Şamil | Kategoriler | Konular

Camı

CÂMİ

Toplayıcı, toplayan, kaplayan, müslümanların
ibadet gayesiyle toplandıkları yer, ma'bed.

"Câmi" terimi "(cemaatleri) bir araya
getiren mescid" anlamındaki "el-mescidü'l-câmi"den kısaltılarak
sonradan kullanılmaya başlanmıştır. Kur'an'da,
hadislerde ve ilk tarihî kaynaklarda "câmi" yerine "mescid"
kelimesi geçmektedir. "Mescid", "secde edilen yer"
anlamında bir mekân ismidir. Namazın başka rükünleri de
olmasına rağmen ibadet edilen yer, önemine binaen secdeye izafe
edilmiştir. İnsanın daha ilk
yaratılışında şahit olduğu secde (el-Bakara,
2/34) hürmet ve tazimin en güzel ifadesidir. Hz. Peygamber (s.a.s) onu,
kulun Allah'a en yakın anı olarak
vasıflandırmıştır. (Nesâî, Tatbik, 78) İçinde
Allah'a ibadet edilen her yere mescid denilmiştir. Kur'an bu
geniş anlamıyla mescidi geçmiş dinlerin mabedleri ile
beraber zikreder. (el-Hac, 22/41 ).

Batı dillerinde kullanılmakta olan "mosquee"
ve benzeri terimler "mescid"in değişik telaffuzundan
doğmuştur. Osmanlılar da sultanlar tarafından
yaptırılan câmilere "salâtin câmi", vezirler ve
rical tarafından yaptırılanlara, yaptıranın
adına izafeten "... câmii" küçük olanlara da "mescid"
demişlerdir.

İlk câmiler: Hz. Âdem (a.s.)'in yeryüzüne ilk
geldiği yer olarak kabul edilen Serendip (Seylan) adasında
kendine ait bir mescidi olduğu rivayet edilir. (İbn Haldun,
Mukaddime, Beyrut 1967, 635). Halen bu adada, Hz. Âdem'in adını
taşıyan bir dağ ve tepesinde ona ait olduğu söylenen
bir ayak izi ve geniş bir düzlük bulunmaktadır. Rivayet
doğru bile olsa, bu mescid özel olmalıdır. Kur'an'ın
bildirdiğine göre insanların tümü için yapılan ilk
ma'bed Kâbe'dir: "Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı
olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke'deki Kâbe'dir. Orada apaçık
nişaneler ve İbrâhim'in makamı vardır. Oraya giren
emniyette olur." (Âli İmrân, 3/96-97) Kâbe'yi de içine alan
geniş sahaya "Mescid-i Haram"* denilir. Ebû Zer (r.a.)'in
merakı üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdiği bilgilerden
anlaşıldığına göre, Kâbe'den sonra Mescid-i
Aksa* yapılmıştır. Bu iki mescid ilk banileri olarak
bilinen Hz. İbrahim (a.s.) ve Süleyman (a.s.) dan çok öncelere
dayanmaktadır. (Buhârî, Enbiya, 40; İbn Mâce, Mesâcid, 7;
Ahmed b. Hanbel, V, 150-157).

İslâm'ın ilk yıllarında müşrikler,
İslâm'ı seçen zayıf ve desteksiz müslümanları
dinlerinden döndürmek ve yeniden kendi küfür düzenlerine ve putlarına
ibadet ettirmek için onlara korkunç işkenceler
yapıyorlardı. Hz. Bilâl, Ammâr İbn Yâsir ve Habbâb'ın
uğradığı işkenceler, diğerlerine nazaran en
şiddetlileri idi.

Diğer müslümanlar, zaman zaman namazlarını
Harem-i Şerif'te kılıyorlardı. Müşrikler güçlü
kabilelere mensup olan müslümanlara fazla yaklaşamıyorlardı.
Ama bu garip ve cefakâr müslümanlar, Harem'de namaz kılamıyorlardı.
Hatta müslümanlıklarını gizlemek zorunda
kalıyorlardı. İşte Erkam b. Ebi'l-Erkam'ın
evinden sonra ilk mescid, Ammar b. Yâsir'in gizlice namaz kılmak
maksadıyla evinin bir bölümünde bir yer ayırmasıyla gerçekleştirilmişti.

