Şamil | Kategoriler | Konular
Dergah
DERGÂH
Kapı, kapı yeri, eşik; büyük makamların
kapısı tekke, hangâh. Farsça'dan gelen bir kelime olup "hangâh"
şeklinde de ifade edilmektedir. Bu terim, bir yüceltme ve onurlandırma
ifadesi olarak kullanılagelmiştir. İlâhî kelimesi ile
beraber kullanıldığında "Allah'ın katı"
şeklinde bir mana kazanır. Bu arada hükümdarlara ait yer ve
makamları yüceltmek maksadı ile "Dergâh-ı Âlî"
şeklinde de kullanılmıştır. Burada ifade edilmek
istenen şey, hükümdarın oturduğu "saray"dır.
Tarikatların bulunduğu tekkelere de "dergâh"
isminin verildiği görülmektedir. Tekke ve zaviyeler, dergâh
kelimesinin manası içerisinde yer alan müesseselerdir. Her ne kadar
geçmişte ve zamanımızda tarîkat yer veya merkezlerine
dergâh deniyor ise de; gerçekte tarih boyunca görülen tekke ve
zaviyeler, hatta hangâh'lar birer dergâh'tırlar. Kullanım
şekline göre büşşük dergâhlara âsıtâne,
küçüklerine ise zaviye ismi verilmiştir.
Tekkeler ve zaviyeler, bağlı oldukları
hangâhlar vasıtasıyla maddî ve manevî ihtiyaçlarını
temin ederlerdi. Bu sebeple hangâh postunda oturan şeyh, tarîkatın
en büyük uzvu sayılırdı. Hangâhlarda tekke ve
zaviyelerin kayıtları tutulurdu.
Dergâhlar aynı zamanda eğitim yerleriydi.
Tekkeler, özellikle kuruluş yıllarında kendi seçtikleri
yerlerde yapılmıştır. Bunlar, müntesiplerinin ruh
selâmetiyle beraber, etraflarındaki insanların da manevî
ihtiyaçlarını temin ederek bölge insanlarına sahip çıkmış
ve bunu önemli bir görev saymışlardır. Kur'ân'ın
belirlediği bir metod olan hikmet ve güzel sözlerle insanları
İslâm'a çağırma işinde de -menfaata
dayanmadığı için- büyük mesafeler katetmişlerdir.
(Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul 1977, 121).
Dergâhlarda dini ilimlerin öğretiminin
yanısıra, meslekî ve sanat çalışmaları da yürürlükteydi.
Bir tarîkat olan Ahîlik sistemi içerisinde tutunan sanayi kolları,
başlarındaki şeyhler ya da kâhyalar aracılığı
ile merkezi hükümete bağlı bulunuyorlardı. Hükümetin
üretim miktarını denetlemekten, narh koymaya kadar piyasa
üzerinde geniş bir etkisi bulunmakta idi. Dergaha bağlı çırağın,
kalfanın ve ustanın yıkılmaz bir hiyerarşik
ortamda, tam disiplinle birbirine bağlı olmasının ve
rekabetçi bir gelişmeyi önleyecek olan güçlü bir otokontrol
sisteminin Ahîlik aracılığı ile sanayiye
uygulanmasının yanısıra; bu devlet denetimi,
bağımsız rekabetçi bir sanayinin gelişmesini de
engellemekteydi. Yüzlerce çırak, usta ve kalfanın meslek ve
çalışma hayatını her türlü stresten uzak, kendine
has eğitim prensipleriyle idare ve kontrol eden fütüvvet teşkilatı,
kanaatımızca her şeyi "alt ve üst yapı"
larla açıklamaya çalışan düşünceleri yalanlamaktadır.
İslâm'ın ekonomik anlayışının
doğurduğu kurum olarak görebileceğimiz bu müessese,
içinde bulunduğumuz dönemde görülen iktisadî krizlerin meydana
gelmesine engel olurken, günümüz için de büyük bir değer
taşımaktadır. Böylelikle dergâhların aynı
zamanda birer sosyal yardım hizmeti gördüğü bilinmektedir.
Her dergâh bulunduğu semt için bir sosyal yardım
kurumu rolünü oynardı. Herkes, bilhassa fakir ve muhtaç halk
tabakaları, dergâhı kendisi için bir melce ve bir sığınma
yeri bilirdi. Tekkelerde her gün yemekler ve belirli zamanlarda lokmalar
ve aşureler pişirilir, halka
dağıtılırdı. Zenginler ve hayırsever
kimseler de tekkelerin bu hizmetini bildikleri ve gördükleri için vakit
vakit oralara kurbanlar, yiyecekler gönderirler, bunların fakirlere
yedirilmesini isterlerdi. (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul
1977, 234).
Dergâhlarda dini törenler yapılırdı.
Bu törenler çevre halkının katıldığı manevî
yönden istifade edip, hoşnut olduğu eğlencelerdi.
Ayrıca çeşitli sohbetler düzenlenerek kitlelerin bilgi ve
ahlâk seviyelerinin gelişmesine yardım edilmekteydi.
Dergâh, edebiyatta, "sığınılacak
yer" manasında kullanıldığı gibi, bir hizmet
ve eğitim müessesesi olarak da işlenmiştir.
Sami ŞENER