Şamil | Kategoriler | Konular

Ehl-ı dalalet

EHL-İ DALÂLET

Doğru yoldan, sırat-ı müstakîmden, Hz.
Peygamber'in sünnet yolundan ayrılmış, bütün İslâm
dışı din ve düşünce akımları.

Doğru yoldan çıkıp kaybolmak
anlamıyla kullanılan dâlle (yalın hali dalâle, dalâl),
Kur'ân'da çeşitli kullanımlarla geçmektedir.

Dalâlet veya dalâl; doğru yoldan sapma,
sapıklık, sapkınlık demektir. Dalâl; doğru
yoldan bilerek veya bilmeyerek sapmak anlamına da gelir (Elmalılı
Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, I, 135). Gaflet, hayret,
gaybûbet, helâk mânâlarına da kullanılır. Dâllîn, sapıklar
demektir ve Kur'ân buyruklarınâ göre onlar dost edinilmeyecek,
Allah'ın gazâbına uğramış
azıp-sapmış kişilerdir, dinlerini bölük bölük
yapanlardır (el-Fâtiha, 1/5-7; el-Enbiyâ, 9/159). Allâh, cemaatten
ayrılmamayı emretmiş, dinde çekişenleri
reddetmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) dinde her yeni şeyin bid'at,
her bid'atin de dalâlet olduğunu söylemiştir (İbn Mâce,
Mukaddime, 46). Kur'ân'da hak ehli müminlere dalâlet ehli olan
kâfirlerin nasıl karşı durdukları birçok âyetlerde
anlatılır. Hz. Peygamber zamanında insanlar mümin, kâfir
(müşrik) ve münâfık diye üç ayrı gruptu. Müminler
ehl-i İslâm, kâfirler ve münâfıklar ehl-i dalâlet olarak
tanımlanmıştır. Bunlar için Rasûlullah, "Ben
onlardan uzağım, onlar da benden " buyurmuştur. Bunlar
ayrıca "siyah yüz sahipleri" diye tanımlanır (Âlu
İmrân, 3/106). Onlar, müteşâbih âyetlere uyarlar (Âlu
İmrân, 3/7). Ehl-i Sünnet âlimleri onları ehl-i kitab (Yahudi
ve Hristiyanlar), ehl-i İslâm'dan sapan sapık bid'at
firkaları (Bâtınîlik, Dürzîlik, Hulûliye, Cehmiye, Cebriye,
Kaderiye, Neccâriye, Müşebbihe, Hàriciye, Keşfiyye,
Habıtiyye, Bahâiye vb ...) şeklinde târif etmişlerdir.

İslâm'da ehl-i dalâlet'in öncüleri; İslam
şeriatının ahkâm ve akîdesini zedeleyen sapık yollar
ve bid'atlere dalan Cehmiye, Mu'tezile ve filozoflardır. Çağdaş
dünyada dalâlet ehlinin tarifini belirlemek için Kur'an-ı Kerîm'deki
dalâl ifadelerinin anlaşılması gerekmektedir.

İman; doğru yola girmek,İslâm'a teslim
olmak demektir. Küfr ise imanın, ihtidânın
karşıtıdır; doğru yoldan çıkıp
kaybolmaktır. Kur'an-ı Kerîm küfrü bu dalâl anlamında
çeşitli kullanımlarla bize göstermektedir: "Doğrusu
babamız apaçık bir dalâl içindedir" (Yusuf, 12/8)
âyetinde Hz. Yâkub'un oğullarının, kardeşleri
Yusuf'u kıskanmalarına ilişkin olarak; "Erkek onun
aklını basından almış, doğrusu biz kendisini
apaçık dalâl içerisinde görüyoruz dediler..." (Yusuf,
12/30) âyetinde Mısır hükümdarına karşı
şehirli kadınların sözü olarak; doğru yoldan
ayrılmak manasını ahlâkı bağlamda kullanarak ele
alınmaktadır.

Dalâl'ın dinî kullanım alanı ise
Kur'an'ın bütün âyetlerinde sık sık
vurgulanmaktadır: "...her kim yoldan şaşarsa (dâlla)
kendi zararına şaşar..." (el-İsrâ, 17/15);
"Doğrusu O'nun yolundan kimin
şaştığını (yadillu) ve kimlerin doğru
yolda olduğunu en iyi Rabbin bilir" (el-En'âm, 6/117); "Onlar,
huda (irşad)dan mahrumiyet pahasına dalâleti (sapıklığı)
ve aftan mahrumiyet pahasına da cezayı satın
alanlardır" (el-Bakara, 2/175); "Hayır! Ahirette iman
etmeyenler azab ve derin bir dalâl içerisindedirler" (Sebe, 34/8);
"Onlar bundan evvel bâriz dalâl içindeydiler" (Âlu İmrân,
3/164); "Onların sürüden farkı yoktur; onlar
yollarını daha da çok şaşırmış
durumdadırlar" (Furkan, 25/44); "Doğrusu iman etmeyip
Allah'ın yoluna engel olanların sapması (dâllu) büyük
bir sapmadır" (en-Nisâ, 4/167); "İşte Rablerine
iman etmeyenlerin misâli: Onların amelleri fırtınalı
bir günde rüzgârda kalan küllere benzer; elde ettiklerini elde
tutamazlar. Dalâl'in büyüğü işte budur" (İbrahim,
14/18).

Kâfirler de mü'minleri dalâlde olmakla suçlarlar!:
"Ne zaman kendilerine bir uyarıcı gelse, kâfirler ona
yalancı demekte ve şunu söylemektedirler: Allah birşeyi
indirmemiştir, siz büyük dalâl içindesiniz" (el-Mülk,
67/9). Hz. Peygamber ise şöyle cevap verir: "O merhametlidir.
Biz O'na inanır ve O'na bağlanırız ümitle. Siz kimin
gerçekten dalâl içerisinde olduğunu az zaman sonra öğreneceksiniz"
(Muhammed, 47/29). Her ümmete hak yolu göstermek üzere peygamberler
gönderilmiş ve genelde o ümmetlerin ileri gelenleri peygamberlere
şöyle demişlerdir: "Doğrusu biz seni apaçık bir
dalâl içerisinde görüyoruz." Meselâ Hz. Nuh şöyle cevap
vermiştir: "Ey milletim, bende dalâlet yok; ancak her bir yaratığın
Rabbi olanın elçisiyim" (el-Ârâf, 7/59-61).

Kur'an'da küfrün en karakteristik görünümlerinden
biri olarak şirkin, putperestliğin bir dalâl hali olarak
zikredildiğini görürüz: "Müşrik, Allah'tan başka
kendisine ne zarar verebilecek ne de faydası dokunabilecek olanı
anar. Bu gerçekten dalâlin derin olanıdır" (el Hacc,
22/12); "İbrahim, babası Azer'e 'Putlara ilahlık
mı yakıştırıyorsun? Doğrusu ben seni de
senin milletini de açık bir dalâl içersinde görüyorum dedi"
(el-Enâm, 6/74).

Küfür, her türlü şekliyle gerçekten dalâldir.
İşte vahyi yalanlayanlar için inen buyruklar: "O halde
seyredin siz saşkınlar (dâllun), kıyâmet gününe yalandır
diyenler; cehennemin zakkum ağacından yiyeceksiniz siz" (Vâkıa,
56/52).

Ve onların sonları, acıklı âkıbetleri
için şöyle buyurulur: "Her kavimden elçiler yolladık;
Allah'a kulluk edin, putlardan uzak durun diye. Kimini Allah yola koydu
ama onlardan bazıları dalâlete eğilimliydiler. Gez, gör,
yeryüzünü, bak iftiracıların sonu ne olmuş" (en-Nahl,
16/36).

Kalpleri katılaşanlar hakkında: "Yazıklar
olsun kalbi Allah'ın zikredilişine karşı katı
olanlara. Bunlar açıkça dalâl içerisindedirler" (Zümer,
39/22).

Kötülük haksızlık yapanlar ile zâlimler
de dalâlet ehlidir: "Vay haline o masum gündeki toplantıda
iman etmeyenlere; kötü işleri isleyenler, bu gün apaçık dalâl
içerisindedirler" (Meryem, 19/37-39; Ayr. bk. Lokman, 31/11).

Şüpheciler, Allah'tan ümit kesenler de aynı
yoldadır: "İman edenler son vakitten yana korku içerisinde,
onun hakikat olduğunun iyice farkındadırlar. Evet,
hakikaten o saatten yana kuşkuları bulunanlar derin bir dalâl
içindedirler" (Es-Şûra, 42/18); "Rabbinin rahmetinden,
yoldan ayrılanlardan (dâllune) başka kim ümit keser ki "
(el-Hicr, 15/56).

Dâlla kelimesinin eşanlamlı
kullanışları da aynı maksatla doğru yoldan
sapanlar için zikredilmektedir: Gâviye, gevâ, gâvi gibi. "Cennet
müttakîlerin, cehennem ise gâvilerin yanına getirilecektir. Orada
birbirleriyle çekisip dururken cehennem ateşindeki kafirler, 'Allah'a
yemin olsun, muhakkak sizi bütün varlıkların Rabbi ile
eşit ilâhlar kılmakla apaçık dalâlde bulunmuşuz.
Gerçek su ki, bizi yoldan çıkaran günahkârlar oldu' diyecekler"
(eş-şuarâ, 26/96-99).

İrşâd olunmak anlamındaki ihtidânın
aksi itâatsizlik için: "Adam, ebediyet ağacının
meyvesinden yiyerek Rabbine itâatsizlik etti ve yoldan uzaklaştı.
Ne var ki sonra Rabbi onu seçti, yeniden ona doğru döndü ve onu
tekrar yolun doğrusu üzerine koydu" (Tâhâ, 20/121-122)
âyetleri örnektir.