İkinci mescid ise yine hicretten evvel Hz. Ebû
Bekr es-Sıddık'ın kendi evinde inşa ettirdiği
mescittir. Bu da bir zaruret sonucunda yapılmış bir
mesciddir. Teymoğulları kabîlesine mensup olan Hz. Ebû Bekr
es-Sıddık (r.a.) kendisinin Mekke'de nüfuzu olmakla beraber
kabilesinin öteki kabileler tarafından horlanması sebebiyle,
öteki muhacirler gibi Habeşistan'â hicret etmek istemişti.
Onun Mekke' den ayrılması bir çoklarını
endişelendirdi. Çünkü zengindi ve Mekke'nin ekonomisine büyük
katkısı vardı. Bunun üzerine İbn Dağunna
adında bir Mekkeli, onu himayesine almakla hem kötülükten korumuş
hem de hicret ederek Mekke'den ayrılmasını engellemiş
oluyordu. Himayeye alma, bu tür şehir devletlerinde geçerli bir
hukuk kuralıydı. Ancak İbn Dağunna'nın bir
şartı vardı. Namaz ve ibadetlerini Harem-i Şerif'te
yapmayacaktı. Hatta Ebû Bekir, ibadetlerini gizli yapacaktı.
İşte bu anlaşma üzerine o, evinin avlusunu mescid edinmişti.

İslâm'da Hz. Peygamber'in umuma açık olarak
ashabı ile birlikte namaz kıldığı ilk mescid
Hicret esnasında inşa edilen Kubâ'dır. Hicret'ten sonra
Hz. Peygamber Medine'de Mescid-i Nebevî'yi inşa etti. Bu iki
mescidin inşasında Hz. Peygamber ashabı ile birlikte bir
işçi gibi çalışmıştır. Sonraları
Medine'de dokuz mescid daha yaptırılmıştır.
İslâm'ın yayılmasına orantılı olarak
mescidler geniş bir alana yayıldılar. Buhâri'nin, Mescid-i
Nebevî' den sonra içinde cuma namazı kılınan ilk mescidin
Abd-i Kaysoğulları ülkesindeki Cuvâsa Mescidi olduğuna
dair rivayeti (Buhârî, Cumuâ', 11), daha Hz. Peygamber'in sağlığında
mescidlerin ne kadar geniş bir alana yayılmış
olduğunu göstermektedir. Cuvâsa, Mekke ve Medine yöresinde olmayıp,
bugünkü Riyad ve Zahran arasındadır.

Mimarî: Yapımı yedi ay kadar süren Mescid-i
Nebevî 100x100 zira (yaklaşık 48x48 m.) ebâdında mütevâzi
bir yapıydı. Kıbleye göre sol tarafta Hz. Peygamber'in
odaları sıralanıyordu. Arka kısmında üzeri hurma
lifleri ve dallarıyla örtülmüş, fakir öğrencilerin
barındığı Suffe bulunmaktaydı. İlk câmiler
Mescid-i Nebevî örneğinde görüldüğü gibi sütunlu revakların
çevrelediği bir avludan ibaretti. Bu plân Eyyûbîler'e kadar pek
fazla bir değişikliğe uğramadı. Yeni milletlerin
İslâm'ı kabul etmeleri ve onların mimarî anlayışının
etkisi, fetihlerle ele geçirilen bölgelerin kültürel tesiri, coğrafî
şartları, malzemenin sağladığı bir
takım imkânlar câmi mimarisinde gelişmelere yol
almıştır. İran, Maverâünnehr, Anadolu, Kuzey Afrika
ve Endülüs'te gelişen câmi mimarisi Osmanlılar'da Mimar
Sinan'la zirveye ulaştı. Osmanlı câmi mimarisinin başlıca
üslûp ve ekolleri kısaca şunlardır:

a) Bursa Üslûbu (1325-1501): Ulu Câmi ve Yeşil
Câmi.

b) Klâsik Üslûp (1501-1616). Süleymâniye,
Şehzade, Selimiye câmileri,

c) Yenileştirilen Klâsik Üslûp (1616-1703):
Sultan Ahmed Camii.

d) Lâle Devri üslûbu (1703-1730): III. Ahmet Çeşmesi.

e) Barok üslûbu (1730-1808): Lâleli ve Nuruosmaniye
câmileri.

f) Ampir üslûbu (1808-1874): