiplerinde
bıraktığı gibi bırakır. Bu ikinciler fey'
topraklarını oluşturur (ez-Zühaylî, a.g.e, V, 537).

Hz. Ömer Irak topraklarını eski sahiplerinin
elinde bırakırken Haşr Suresi'nin fey' ayetlerine (ayet,
6-10) dayanmıştır. Araziler için haraç, gayri müslim
sahipleri için ise cizye vergisi bağlamıştır. Bu
uygulama, müzâkere ve istişâreler sonucunda sahabenin icmaı
ile ortaya çıkmıştır. İşin
başında Bilâl ve Zübeyr (r.anhüma) gibi sahabiler karşı
çıkmışsa da, sonradan onlar da bu görüşe
katılmışlardır (Ebû Yusuf, Haraç, 27, 35;
ez-Zühaylî, a.g.e., V, 537).

Şam ve Mısır toprakları
fethedildiği zaman ordu komutanları bu yerlerin hükmünü Hz.
Ömer'den sormuşlar, Halife de şu cevabı vermiştir:
"Araziyi sahiplerinde bırak, menkul ganimetleri muhariplere
dağıt. Böyle hareket, tedbirimiz gereği, müslümanların
yararı içindir..." İlk devirlerde başlayan bu fey'
uygulaması, sonraki devirlerde aynen devam etmiş,
Osmanlılarda mîrî arazi uygulamasının temelini
teşkil etmiştir. Emevi halîfesi Ömer b. Abdilaziz valilerine
gönderdiği mektuplarında şöyle yazmıştır:
"Arazi sahiplerinden kim müslüman olursa o anda elinde bulunanların
hepsi kendisinindir. Ama evi ve arazileri müslümanların olmakta
devam eder. Çünkü-onlar Allah'ın bir fey'idir" (İbn
Zenceveyh, Kitabü'l-Emvâl, Arapça Uzm., Burdur Kütüphanesi, No: 183;
Yahya b. Adem, Kitabü'l-Haraç, thk. Ahmed Muhammed şakir, Kahîra
1347 H., s.52, 62'den naklen Ali Şafak, a.g.e., s; 150).

B. Gayrimüslim halkın savaş korkusuyla
başka yere göç etmesi sonucu boş kalan araziler. Bunlar da
fey' adını alır. Müslümanların bu beldeye girmesiyle
arazilerin mülkiyeti beytülmale intikal eder. Bunlar vakfedilmiş
devlet mülkü haline gelir. Devlet başkanı bu arazileri ekip-biçen
müslüman veya zimmîlerden haraç vergisi alır. Böyle bir beldede
düşmandan kalan menkul mallar da fey'e dahil olur. İslâm
hukukçularının çoğunluğuna göre bunlar vakfedilir
ve müslümanların maslahatı için harcanır (İbn Rüşd,
Bidâyetü'l-Müctehid, I, 389; es-Şırâzı, el-Mühezzeb,
II, 247; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 353; el-Mâverdî,
el-Ahkâmü's-Sultâniyye, s.133).

C. Sulh yolu ile (savaşsız) İslâm
ülkesine katılan topraklar. Diğer sahipsiz topraklar gibi
bunlar da devlet mülkiyetine geçer. Bu topraklar devlet namına
işletilip geliri toplum yararına harcanabileceği gibi,
devletçe gerekli görülen özel şahıslara da,
dağıtılabilir. Nitekim Benî Nadir arazisi (Fedek ve
çevresi), servetlerini Mekke'de bırakıp Medine'ye hicret eden
yoksul sahabelerle, Medineli üç yoksul sahabeye taksim edilmiştir.
Devletin şahıslara tahsis edeceği bu topraklar prensip
olarak arazinin bulunduğu bölgeye göre öşür veya haraç
vergisine tabi olur (Fahruddin er-Râzı; et-Tefsîru'l-Kebîr, XXIX,
284-285; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtar, III, 288).

Sonuç olarak, savaşla veya savaşsız
alınan toprakların kuru mülkiyeti (rakabesi) devlete tahsis
edilerek, eski sahipleri olan müslüman veya gayrimüslim kimseler kiracı
kabilinden bu topraklardan yararlanırlar. Tesbit edilen haracı
da beytülmale ödemeye devam ederler. Kiracı durumundaki bu
kimselerin araziyi satma, hibe, rehin verme gibi tasarrufları, ve
mirasla intikal hükümleri kanunla düzenlenir. (bk. Arazı, Mîrî
arazi).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular