Şamil | Kategoriler | Konular

Dogum kontrolü

DOĞUM KONTROLÜ

Doğumun kontrol altına alınması, nüfusun
çoğalmasının sınırlandırılması,
istenmeyen gebeliğin önlenmesi amacıyla uygulanan ve siyasî,
iktisadî, demografik, tıbbî, ahlâkî, sosyal ve dinî yönleri
bulunan bir kavram. Aile plânlaması, nüfus plânlaması gibi
yaygın adlandırmalarla yapılan doğum kontrolü, eski
çağlardan beri uygulanmasına rağmen, esas olarak
ondokuzuncu yüzyılda Batı Avrupa'da doktrin olarak ortaya
atılmış ve hızla bütün dünyaya yayılmıştır.
En eski eserlerde bile bu konuya dair bilgiler bulunmaktadır. Tarih
boyunca hangi millet veya dinden olursa olsun insanlar, "gebeliği
önleme metodları" üzerinde durmuşlardır. Ancak
yirminci yüzyılda dînî ve ahlâkî bakış açılarının
değişmesi, ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde, doğum
kontrol yöntemleri ve araçları bütün kitlelere yaygın bir
hareket haline gelmiş; serî ve çok sayıdaki doğum kontrol
aracı üretimi ve bunların serbestçe satılması ve
alınması, koruyucu hekimliğin gelişmesi, doğum
kontrol ilâçlarının çoğalmasıyla, bu hareket
geniş çapta uygulanır olmuştur.

İngiliz iktisat profesörü ve Anglikan rahibi
Thomas Robert Malthus (1766-1834) 1803'te yayımladığı,
"Nüfusun Toplumun Gelecekteki Gelişmesi Üstündeki Etkileri
Konusunda Deneme" adlı eserinde; kıt kaynaklarla,
sınırsız ve artan nüfusun ihtiyaçlarının
nasıl karşılanacağını düşünerek,
insan nüfusunun artmasıyla kaynakların tükenebileceğini,
bunu önlemek için çoğalmayı geçim kaynaklarına göre
ayarlamak gerektiğini ve doğumu teşvik edici bütün
tedbirlerden kaçınmak ve "fakirler yasası''nı ortadan
kaldırmak gerektiğini ileri sürdü ve cinsel perhizle doğum
kontrolünü başlattı. O'na göre bu yasa, "bir başak
veren toprağı iki başak verir duruma getirmeden"
halkı çoğalmamaya teşvik ediyordu. Nüfus artışının
işsizlik, düşük ücret, yani yoksulluk demek olduğunu
fakirler öğrenmeliydi. Malthus'un bu fikirleri, kitabı
yayınlandığı yıllarda rağbet görmesine rağmen,
teoride kalmıştır. Ancak daha sonraları Yeni Malthusçuluk
veya Malthusçuluk adı verilen doktrin ile bu teori, sadece cinsel
istekleri önlemeyi öğütleyen bir teori olmaktan çıkarak,
gebeliği önleyici tedbirler üzerinde durdu ve giderek uygulanır
oldu. "Doğumun isteyerek kontrol altına alınması"
diye tanımlanan Malthusçu doktrin, uzun süre ahlâka aykırı
ve hatta şeytanca bir öğreti gözüyle bakılmasına ve
tabiata aykırı olduğu öne sürülerek tanrı
tanımazlarca da kötülenmesine, hayli gürültü koparan Annie
Besant davasına (1877) rağmen, sonunda İngiltere'de kesin
olarak kabul edilmiştir. Bu akım, özellikle dinlerin büyük
tepkisine yol açtı. En sert şekilde Katolikler ve Komünistlerce
eleştirildi. Papalar ve rahipler, doğum kontrolünü Allah'ın
işine karışmak şeklinde değerlendirdiler. Komünistler
de, zenginlerin, servetlerini paylaşmamak için nüfusun çoğalmasını
istemediklerinden bu hareketi başlattıklarını söylediler.
1798'de Amsterdam'da ilk klinik açıldı. Sonra bu hareket
Birleşik Amerika'da genişleyerek yayıldı. İlk
doğum klinikleri burada açıldı. (1916) Gebeliği
önleyici her türlü tedbir ahlâki sayıldı. Bu hareket de
giderek dînle ilgisiz bir alan oluşturdu.

Çeşitli doğum kontrol yöntemleri gelişip
yaygınlaşmadan önce dinlerde "azl" metoduyla gebeliği
önleme bilinmekteydi. Yahudiler ve hristiyanlar ve sonra da müslümanlar,
istenmeyen gebeliklerin önlenmesinde azl metodunu uyguluyorlardı.
Doğu dinlerinde de azl metodu uygulanıyordu. (Encyclopedia
Britannica, "Birth control", III, 705; Moye W. Freymann,
Encyclopedia Americana, "Birth control", mad., IV/4-7; Eski Ahit,
Tekvin, 22/15-17; Ebu'l-Ala Mevdudi, İslâm Nazarında Doğum
Kontrolü, İstanbul 1967; M. Esad Kılıçer, "İslâm'da
Aile Planlaması", A.Ü.İ.F. Dergisi XXIV, Ankara 1981, 494
vd.; Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, İstanbul 1983,
176-178).

Türkiye'de 1967'de çıkarılan Nüfus
Planlaması Hakkında Kanun'a göre "nüfus planlaması,
fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi
olmaları" şeklinde tarif edilmiştir. Bu hususun
gebeliği önleyici tedbirlerle sağlanacağını
belirten kanun maddesi, tıbbî zaruretler dışında
gebeliğin sona erdirilemeyeceğini hükme bağlamıştır.
Nüfus planlaması, fertlerin arzularına, karı-koca
arasındaki anlayışa bırakılmıştır.
Yine de devlet, sağlık ve nüfus siyasetiyle, koruyucu hekimliğin
yaygınlaştırılması ve kürtajın serbest
bırakılmasıyla, doğum kontrolü konusunda çok ileri
kararlar almış, hatta kürtaj meselesi ABD ve Batı
ülkelerinde dahi hâlâ yoğun olarak tartışma konusu
olmasına rağmen bizde hemen uygulamaya konularak bu konularda
zaten yeterince cahil ve bilgisiz olan halkın yanlış yönlere
sürüklenmesine sebep olunmuştur. Birleşmiş Milletler
Çocuklara Yardım Fonu (UNİCEF), Dünya Sağlık
Teşkilatı (WHO) ve diğer çeşitli bakanlık ve
üniversite araştırma ve raporlarında özellikle geri kalmış
ülkelerde fakir anne adayı kadınların ve bebek ölümleri
oranının çok yüksek olduğu tespit edilmiştir. Yine,
kürtaj dolayısıyla: ölen, sakat kalan kadınlar da önemli
bir yekün teşkil etmektedir. Tıbbi kontrol, beslenme
yetersizliği, işsizlik gibi sebepler aile plânlaması
ihtiyacını karşılamadığı halde,
annelerin, cahilce yollarla, zararlı ve ilkel usullerle doğum
kontrolü uyguladıkları, her yıl yarım milyon
kadının öldüğü ve bir milyon civarında çocuğun
annesiz kaldığı belirtilmiştir. Geri ülkelerin fakir
sınıflarında cinsellik, gebelik, gebelik süresince nasıl
hareket edileceğine dair çok eksik ve yanlış bilgilenme
vardır. Gebe kadınlar yeterince beslenmemekte ve ağır
işlerde çalıştırılmaktadır. Ardı
ardına doğum yapılarak toparlanmasına fırsat
verilmemekte veya çok küçük yaşlarda gebe kalınmakta; yine,
çocuk aldırmanın mubahlaştırılması sonucu
fuhuşta artışlar olmaktadır. Öte yandan, her yıl
yüzlerce sahipsiz çocuğun sokağa terkedildiği görülmektedir.

İslâm dini, kürtajı kesinlikle cinayet
olarak kabul etmiştir. Aynı şekilde, insana zarar verici
her çeşit tıbbî müdahaleyi, kısırlaştırmayı
doğum kontrolünün dışarıdan zorla
yaptırılmasını da yasaklamıştır.
Doğum kontrolü uygulanmasının çeşitli sebepleri
vardır:

1. Güvenlik endişesi, gelecek korkusu, açlık
ve yoksulluk sorunu.

2. Devletin, nüfusun artması veya azalması
üzerine, doğumları teşviki veya
sınırlandırılmasını sağlaması.

3. İstenmeyen gebelikler.

4. Doğumu mümkün en iyi şartlara ertelemek
arzusu.

5. Çok çocuğun rahat yaşamayı
engelleyeceği, ancak ekonomik yönden rahatladıktan sonra çok
çocuk yapmayı istemek.

6. Hastalıklar Hastalıkların çocuğa
da geçeceği düşüncesi. AIDS, Verem vs.

7. Cariyenin çocuğu olursa, azad edileceği
yani satılamaması düşüncesi. (Bu sebep, İslâm
hukukunun uygulandığı zamanlarda geçerlidir.)

8. Fazla çocuğun, ibadete ve ilme engel
olacağı fikri.

9. Yeni bir gebeliğin kadın için tehlikeli
olması veya memedeki çocuğuna zarar verme durumu. İslâmî
anlayışa göre, zaruretler ve hastalıklar
dışındaki diğer sebepler anlamsız
bulunmaktadır.

Çeşitli doğum kontrol yolları ve araçları
bulunmaktadır, ancak bunların birçoğu kesin olarak
gebeliği önlememektedir:

1. Azl, yani erkeğin, cinsî ilişkiyi
yarıda kesmesi.

2. Ritm (takvim) usûlü. Bu usulde, kadının
doğurgan olmadığı tehlikesiz dönemlerinde cima yapılması
gerekmektedir.

3. Ağızdan alınan ilaçlar. Bunların
çeşitli yan etkileri vardır.

4. Prezervatif (kondom, kaput). Spermatozoidlerin dölyatağı
boşluğuna inmesini önlemek içindir. Aynı zamanda son
yıllarda resmen propagandası yapılmış ve çağın
en korkunç hastalığı olan AIDS'e karşı en iyi
korunma aracı olarak sunulmuştur. Ayrıca kadın
kondomları da vardır.

5. Rahim içine konulan aygıtlar. Diyafram,
kremler, süpozituarlar, tamponlar, spiraller.

6. Kürtaj.

7. Kısırlaştırma. 8. Lavaj. 9.
Laparoskopi.

Başta azl olmak üzere, bütün bu doğum
kontrol araçlarının çeşitli yan tesirleri ve tehlikeleri
mevcut bulunmaktadır. Hepsi de fıtrata ters olup, doğal
birleşmeyi engellemektedir. Bunlar, orgazmı (doyumu) önlemekte,
psikolojik sinirsel rahatsızlıklara yol açmakta, imtizaçsızlığa
sebep olmakta ve bunalım çıkarmaktadır.

Bunlar, kadının isteği
dışında yapıldığında onun çocuk.
sahibi olmasını engellemekte ve tatminsizliğe neden olmakta;
nasıl olsa çocuk olmayacak fikri yaygınlaşarak
kadını fuhşa teşvik etmektedir.

İslâm dininde "azl" vasıtası
ile doğum kontrolü meselesinde dört büyük imam, cevaz yanlısıdırlar.
Yine de fukaha arasında azl meselesi ihtilâflıdır. Çeşitli
mezheplerde azl için mekruh, caiz, mübah, helâla yakın mekruh,
haram gibi hükümler verilmiştir. Kürtaj ve çocuk düşürmek
cinayet olarak görülmüş; ancak gebeliğin ilk yüzyirmi günü
içerisinde, cenin henüz canlı bir varlık haline gelmeden çocuğun
düşürülebileceğini de caiz görmüşlerdir. (İbn
Âbidin, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1983, VI 32 vd.; Yusuf
Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet, İstanbul 1985, 116; Melâhat Aktaş,
İslâm Toplumunda ve Çağımızda Kadın,
İstanbul 1982, 67)

Azl (kesik cima, meninin kadından
uzaklaştırılması), hakkında Kur'ân-ı
Kerim'de bir beyan yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s.)'den bize gelen
rivayetlerde de azl konusunda O'nun açık bir yasaklaması
bulunmamaktadır. (bk. Azl mad.) Bu sebeple azli, cumhur, mübah
olarak görmüştür. Azli mübah görenler onu, zarûrî hallerde
caiz bulmuşlardır. Azle karşı olan alimler ise,
ashabın çoğunluğunun ve bizzat Peygamber'in azle
karşı olduğunu, Peygamber'in azl konusunda soru soranlara
"isterseniz yapmayın" demesinin yasaklamaya daha yakın
olduğunu söylemişlerdir. Kıyas yoluyla bazı ulema da
doğum kontrolü için şunları söylemiştir: Gazâlî,
"Azl, nikâhı terketmek gibidir" der. (Gazâlî, İhyâu
Ulûmid-Din, II, 41 vd.) Caferiye mezhebi, çocuğun millet ve
ana-babanın ortak bir malı olduğunu belirtmiş zarûret
sebebiyle doğum kontrolünde azl yolunu câiz görmüştür.
Dürzîler, ailelerin özellikle fakirlerin az sayıda çocuk sahibi
olmalarının iyilik ve takvaya daha yakın olduğunu söylemişlerdir.
İbn Kudâme, azlin mekruh olduğunu, onun darü'l-harb'te caiz
olacağını belirtir. İmam Nevevî de, azli ved'e
benzeterek, mekruh olduğunu söyler. İbn Hazm da aynı görüştedir.
Mevdûdi doğum kontrolünün İslâm'la bağdaşmadığını
savunur. O, doğum kontrolünün ümmet çapında bir hareket
olmadığını; birkaç sahabînin bu yola başvurduğunu;
büyük çapta bir hareket olsaydı Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bunu
yasaklamış olacağını belirterek, ancak zarûrî
hallerde, kadının gebe kalmasının onun ölümüne yol
açması ihtimali veya memedeki çocuğun ardından hemen
ikinci bir doğumun memedeki çocuğa zarar vermesi durumu gibi
zarûret(erde tedbir alınabileceğini söylemektedir. (Mevdûdî,
İslâm Nazarında Doğum Kontrolü, İstanbul 1967) O,
fakirlikten dolayı ailelerin çocuktan kaçınmalarını
suç olarak telâkkî eder. Delîl olarak İsrâ sûresinin
"Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz.
Sizi de onları da biz besliyoruz. Onları öldürmeniz büyük
günahtır. "(el-İsrâ, 17/31) âyetini getirir ve En'âm
sûresinin 140. âyetine dayanarak helâli haramlaştırmamak
gerektiğini söyler Mevdûdî, doğum kontrolün,ün
İslam'ın temel ilkelerine ve özüne aykırı
olduğunu, bunun nüfus azalması ve fuhşa teşvik yolu
olduğunu da belirtmektedir. T.C. Diyanet İşleri
Başkanlığı, devletin resmi politikasına uydurmak
maksadıyla 1960'da başkan Ömer Nasuhi Bilmen'in uygun bulmasıyla
"ilkaha mâni tedbir almakta kadının rızası
şart olup, zaman gereği çocuğun kötü yetişeceği,
harp veya seferde bulunulması ve benzer sebeplerle bu
şartın da sâkıt olacağı ve dolayısıyla
azlin, bir kısım ashab ve ulemanın kerih görmelerine rağmen,
yine bir kısım ashab ve cumhûr-ı ulemaca caiz görüldüğünü"
savunmuştur. Çeşitli fetvalarda, ulema, zarûret yoksa herhangi
bir şekilde gebeliği önlemenin câiz olmadığını,
ancak tehlikeli hallerde azlin de, ilaç almanın da caiz
olduğunu söylemiştir. Ancak hiçbir zaman "devamlı
doğum kontrolü"nden yana olunmamıştır. Hz.
Peygamber'in "Azl yapılsa da, yapılmasa da; Allah'ın
dilediği her canlının kıyamete kadar dünyaya geleceğini"
söylemesini (Buhârî, Nikâh, 42; Müslîm, Nikâh, 1438; Neseî, Nikâh
107/6; Ebû Dâvud, Azil, 2170-2173; Tirmizî, Bâbu Kerâhiyeti'l-Azli,
1138) kaynak olarak alan ve doğum kontrolüne istisnai hallerde cevaz
veren İslâm uleması, genel olarak şu delillerle doğum
kontrolüne karşı çıkmaktadırlar: Fakirlik korkusu için:
Allah, kadınları sadece hoşça vakit geçirmek için
yaratmamıştır. Kadınla erkek arasındaki
ilişki, tarla ile çiftçi arasındaki ilişki kadar ciddîdir.
Çiftçi tarlasına sadece hoşlandığı için değil,
onu ekmek ve ürün almak için gider. Aynı şekilde bir
erkeğin de karısına çocuk üretmek amacıyla
yaklaşması gereklidir. Bu, sünnettir ve çocuk, ailenin esas
amacıdır. Allah, "Kadınlar sizin
tarlanızdır, o halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle
varın." buyurur. (el-Bakara, 2/223; Ebû'l-Âlâ Mevdûdi,
Tefhimû'l-Kur'ân, İstanbul 1986, I, 151) Rızık korkusu,
basit bir iddiadır. Allah, milyonlarca canlının
rızkını vermektedir; O, Hâlik ve Rezzâk'tır.
İnsan, Allah'ın denge ve düzenine, açlık korkusuyla müdahale
etmemeli, fıtrî yapıyı, tabiî cinsî yakınlaşma
yolunu ve çocuk edinme nimetini kendine kapamamalıdır.
Özellikle, kısırlaştırma kesinlikle düşünülmemelidir.
Allah'ın yarattığını değiştirenler müslüman
olamaz (en-Nisâ, 4/119). Ancak Allah dilediğini kısır
kılar. (Şûrâ, 42/49-50) Fazla çocuk istenmemesi gerekçesini
de İmam Şâfiî şöyle tenkid etmiştir: Allahü
Teâlâ'nın Nisâ sûresinde "Aralarında adalet
yapamamaktan korkarsanız. bir kadınla yetininiz"
şeklindeki beyanı, fazla çocuk olup, aile efradınız
ve sıkıntınız artmasın anlamındadır.

İslâm Peygamberi (s.a.s.), ümmetinin çokluğuyla
övüneceğini, doğurgan kadınlarla evlenmelerini ve sünnetinden
yüz çevirenlerin müslüman olmadıklarını, ümmetine öğütlemiştir.
(İbn Mâce, I, 592).

Doğum, bebeğin dünyaya gelişi,
olağanüstü bir olaydır. Âyetlerde buyrulduğu üzere herşey
bir ölçüye göredir, ve insan dokuz ay ana karnında ve memede bu
evreyi geçirir. (Lokman, 31/14)

Hz. Peygamber sevdiklerine "mal ve evlad bolluğu"
için dua ederdi Amellerde esas Allah rızasıdır.
Birşey ya helâldir, ya haramdır. Evliliğin iki ana hikmeti
vardır: fıtraten kadın ve erkek olarak
yaratılmış iki karşı cinsin birbirini tatmini ve
bu yolla neslin devamı. Zaten insanlar her ne yapsalar,
"....O'nun bilgisi olmadıkça ne meyveler kabuklarından çıkar,
ne bir dişi gebe kalır ve ne de doğurur. " (Fussilet,
41/47) şeklindeki ilâhî hükümden uzak değildirler.
İnsanlar kendi kendilerine azab ve zulüm ederler. Meni rahme boşaltılsa
bile bazen çocuk olmaz; meniyi rahimden kaçırmak isteyenin ise
çocuğu olabilir. Bu, eninde sonunda Allah'ın kudretinde olan
bir olgudur. Doğal cinsî yakınlaşmayı bozmayan müslüman,
çocuk talep etme niyeti ve eylemi ile ayrıca sevap da kazanmakta;
oysa doğum kontrolü yapan, en azından bir sevaptan mahrum
olmaktadır. Doğum kontrolü yapanlar, fıtrî yapıyı
bozmakta, değiştirmekte, iptal etmektedir ki; eğer zarureti
yoksa bu, açıkça sünnete karşı gelmek anlamını
da taşımaktadır. Kaldı ki, Rasûlullah, "Nikâh
benim sünnetimdir; kim benim sünnetimi yerine getirmezse, benden değildir.
Evlenin; zira ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla iftihar
edeceğim. " (bu hadisi değişik lâfızlarla Buharî,
Müslim, Ahmed b. Hanbel, Taberani, Hakim ve Beyhaki, İbn Mace
kitaplarında yazmışlardır.) Evlenme, bir ibadet, bir sünnet
olduğuna göre; Şeriata bir bütün olarak bakıldığında,
evlenmiş olanların, doğum kontrolü yapmaları bekârlığın
bir başka türü, veya sünnete karşı çıkış
olarak değerlendirilmektedir. İster ana rahmine çocuk düşmesini
engellemek, isterse rahimde teşekkül etmiş cenînin yaşamasına
mani olmak olsun, her ikisinde de ana amaç, istenmeyen bir gebelik veya
istenmeyen bir çocuk ise, bunun çelişik, bir müslümandan zaten
beklenmeyecek bir hareket olduğu açıktır.

