Şamil | Kategoriler | Konular

Dalalet

DALÂLET

Yolunu şaşırma; kaybolma; azma;
sapkınlık ve batıla yönelme. Ayrıca, helâk olmak,
batıl şey ve unutmak mânâlarına geldiği gibi bilerek
veya bilmeyerek, az veya çok doğru yoldan sapmak anlamlarına da
gelir. Nitekim "dâll" ve "dalâl" hem peygamberler
hem de kâfirler için kullanılmıştır: " (Kardeşleri)
dediler ki: Yusuf'la kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir.
halbuki bizler birbirine bağlı bir toplumuz. Herhalde
babamız apaçık bir hata (dalâl) içindedir" (Yusuf,
12/8).

Âyette görüldüğü gibi, hata kelimesi "dalâl"
ile ifade edilmiştir.

Duhâ sûresinde de peygambere hitaben; "Seni
şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?" (ed-Duhâ,
93/7) buyurulmaktadır. Buradaki şaşırma kelimesi de
Kur'ân'da "dâll", yani yolunu kaybetmiş,
şaşırmış demektir.

Dilimizde dalâlete, sapmak, sapıklık ve
sapkınlık denir. Dalâl, bazen gafletten ve
şaşkınlıktan doğar. Bu münasebetle dalâl;
gaflet, şaşkınlık, kaybolma ve helâk olma manalarına
da kullanılır.

Aslında dalâl, yoldan sapmak demek olduğu
gibi, aklî sapma anlamlarında da kullanılmıştır.
Biz de dalâlet ve sapkınlığı batıla düşmeyi
sadece dinde; dalâl ve sapıklığı da akıl ve sözde
kullanırız. Dâll kelimesinin çoğulu olan "dâllîn",
tam manasıyla, sapkınlar demektir.

"Kim imanı küfürle değiştirirse
şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur" (el-Bakara,
2/108)

"Allah'a ortak koşan kimse şüphesiz
derin bir sapıklığa düşmüştür" (en-Nisâ,
4/116)

"Allah ve Rasülü bir işe hüküm verdiği
zaman, mümin kadın ve erkeğin o işlerinde seçme hakkı
yoktur. Kim Allah ve-Rasülü'ne karşı gelirse apaçık bir
sapıklığa düşmüş olur" (el-Ahzâb, 33/36)

Yukardaki âyetler, ister mümin olsun ister kâfir,
Allah'ın ve Rasûlü'nün emir ve teklifleri karşısında
inat edip ondan deliller ve harikulâde şeyler istemek suretiyle
Peygamber'i müşkül durumda bırakmaya çalışmalarının
onları doğru yoldan sapmış kimseler olarak
nitelendirmeye götüreceğini ihtar etmektedir.

"İbrahim, babası Âzer'e: Sen bir takım
putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve
milletini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum demişti.
" (el-En'am, 6/74).

Halbuki Hz. İbrahim Kur'ân ifadesiyle yumuşak,
müsamahakâr, temiz huylu ve halîm birisidir. Fakat akîde söz konusu
olunca, ne babalık kalır ne de evlâtlık... Dalâleti
seçenlere karşı tavır budur.

"...Allah, müminlere lütufta bulunmuştur.
Halbuki daha önce apaçık bir (dalâl) sapıklık içindeydiler.
" (Âli İmrân, 3/164).

Daha önce, tasavvurda, itikatta, hayatî mefhumlarda,
gaye ve yönelişlerde, âdet ve gidişatta, nizam ve prensiplerde
dalâlet; sosyal ve ahlâkî yaşayışta da
sapıklık içindeydiler. Allah, lütufta bulunarak onları,
sapıklıktan doğru yola çıkarmıştır:

"Ey Muhammed! Sana indirilen Kur'ân'a ve senden
önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor
musun? Tâğutun önünde muhakeme olunmalarını isterler.
Oysa onu reddetmekle emr olunmuşlardı. Şeytan onları
derin bir sapıklıkla saptırmak ister. " (en-Nisâ,
4/60)

İşte iman ettiğini söyleyip; Hakk'ın
önünde muhakeme edilmeye çağrılınca, tâğutun hükmünü
Hakk'ın hükmüne tercih edenler, gerçekte şirk ve apaçık
bir sapıklık içindedirler. Şeytan da, onların, bu
sapıklıklarında daha da derinleşmelerini ister ve
nitekim çoğu zaman başarır.

Dalâlet kelimesinden geçişli olarak türetilen
"idlâl" da saptırmak anlamına gelir. Şöyle ki:
"Onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar
yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar
veremezler. " (en-Nisâ, 4/113)

Rivayete göre Medine yerlilerinden Ta'me, bir komşusunun
zırhını çalmış, bir un
dağarcığına saklayarak getirip, bir Yahudi'nin evine
gizlemişti. Ta'me'yi sıkıştırdılar. O, müslüman
olmasına rağmen yemin etti. Yahudiyi sorguya çektiler. O da:
Bunu bana Ta'me verdi dedi. Bazı Yahudiler de şahitlik ettiler.
Zaferoğulları Rasûlullah'a gelip Ta'me'yi beraat ettirmesini
söylediler. Ta'me'nin yemini karşısında düşündü;
arkasından yukardaki âyet indi.

Dalâletin unutma ve yanılma anlamına
geldiği de olur. Aşağıdaki âyet buna bir örnektir:
Borç verirken yazılmasını ve şahit getirilmesini
isteyen âyet, devamla; "Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz
şahitlerden olmak üzere bir erkekle iki kadın gösterin ki,
onlardan biri yanılırsa diğeri onu düzeltsin. " (el-Bakara,
2/282). Görüldüğü gibi burada yanılma olarak tercüme edilen
kelime Kur'ân'da "dalâlet "ten türeyen, "dallet"
sözcüğüdür.

Peygamber (s.a.s.)'in hadislerinde de, sapıklığın
dalâlet olarak geçtiğini görmek mümkündür. Bir örnek olmak
üzere aşağıdaki hadisle yetinelim:

"Sonradan uydurulan şeylerden
sakınınız. Çünkü sonradan uydurulan her şey
bid'attır. Ve her bid'at sapıklık (dalâlet)tır.
" (Ebû Dâvûd, es-Sünne, 5)

Halid ERBOĞA


Konular