Şamil | Kategoriler | Konular

çocuk

ÇOCUK

Doğumundan bülûğ yaşına kadar
insan yavrusu, evlât.

Allah'u Teâlâ Hz. Âdem (a.s.)'e bizzat hayat
verdikten sonra, muayyen bir yolla erkekle kadının
birleşmesi, erkek ve dişideki sperm denen canlı hücrelerin
birbirleriyle buluşması yoluyla insanın
yaratılışının devamlı olarak
tekrarını murad etti. Erkek ve kadının birleşmesi
tamamlanınca, insan yaratılışının sebebi
olan olay da tamamlanıyor.

İnsanlar, işte bu birleşme ile
nesillerini devam ettiriyorlar. İslâm bu birleşme için bir
ölçü koymuştur. Bu ölçü de nikâhtır. Nikâhdan maksat da,
her canlı için gerekli olan neslin devamını
sağlamaktır. İnsandaki devamlılığın
gayesi ise, Allah'a ibadet ve dünyayı Allah için imar ederek
insanların yardımına koşmaktır. Bu, esas gaye
olunca çocuk ve nesil arzusu, salih ve hayırlı bir neslin talep
edilmesini gerektirmektedir.

Kur'ân-ı Kerîm'de çocuk arzusu ile ilgili
âyetlerde bu hayırlı ve salih çocuk meselesine her seferinde
ayrı ve tevhidî bir önem verilir:

Onlar ki: "-Ey Rabbimiz, bize zevcelerimizden ve
nesillerimizden gözlerimizin bebeği olarak (salih insanlar) ihsan
et, bizi takva sahiplerine rehber kıl derler" (el-Furkan, 25/74)

Bu âyette çocuk kelimesi yerine "gözbebeği
gibi kıymetli" anlamında "kurretu aynin" kelimesi
kullanılmıştır. Bu ise arzularımıza uygun,
ve gerçekten Allah'tan korkan takva sahibi bir nesil demektir.

İstenmesi gereken neslin ana vasıfları,
başka âyetlerde de kaydedilmiştir: "Ya Rabbi, bana kendi
katından temiz bir soy bahşet. Doğrusu sen duayı
işitirsin. " (Ali İmrân, 3/38)

Bu âyette istenecek neslin "temiz" olduğu
belirtilmektedir. Mümin, ancak temiz bir nesil talebinde bulunur. Bu dua,
Zekeriyya (a.s.)'ın duasıdır.

"Ey Rabbimiz, ikimizi de sana teslimiyette sabit
kıl. Soyumuzdan da müslüman bir ümmet yetiştir. " (el-Bakara,
2/128)

"Müslüman nesil" isteğini dile getiren
İbrahim ve İsmail (a.s.) bize bu bakımdan birer
örnektirler. Ayrıca Cenâb-ı Allah bize: "İbrahim ve
onunla birlikte olanlarda sizin için uyulacak güzel örnekler vardır"
(el-Mümtehine, 60/4). buyurmaktadır.

Kur'ân-ı Kerîm'de, elde edilecek çocuk ve
arkadan gelen nesille alâkalı olarak yapılması gereken
duayı öğretici mahiyetteki bir âyet, neslin "salih"
olmasına dikkat çeker. Kırk yaşına basan kimsenin,
yapması gereken dualar meyanında şöyle demesi istenir:

"Bana verdiğin gibi, soyuma da salâh ver.
" (el-Ahkâf, 46/15).

Bu talepteki salâhtan, iyi amel üzere olan hayırlı
nesil anlaşılacağı gibi, yaratılış yönünden
bedeni sağlam, tam, kusursuz, sakat olmayan anlamı da çıkarılmaktadır.

Hz. Âişe validemize bir doğum haberi
ulaşınca, kız mı erkek mi diye hiç sormayıp,
"Yaratılışı tamam mı?" diye
sorduğu; "Evet!" cevabı alınca da, "Âlemlerin
Rabbine hamdolsun" diye dua ettiği bilinmektedir. Hz. Âdem (a.s.)
ve Havva validemiz de zaten bu şekilde dua etmişlerdir:

"Bize salih, bedence kusursuz bir çocuk verirsen,
and olsun ki, şükredenlerden oluruz" (el-Âraf, 7/189).

İhtiyarlığına rağmen kendisine
Cenâb-ı Hakk'ın iki çocuk vermesi karşısında
Hz. İbrahim (a.s.) şu duayı yapmıştır:

"İhtiyarlığıma rağmen
bana İsmail'i ve İshak'ı bahşeden Allah'a hamd olsun.
Doğrusu Rabbim duaları işitendir" (İbrahim,
14/39)

Bu teslimiyet içindeki bir baba Allah Teâlâ'ya
şu niyazda bulunmaktadır:

"Rabbim, beni ve çocuklarımı namaz
kılanlardan eyle. Duamı kabul buyur Rabbimiz"
(İbrahim, 14/40)

Çocuk, babasının sırrı ve
hususiyetlerinin sahibidir. Hayatı boyunca onun gözbebeği,
ölümünden sonra da mevcudiyetini devam ettiren ve ebediliğe
doğru götüren bir parçasıdır. Bütün hususiyetleri (iyi
ve çirkinini) ondan âdeta miras yolu ile aktarır. Zira o, kalbinin
bir parçasıdır. Bundan dolayı Allahu Teâlâ, neseplerin
korunmasını, neslin tevhid üzre yetişmesini
emretmiştir. Bunun için aile halkına, özellikle yeni yetişen
çocuklara her şeyden önce öğretilmesi gereken şey, iman
esasları ve bilhassa "tevhid" inancıdır. Yani
Allah'ın varlığı ve sıfatlarıyla
tanıtılması, hiç bir şekilde O'nun ortağı
yardımcısı, O'na giden yolda aracının
olmadığı, insanların O'nun hükümleri, emir ve
yasaklarıyla yönetilmesi gerektiği inancıdır.
Yaş ve idrak yönüyle bir şeyler öğrenme durumuna gelen
bir çocuğa, öncelikle bu inanç kazandırılmalıdır.
Nitekim bir kısım rivayetler, Rasûlullah (s.a.s.)'ın kendi
yakınlarından bir çocuk konuşmaya başlar
başlamaz çocuğa tevhîd'i öğrettiğini ve bu
maksatla:

"Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı
olmayan, acizlikten ötürü bir yardımcısı da bulunmayan
Allah'a hamd olsun..." (el-İsra, 17/111) âyetini okuduğu
kaydedilmektedir.

Tevhidle birlikte, şirkin kötülüğü, batıllığı,
şirke düşmenin ne büyük bir zulüm ve cinayet olduğu da,
öncelikle öğretilmesi gereken bilgiler olmaktadır. Bu konuda
Kur'ân'ın verdiği en güzel örnek Hz. Lokman (a.s.)'dır.

"Hani Lokman oğluna -ona öğüt
verirken- şöyle demişti: "-Oğulcuğum, Allah'a
ortak koşma. Çünkü Şirk büyük bir zulümdür" (Lokman,
31/13)

Hz. Nuh (a.s.) da kavmini Allah'a davet etmiş,
davetini kabul ederek inanan insanları tufandan kurtulmaları için
gemisine almış, bu arada öz oğlunun da inanarak gemiye
binmesini istemişti. Ancak oğlu, inanmadığı için
gemiye bilmeyerek, kendi helâkini kendi elleriyle hazırlamıştır.
Şefkatinin eseri olarak oğlunun affedilmesi için; "Ya
Rabb, oğlum benim ailemdendir. " diye dua etmiş, Allah da
"Ey Nuh, o senin ailenden değildir, onun yaptığı
yaramaz iştir" (Hûd, 11/42-46) buyurarak, evlâd olabilmek
için sadece babanın sulbünden gelmiş olmanın
yetmediğini; bilâkis babanın gösterdiği eğitimi ve
akideyi kabul etmeyi gerektiğini vurgulamıştır.

Bir çok insan, evlâd sahibi olmayı toplum içerisinde
bir iftihar vesîlesi (el-Hadid, 57/20) olarak düşünmüş,
Allah'ın ebeveyne emaneti olan bu varlıklara İslâmî
terbiye ve eğitimi vermediği için de, onları kendilerine
adeta düşman yapmıştır. Allah, böyleleri için
buyurmaktadır: "...Eşlerinizden ve çocuklarınızdan
size düşman olanlar vardır, onlardan sakının "
(et-Teğabun, 64/14). Gerçekte evlât, insan için bir imtihan vasıtasıdır.
"Mal ve çocuklar birer fitnedir" (el-Enfâl, 8/28).

Peygamber de, (s.a.s.), bütün insanların, emri
altındakilerin çobanı olduğunu ifade etmiştir. (Buharî,
Cumua, 11)

Ebeveynin evlâda bırakacağı en güzel
mirâs, hiç şüphesiz ki, onu güzel terbiye etmesidir (Tirmizî,
Birr, 33). Güzel terbiye edilen Gocuk, ebeveyni için âhiret mutluluğunun
sebebidir. Ölen insanın amel defteri kapandığı halde
salih evlât bırakanın defteri kapanmaz; onun
yaptığı hayırlı işlerden ebeveyn de mutlak
fayda görür (Müslim, V, 73; Ahmed b. Hanbel, IV, 105).

Evlâdın ruh terbiyesine önem verildiği
gibi, zamanın meşhur olan bilgilerinin de ona
kazandırılması geçimini temin edebileceği helâl
kazanç yollarının öğretilmesi gerekir.

Diğer taraftan, yine Kur'ân-ı Kerîm, rasûl
inancı olmadan Allah'a inanmanın hiç bir değer ifade
etmediğini, Allah'a inanmanın mutlaka rasûllere de inanmayı
gerektirdiğini bildirir:

"Allah'ı ve Rasûlü'nü inkâr eden Allah
ile rasûllerinin arasını ayırmak isteyen Bir
kısmına inanıp, bir kısmını inkâr
ederiz." diyerek, ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, kâfirlerdir.
Kâfirlere ağır bir azap
hazırlamışızdır. "Allah'a ve rasûllerine
inanıp onlardan hiç birini ayırmayanlara, işte onlara,
Allah ecrini verecektir. O, bağışlar ve merhamet eder"
(en-Nisâ, 4/150-152).

İslâm, çocuğun göstereceği kabiliyete
göre yönlendirilmesini müminlere tavsiye eder. Bu konuda İbn
Kayyim el-Cevziyye şu görüşe yer vermektedir:

"Eğer baba, çocukta iyi bir anlayış,
sıhhatli bir idrak, kuvvetli bir hâfıza ve yeterli bir
kavrayış keşfederse onu ilme teşvik etmelidir. Zira,
bu vasıflar ilmi kolayca kabul için çocukta fıtrî bir
kâbiliyetin varlığına delildir. Bunun aksine, çocukta
mesleklerden birine yönelik bir kâbiliyet ve heves görürse ve meslek
de mübah ve insanlar için faydalı bir meslekse, Gocuğu o
sahada yetiştirmesi gerekir" (İbn Kayyim el-Cevziyye,
Tuhfetu'l-Mevdud fi Ahkâmu'l Mevlud, 144-145).

Kur'ân-ı Kerim'de öğretim ve terbiye
konularıyla ilgili olarak erkek ve kız çocuklar arasında
herhangi bir ayırım açık olarak gelmiş değildir.
Eğitimle ilgili hükümler; kız ve erkek, her iki cins için de
aynıdır. Ancak, özellikle cinslerin eğitimi ile ilgili bir
çok bahsin kadın ve erkek, her iki cinste de ayrı ayrı ele
alınarak tebliğ edilmiş olması; âyetlerin açık
olan hükümlerinin yanında, cinslerle alâkalı bilgilerin,
onlarla çeşitli şekilde ilgilenilmesi gerektiğini müminlere
hatırlatmak içindir:

"...Mahrem yerlerini, henüz anlamayan
çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin
bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar... "
(en-Nur, 24/31).

"Ey Nebî, eşlerine, kızlarına ve müminlerin
kadınlarına dışarı çıkarken üstlerine
cilbablarını almalarını söyle. Bu, onların hür
ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini
sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder" (el-Ahzâb,
33/59).

Çocukların, iki cinsi arasındaki terbiyenin
çeşitliliği hadislerle ve sünnet ile daha açık olarak gösterilmiştir.
Onların cinsiyetlerinin farklı oluşu sebebi ile
eğitimlerinin farklılığı tabii
karşılanırken, ikisine de eşit davranmak
emredilmiştir.

Âdil ismi ile muttasıf olan Allah, kullarına
karşı adil olduğu gibi, kullarının da
birbirlerine karşı adaletli davranmalarını ve iyilikte
bulunmalarını emretmektedir (en-Nahl, 16/90). Bu ilâhî emir,
aynı zamanda ana-babanın evlâdına karşı göstereceği
ilginin de esasını teşkil etmektedir. Ebeveyn
tarafından çocuklar arasında gösterilecek adaletli muamele,
saygınlıklarının artmasına vesîle olur. İslâm
âdabı kız veya erkek çocuklar arasında ayırım
yapmayı hoş görmemektedir. Öyle ki, gönül işi olan
sevgide bile her iki tarafı eşit tutmayı öngörmektedir.
Ebû Hüreyre'den rivayet edilen şu hadis bunun açık bir
delilidir:

"Peygamber (s.a.s.)'in yanına bir adam
gelmişti. Yanında da bir çocuk vardı. Adam çocuğu
öpmeye başlayınca Peygamber, "Ona acıyor musun?"
dedi. Adam "Evet" deyince Rasülullah Şöyle buyurdu:
"Çocuğa olan şefkatinle sen de Allah'ın merhametine lâyıksın.
Çünkü Allah, merhametlilerin en merhametlisidir. "

Hz. enes'in rivayetinde ise şu ilâve vardır:
"Adam çocuğunu öpüp dizine oturttu. Derken bir de kızı
geldi. Onu da önüne oturtunca Rasûlullah (s.a.s.) "Aralarında
eşit muamele yapacak mısın?"diye ikazda bulundu."
(Buharî, Edeb, 12-13)

Kız çocuklarına bakma ve onları
yetiştirme konusunda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır:
"Kim üç kızı olur da bunlara sabrederse ve
varlığından onlara giydirirse, ona ateşten koruyucu
bir perde olurlar" (İbn-i Mâce, Edeb, 3) "Kimin üç kızı
yahut üç kız kardeşi olur da onlara iyi muamele ederse
muhakkak Cennet'e girer" (Ebû Dâvüd, Edeb, 130). Hz. Peygamber
(s.a.s.) Sürekâ İbn Cu'şüm'e şöyle dedi: "Sana
sadakaların en büyüğünü göstereyim mi?" Sürakâ:
"-Evet yâ Rasûlullah" dedi. Peygamber (s.a.s.) de: "(Boşanmak
veya kocası ölmek suretiyle) sana dönmüş olan, senden
başka geçindiricisi olmayan kızındır" (İbn
Mâce, Edeb, 3)

Enes b. Mâlik'ten rivayetle Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Her kim bülûğ
çağına ulaşmalarına kadar iki kız çocuğunun
bakımlarını, nafakalarını, terbiye ve
yetiştirilmelerini üzerine alır, yerine getirirse o kimse
kıyamet gününde benimle beraber (şöyle) gelecektir."
buyurmuş ve parmaklarını birbirine
yanaştırıp kavuşturmuştur (Müslim, el-Birr
Ve's-Sıla Ve'l-âdab, 149)

Evlâda karşı sevgi ve şefkat, fıtrî
bir duygudur. Bu konuda genellikle adaletsiz davranılması pek
olağan bir hadise değildir. Ancak, hayatta bulunan ebeveynin mal
konusunda evlâdından bir kısmını diğerine
tercihi mümkündür. İslâm fıkhında çocuklardan bir kısmına
mal hibe etme konusu özetle şöyle kaydedilir:

"Bir kimse, sağlığında kendi
malını dilediği bir kimseye
bağışlayabildiği gibi; bu malı çocuklarından
herhangi birine de bağışlayabilir. Ancak, bu durum adalete
aykırı olacağından harama yakın bir kerahattir.
Çocuklardan bir kısmını diğerine tercih etmek,
kardeşler arasında düşmanlığa ve
soğukluğa sebep olur. Hatta mîrasta erkek kardeşinden daha
az alacak olan kız bile, bağışlamada diğer
kardeşleriyle eşit miktarda tutulmalıdır. Hanefî
mezhebine göre fetva böyle verilmiştir. Ancak, Mütekaddimîn denen
ilk devir İslâm âlimleri, çocuklardan bir kısmı cahil, fâsık
da olsalar, takva sahibi ve edepli olan diğer kardeşlerini
bunlara mal ile tercih etmenin uygun olmadığını söylerken;
Müteahhirîn denen son devir İslâm âlimleri takva ve edep sahibi
evlâdı diğerlerine tercih etmenin mümkün olduğunu söylemişlerdir.
Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'tan korkunuz, evlâdınız
arasında adalete riayet ediniz." buyurur. Diğer bir
hadiste: "Ey ashabım ve ümmetim, Atıyye ve hibede
çocuklar arasında eşitliğe riâyet ediniz. Ben, evlâttan
birisini üstün görecek olsaydım kadınları üstün
görür ve tercih ederdim." buyurur. Bir diğer hadiste ise:
"Çocuklarınızın arasında adaletli olun.
Çocuklarınızın arasında adaletli olun. çocuklarınızın
arasında adaletli olun." buyurur (Buhârî, Hibe, 12-13;
Müslim, Hibât, 13; Ebû Dâvud, Büyû 83; Ahmed b. Hanbel, IV, 275,
278).

Bu hadisin vürûdu şöyledir: Beşir b. Sa'd
el-Ensârî'nin karısı, oğlu Nu'man b. Beşir'e, köle,
bahçe ve benzeri malî bir yardımda bulunarak onu diğer
çocuklarından ayırmasını ve bu
bağışı belgelendirmek için Rasûlullah (s.a.s.)'ın
şahit olmasını kocasından istemişti. Bunun
üzerine Beşir, Rasûlullah (s.a.s.)'a gitmiş ve aralarında
şu konuşma geçmiştir:

"-Yâ Rasûlullah, Revaha kızı Amre
(kendi karısı) oğluna kölemi bağışlamamı
benden istedi."

"-Onun kardeşleri var mı?"

"-Evet!"

"-Buna verdiğin gibi diğerlerine de
verdin mi?" "-Hayır!"