Hz. Peygamber, emzikli bir kadının yeniden
gebe kalmaması için onunla ilişkiyi ertelemek veya
ilişkide kontrol uygulamak konusunda da ümmetini serbest bırakmıştır.
Gîle, Gayl, Gıyal şeklinde geçen meselede, bugün tıp,
memedeki çocuğun sütünün sonraki çocuk için zararlı
olduğunu söylemiştir. Ancak bu konuda, "Anneler çocuklarını
iki bütün yıl emzirirler. (Bu hüküm), emmeyi tamam yaptırmak
isteyen(ler) içindir." (el-Bakara, 2/233) şeklindeki Kur'ân
âyetini, iki çocuk arasında iki yıl müddet bırakılmalıdır
şeklinde yorumlayanlar da olmuştur. Bu çevreler üst üste yapılan
doğumlarda gebe annenin çok yıprandığını,
kendisini toparlayamadığını; memedeki çocuğa
gereken önem verilemeden diğer bir çocuğun ardından
gelmesiyle, ek yardım yollarından yararlanmayan çağdaş
karıkocadan ibaret olan çekirdek ailenin, ekonomik açıdan da
çok zor durumlarda kaldığını; gelir düzeyi düşük
bu ailelerde, kadının, "çocuk üretim fabrikası"
gibi ardı ardına çocuk doğurmasının başka
bir azab olduğunu ileri sürerler. Demek ki, her çocuk arasında
en az iki yıl bırakılmalıdır. Bu mesele her ne
kadar erkek ile kadın arasında bir mesele gibi görünüyorsa
da; doğum kontrolü, yani çocuk yapmayı önleyici düşünce
ve uygulamalar, sosyal adalet, İslâm ülkesi, çocukların
bakım ve eğitimi, çevre şartları gibi etkenlerle de
yakından ilgilidir.

Sonuç olarak, "Allah'ın kaderi
olmaksızın cinsî münasebetin çocuğa götürmemesi veya
çocuk olması mümkün olmadığına göre, korunma
niye?" diye düşünülsün; isterse doğum kontrolü yapan
hakkında, "tarlayı sürmekten yüz çevirdi, tohumunu zâyi
etti, yaratılışı âtıl bıraktı, sünneti
terketti, zürriyetini kuruttu" tarzında hüküm verilsin; veya
doğum kontrolü kavramı, çağdaş bir zorunluluk ve
dayatma şeklinde algılansın, bu kabul edilmesi mümkün
olmayan bir düşüncedir. Ama, İslâm'da doğum kontrolü
konusu için ictihad gereklidir. İsteyen müctehid azl veya başka
yöntemlerle doğum kontrolü hakkında caizdir veya değildir
gibi ictihad edebilir. Bu da aslında İslâm devleti âlimlerinin
vereceği karara ve ictihada dayalı bir husustur. Çünkü gebeliğin
veya doğum kontrolünün sebep ve sonuçlarına katlanacak olan,
aile fertleridir.

Şamil İA


Konular