Zâğâ fiili de yan dönmek, doğru yoldan
sapmak anlamındadır: "Sana bazı âyetleri tek anlamlı,
bazı âyetleri ise çok anlama gelebilecek o kitabı
indirmiş olan O 'dur. Kalplerinde zeyğ (sapma eğilimi)
olanlar bu şüpheli kısma eğilirler; amaçları ihtilâf
çıkarmaktır. İlmen ehil olanlar ise şöyle der: 'Biz
ona iman ediyoruz; hepsi Rabbimizdendir. Ey Rabbimiz, bizi doğru yola
ilettikten sonra kalplerimizi döndürme" (Âlu İmrân, 3/7-8).

Emihe yahut Emehe fiili, gözleri kapalı ve
kafası hangi yola gireceği konusunda tamamıyle
karışmış olarak sonu belirsiz yollara düşme diye
anlamlandırabileceğimiz, bu dünyada bir o yana bir bu yana
giden, doğru istikamete de asla ulaşamayan kâfirlerin halini
ifade için kullanılmıştır: "Doğrusu
âhirete iman etmeyenlere gelince; biz onlara yaptıkları
işleri güzel göstermekteyiz ki, yolların
karıştırsınlar" (en-Neml, 27/4).

Kayıtsızlık, dikkatsizlik
anlamındaki gaflet de dalâle yakındır: Dalâl'ın dini
kullanımdaki anlamının irşâd çizgisinden kopmak
olmasına karşılık gafletin manası ona
karşı tamamıyle kayıtsız kalmaktır:
"Onlar sığır sürüsü gibidirler. Hayır, daha da
şaşkındırlar. Bunlar,
aldırışsızlardır" (el-A'raf, 7/179).
Kur'an'a muhâtap olmayanları gâfiller olarak niteleyebiliriz:
"Biz sana bu Kur'an'ı vahyetmeden önce sen de gâfillerdendin
" (Yûsuf, 12/3); "Ey Muhammed bunu sana babalarının
uyanmamış olması yüzünden kendileri de gaflete düşmüş
olanları uyarmak için Kadir ve Rahîm olan vahyetmektedir"
(Yâsin, 36/5-6).

Şu âyette de aldırmazlık, küfr zulüm
ve şirk ile yakın alakalıdır: "Hak olan vaad
(cehennem azâbı) yaklaştığı zaman, gör
kâfîrlerin gözleri nasıl yuvalarından fırlayacak gibi
bakar. Vay başımıza gelenlere derler; biz, bundan yana
vurdumduymaz, gaflet içinde idik; biz zâlimlerdik. Doğrusu siz ve
Allah'tan başka taptığınız ne varsa hepsi
cehennem için yakacaktır. şimdi gireceksiniz oraya"
(el-Enbiyâ, 21/98).

"Allah, kâfirlere rehberlik etmez. O onların
kalplerine, kulaklarına, gözlerine mühür vurmuştur. Onlar
aldırmazlar" (en-Nahl, 16/107-108). "Ey Muhammed onlara o
üzücü günün haberini ilet ki, onlar gaflet içinde ve inanmaz iken
son karar verilecektir" (Meryem, 19/39).

Hevâ ehli olarak dalâlet: "Ben sizin ahvânıza
uyacak değilim. Zira o takdirde yolumu
şaşırırım ve doğru yolu bulanlardan olmam
de" (el-En'âm, 6/56); "Allah'tan bir irşâd olmaksızın
kendi hevâsına uyandan daha şaşkın kim olabilir?
Doğrusu Allah zâlimleri, doğru yola iletmez" (el-Kasas,
28/50); "Geçmişte yolunu kaybetmiş ve birçok insanı
da yoldan çıkarmış, şimdi de düz yoldan kopmuş
olanların ehvâma tâbi olma" (el-Maide, 5/77).

İnançsızlara ehl-i ehvâ denilmiştir.
İmam Eş'arî şöyle der: "Hakîkaten ayrılmış
olan Mu'tezilileri ve Kaderîleri kendi ehvâları, önderlerine ve
atalarına körü körüne itâate, Kur'an'ı da oldukça rastgele
bir biçimde anlamaya itmiştir."

Bütün bu misâllerden ve Kur'an'daki genel anlatım
düzeninden dalâlet ehlinin: Küfür hevâ, isyan, nankörlük, iftirâ,
yalancılık, büyüklenmek, inançsızlık, Allah'ın
elçisine tâbi olmamak, Kur'an'a inanmamak, sünneti terketmek,
kalplerini katılaştırmak, şirk koşmak, âhirete
inanmamak, hakka karşı aldırışsızlık, müteşâbihlere
uymak, inançta şüpheli davranmak, bilgisizce âyetler hakkında
tartışmak, haklara tecâvüz etmek, vahiyle alay etmek, haddi
asmak, fâsıklık, fâcirlik, zâlimlik, müsriflik, Allah'ın
indirdiği ile hükmetmemek gibi özellikleri olduğu
anlaşılmaktadır. Dalâlet ehli, yani "Kâsitûn'a
gelince onlar cehennemin yakıtıdırlar" (el-Cin,
72/14-15). (Ayrıca bk. Ehl-i Bid'at, Ehl-i Sünnet)

Ahmed AĞIRAKÇA


Konular