"-Bu doğru değildir. Ben de doğru
olmayan şeye şahit olmam. "

Ebû Davûd'un rivayetinde Rasûlullah (s.a.s.) şu
cevabı vermiştir:

"-Haksızlığa beni Şahit tutma.
Sana iyilik etmeleri yönünden çocukların üzerinde senin hakkın
olduğu gibi, aralarında adaletli olman için de senin üzerinde
onların hakları vardır."

"-Allah'dan korkunuz ve çocukların
arasında adaletli olunuz" (Ebû Davud, Büyû 83).

İmam Muhammed ve diğer bazı fakihler,
ebeveynin çocuklara vereceği hibe konusunda miras nispetinin nazara
alınması; oğullara iki, kızlara bir nisbetinde
verilmesi gerektiğini, adaletin böyle yerine geleceğini söylemişlerdir.
Mirasta olduğu gibi hediyede de erkeğin, kızın
alacağından iki misli alması, erkeğin, aile ve
çocukların nafakalarını temin ile mükellef olmasındandır.

İmam Mâlik ve İmam Leys ile İmam Sevrî'ye
göre; evlât arasında bazılarını tercihen bir
malı hibe etmek caizdir. Ancak İmam Mâlik, malın tümünün
değil, malın bir kısmının
bağışlanabileceğini belirtir. Hepsini
bağışlamak caiz değildir.

Şafiîlere göre; tercihe şayan görüş,
bağışlanacak malın kadın-erkek arasında
ayırım yapılmaksızın eşit ölçüde bağışlanmasıdır.
Bir görüşe göre de, mirastaki hisse nispetinde bağışlanır.

Hanbelî fakîhlere göre; bağışın
evlât arasında, mirastaki hisseleri oranında
yapılması gerekir. Çocuğun evlendirilmesinde de
diğerlerinin izni olmaksızın fazla masrafta
bulunmamalı veya diğerlerine de aynı ölçüde masraf
yaparak eşitliği sağlamalıdır. Nafaka ve giyim
hususunda ihtiyaç miktarı nazarı itibara alınır.
Fakat, İmam Ahmed'den bir rivayete göre; bir kimse, çocuklarından,
ihtiyaç sahibi olan aile fertlerinin çokluğu yahut ilim ile
meşgul olması gibi sebeplerden dolayı, birini veya bir
kısmını, fâsık ve malını kötü yolda sarf
edecek olan diğer çocuklarına tercih eder ve onlara mal hibe
edebilir. Bu caizdir. Diğer akrabaya hibe konusunda ise eşitlik
şartı aranmaz.

Zâhiriyye mezhebi âlimlerince, bir kimsenin evlâdından
yalnız birine hibe ve tasaddukta bulunması helâl değildir.
Erkek çocuğunu kız çocuğuna tercih etmesi de helâl değildir.
Diğerlerine de aynı ölçüde hibede bulunması gerekir. Bu
durum, iyilik kabilinden yapılan hibelerde de geçerlidir.

Bir baba hayatta iken, evlâdından birine, meselâ
oğluna, tasarrufta bulunmak üzere bir miktar mal vermiş ve bu
mal tasarruf neticesi artmış ise; artan bu malın aslı
hibe yoluyla verilmişse, o, erkeğin olur; ticaret kasdıyla
verilmişse, bütün vârisler o maldan hak alabilirler. Zira, artan
mal, babanın malından artmış demektir (Ö. N. Bilmen,
Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, IV,
274).

İslâm'a göre hiç bir çocuk korumasız
değildir. İster soyu sopu belli, ister yakın bir
akrabası bulunsun veya bulunmasın her çocuk, İslâm hukuku
bakımından koruma altındadır. Nitekim, her hangi bir
çocuğu bulan bir kimsenin, -eğer bu çocuk başkasını
görme ihtimali olmadığı için helâk olacak durumda ise-
onu alması farz-ı ayındır; almadığı
takdirde günahkâr olur. Çocuğu bulanın kendisi bakmak
istemediği takdirde ona bakacak birini bulmak, İslâm devleti
veya devletin gösterdiği müesseseye ait bir görevdir.

Bulunan çocuğun bakımıyla ilgili bir
çok ihtilâflı meseleyi mahkemeler de çözüme kavuşturur. Hâkim,
herhangi bir kişiyi nafaka ödemeye mecbur edebilir.

Çocuğun yeme, içme, giyinme, temizlenme, istinca
işlerini kendi kendine yapabileceği yaşa kadar kız
olsun, erkek olsun çocuğun bakımı anneye aittir. Bu
yaştan sonra erkeklerde bülûğ*; kızlarda hayız*
yaşına kadar ki terbiye, Hanefi fıkhına göre erkekte
babaya; kızda anneye aittir. Şâfiîlerde ise bu bakım
çocuğun isteğine bağlıdır. Bu mesele,
boşanma ile ilgili durumlarda ortaya çıkar. Anne öldüğü
veya yeniden evlendiği takdirde, çocuğa
aşağıdaki sıraya göre anne veya baba tarafından
bir kadın akrabası bakar:

a) Annenin annesi; bu da ölse veya evlense;

b) Babanın annesi; bu da ölse veya evlense;

c) Anne-baba bir kızkardeş; bu da ölse veya
evlense;

d) Anne bir kızkardeş; bu da ölse veya
evlense;

e) Anne-Baba bir kızkardeşin kızı;
bu da ölse veya evlense;

f) Anne bir kızkardeşin kızı; bu da
ölse veya evlense...

Bu kadınlar, çocuğa mahrem olan bir akraba
ile evlenecek otsa, -meselâ çocuğun annesinin amcası ile
evlenmesi gibi- kadın bu durumda hidane hakkını kaybetmez.
(Ayrıca bk. Hidane ve Yetim mad.).

Çocuğun nesebi ve babaya nispeti Ebu Nuaym'den
Peygamberimizin (s.a.s.): "Sizi nesebinizden büyükbabanıza
bağlayacak bilgileri öğrenin." ve "Her kim kendi
babasından soyundan başkasına ve her köle ki, efendisinden
bir başkasına kendisini nispet ederse, Allah'ın
azabına uğrasın." buyurduğunu nakleder. (Buhârî,
Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 214)

Sahih-i Müslim'de nakledilen hadislerde Hz.
Peygamber'in (s.a.s.): "Bile bile babasından
başkasının oğlu olduğunu iddia eden hiç bir adam
yoktur ki, küfretmiş olmasın..."
"Babalarınızı inkâr etmeyin. Zira her kim babasını
inkâr ederse bu küfürdür."

"Her kim İslâm'da babası
olmadığını bildiği halde babasından
başkasına iddia ederse, ona Cennet haramdır. "
buyurduğu ifade edilmektedir (Müslim, İmân, 61, 64).

Neseb, baba ve ana tarafından iştirak ve
ittisal demektir. Neseb bi'ttûl, (babalar ile babaların ilânihaye
babalarıyla oğullar ve oğulların ilânihaye oğulları
arasındaki bağımlılık) ve neseb bi'l-arz (erkek
kardeşler ile bunların oğulları ve amca
oğulları arasında olan bağımlılık)
olmak üzere iki çeşittir. Nesebin tespiti sosyal hayatın zarurî
bir neticesidir. İnsanlık silsilesinin intizam içinde devamı,
fertler arasında şefkat, yardımlaşma ve
dayanışmanın ortaya çıkması, medeni bir
çevrenin oluşması, ailevî ve iktisâdî ilerlemenin meydana
gelmesi; nesebin sabit olmasıyla mümkün olmaktadır. Bunun içindir
ki nesebin sabit olması ilâhî bir rahmettir ve insanı
hayvanattan ayıran özelliklerden biridir. Binaenaleyh nesebin
muhafazası gerektiği gibi, nesebi inkâr veya sahih olmayan bir
nesebi benimsemek de, din ve insanlık adına işlenen en büyük
suçlardan biridir. Allah, nesebi muhafaza için nikâh akdini helâl kılarken,
nesebi soysuzlaştırmaya vesile olan zinayı da haram
kılmıştır (en-Nîsâ, 4/3, 4, 15, 25: el-İsrâ
16/3).

Bir çocuğun nesebi kendini doğuran
kadından sabit olur. Fakat o çocuğun nesebinin bir erkeğe
nispet edilebilmesi için, o erkek ile anası arasında sahih veya
kısmen bu hükümde bulunan fasit bir nikâh ile veyahut cariyelik
veya bir mazerete mebni şüphe ile cinsî bir yakınlaşmanın
gerçekleşmesi esastır. Cinsî yakınlaşma neticesi
meydana gelen hamilelik müddeti hakkında mezhepler arasında
farklılıklar vardır. Hanefi mezhebine göre hamilelik
müddetinin en azı altı ay en çoğu iki senedir. Diğer
üç mezhebe göre ise bu müddetin en azı altı ay, en çoğu
ise dört senedir. Bu müddet içerisinde doğan çocuk, kadının
hamile kalmasına sebep olan erkeğe nispet edilir. Sahîh bir
nikâh, hamilelik müddetinin başlangıcı kabul edilirken; fâsit
bir nikâhta ise hamilelik müddetinin başlangıcı,
karı-koca ilişkilerinin vukû bulduğu andır. Çocuğun
nesebinin sübutu da bu ikrar tarihinden itibaren değerlendirilir.
Nikâhlı bir kadının nikah akdinden altı ay veya daha
sonra doğuracağı çocukların nesebi kocasından
sabit olur. Bu kadınlar bu süre içinde boşanmış
olsalar da nesebin kocaya aidiyeti değişmez. Lian* suretiyle
meydana gelen ayrılmalarda da (kocanın ispat edememekle birlikte
karısının zina ettiği iddiasında
bulunmasıyla aralarında meydana gelen ayrılık)
hamilelik müddetinde doğan çocuk yine kocaya isnad edilir.

Nikâh akdinden veya cinsi yakınlaşmadan
itibaren hamilelik müddeti için müsait olmayan bir zamanda doğacak
çocukların nesebi sabit olmaz. Ancak koca, çocuğun kendinden
olduğunu iddia ederse, bu durumda çocuk kocaya nispet edilir. Batıl
nikâh neticesi doğan çocuğun nesebi sabit olmaz. Müslüman
ile kâfir karı kocanın nikâhları batıl olduğu için
bunlardan doğacak çocukların nesebi sabit olmaz.

Bir kimse herhangi bir sebeple sokağa
bırakılmış, anası babası bilinmeyen bir
çocuğu korumak için alıp beslemiş olsa; bununla
aralarında nesep sabit olmaz. Evlâtlık edinilen çocuğun
nesebi, kendisine evlât edinen kimseye nispet edilemediği gibi evli
veya bekâr bir kadının zina neticesi doğurduğu çocuk
da kendisiyle zina eden erkeğe nispet edilemez.

Bir kimsenin nesebi ya ikrar ile veya deliller ile
sabit olur (Ö. N. Bilmen, Hukûku İslâmiyye ve Istılahatı
Fıkhıyye Kâmusu, II, 395-424).

Çocuk sevgisi Enes b. Mâlik'ten rivayet edilen bir
hadiste o şöyle demiştir:

"İyâline karşı insanların Rasûlullah'tan
daha şefkatlisini görmedim. Oğlu İbrahim'in Medine'nin bir
kenarında oturan süt annesi vardı. Süt annenin kocası bir
demirci idi. Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte oraya sık sık
giderdik. Varınca, demircinin dumanla dolmuş evine girer, çocuğu
kucaklar, öper, koklar, bir müddet sonra dönerdi."
(Mecmauz-Zevâid, VIII, 155).

Rasûlullah (s.a.s.) herkesi çocuklarını
öpmeye teşvik ederdi: "Çocuklarınızı öpün,
zira her öpücük için size Cennet'te bir derece verilir. Melekler
öpücüklerinizi sayarlar ve bunu sizin için yazarlar."

Torunlarını öpen Rasûlullah (s.a.s.)'ı
Akra b. el-Hâbis yadırgayıp Rasûlullah'a şöyle demişti:
"Benim on çocuğum var, hiç birini öpmedim."

Rasûlullah (s.a.s.) "Şefkatli olmayana
merhamet edilmez." cevabı ile onu azarlamıştı
(Buhârî, Edep, 18).

Bir gün bedevîler Rasûlullah'ı ziyaret ederler
ve ona:

"-Çocuklarınızı öper
misiniz?" diye bir soru sorarlar. Rasûlullah (s.a.s.),

"Evet " der.

Bedevîler:

"-Fakat biz Allah'a andolsun öpmeyiz."
derler. Rasûlullah (s.a.s.):

"-Allah kalplerinizden merhameti çıkardı
ise ben ne yapabilirim?" buyurmuştur.

Rasûlullah (s.a.s.)'ın çocuk sevgisi, sadece
kendi çocuklarına karşı olmaktan daha çok, sevgiye
muhtaç bütün çocuklara idi. Yine Enes b: Mâlik'ten rivayetle:
"Onun çocuklara karşı insanların en müşfiği
olduğu'' belirtilmiştir.

Buhârî'den gelen bir rivayette, Usâme b. Zeyd şöyle
demiştir:

"Rasûlullah beni bir dizine, Hasan b. Ali'yi de
diğer dizine oturtur, sonra ikimizi birden bağrına basar ve
"Allah'ım bunlara merhamet et, çünkü ben bunlara
merhametliyim" derdi" (Buhârî, Edep, 22, Ahmed b. Hanbel, V,
205).

Râbia b. el Haris de şöyle rivayet etmiştir.

"Babam beni, Abbas da oğlu Fadl'ı Rasûlullah'a
gönderdi. Huzurlarına girdiğimiz zaman bizi sağlı
sollu oturttu. Bizi öylesine kucakladı ki, daha kuvvetlisini görmedik."

Abdullah b. Selâm'ın oğlu Yusuf, Rasûlullah'ın
kendisine Yusuf adını verdiğini ve kucağına
oturtarak başını okşadığını söylüyor.
(İbnü'l-esir el-İsâbe, I. 312)

Hz. Âişe, Peygamber (s.a.s.)'in evinde henüz
küçük yaşta iken, kız arkadaşları gelir, birlikte
oynarlardı. Hz. Peygamber eve gelince arkadaşları
utanır ve köşelere kaçarlardı. Peygamber onları
okşayarak Hz. Âişe'nin yanına gönderir, birlikte
oynamalarına müsaade ederdi (Buhârî, Edep, 81). Peygamber,
çocuklarla şakalaşır (Müslim, Âdâp, 30), hasta
çocukları ziyarete giderdi. Kızı Zeynep'in çocuğunun
hastalığında yanına gitmiş, onu bağrına
basıp ağlamıştır. Yanında bulunan sahabeden
Sa'd b. Ubade, "Ağlıyor musun? Halbuki sen Allah'ın
Peygamberisin." deyince, Efendimiz (s.a.s.) "-Ben ona
Şefkat duyduğumdan ağlıyorum. Allah kullarından
ancak merhametli olanlara rahmet eder" buyurmuştur. Oğlu
İbrahim'in ölümünde de yine ağlamış, onun
ağlamasını garip karşılayanlara da aynı mânâda
ifadeler kullanmıştır. (Buhârî, Cenâiz, 33: Müslim,
Cenâiz,11; İbn Mâce, Cenâiz, 53)

Bütün bu hadîsler, Peygamber (s.a.s.)'in çocuklara
karşı ne derece sevgi ve şefkat gösterdiğini ispat için
yeterlidir. Ahlâkı Kur'ân olan Peygamber (s.a.s.)'in diğer
hususlarda olduğu gibi, çocuklara karşı gösterdiği
şefkat konusunda da gösterdiği örnekleri aynen tatbik ederek
küçüklerimize sevgi ile kucak açmamız gerekir.

Rasûlullah (s.a.s.) çocuklarla haşir neşir
olurlardı. Kendisiyle çocuklar arasında hiç bir engel bırakmazdı.
Çocukların çekinip ürkmelerine sebebiyet verecek hiç bir davranışı
olmamıştır. Hattâ bir Cuma hutbesinde minberden inerek
onları kucaklamış, sonra yeniden minbere çıkarak
hutbesini okumaya devam buyurmuşlardır.

O, çocukların serbestçe yanına girmelerine
imkân tanımış, onlara rastlayınca selâm vermiş,
hâl ve hatırlarını sormuş, hasta çocukları
ziyaret etmiş, onlarla şakalaşmış, onlara isim
takmıştır.

Çocukları gördüklerinde "Selam size
çocuklar" diye hitab ediyordu.

Bir kısım âlimler çocuklara selâm vermeyi
uygun görmemişlerse de, Hz. Peygamber'in çocuklara da selâm
verilebileceğine delil olan hadisleri vardır. (Buhârî,
Tecrid-i Sarih Tercümesi, 2015; Müslim, Selâm, 5) Küçüğün
büyüğe; geçenin oturana; azın çoğa selâm vermesi
emredilmiştir. Enes İbn Mâlik'in: "Rasûlullah (s.a.s.)
birtakım erkek çocuklarının yanına uğrayıp
onlara selâm vermiştir." dediği rivayet edilir. Enes b.
Malik Hz. Peygamber'in çocuklara selâm verdiğini gördüğü
için o da çocuklara selâm vermiş ve yanındakilere
"Peygamber (s.a.s.) çocuklara bunu (selâm vermeyi) yapardı."
demiştir (Buhârî, Edeb'ül-Müfret, Hadis no: 1043).

Çocuklara selâm vermekle onlara İslâm âdabı
öğretilmiş olur ve buna alışkanlık
kazandırılır. Çocukların kendilerine verilen selâma
mukabelede bulunmaları vacip değildir. Çünkü büluğ çağına
ermeyen çocuklar İslâmî emirlerle mükellef değildirler.
Fakat bir çocuk, mükellef olan bir adama selâm verdiği takdirde
buna karşılık vermek farzdır. Bir topluluğa selâm
verilse, o topluluktan da bir çocuk selâma mukabelede bulunsa, cemaat adına
bu mukabele yeterlidir. Anbese'nin rivâyet ettiğine göre İbn
Ömer de mektepte çocuklara selâm vermiştir. Bu haber de çocuklara
selâm vermenin örnek bir hareket olduğuna delil teşkil eder.

Peygamber (s.a.s.)'in çocuklara selâm vermesi bir
mecburiyetten değil, O'nun tevazu ve bütün insanlara (mü'minlere)
olan şefkatinin bir tezahürüdür.

Cengiz YAĞCl


Konular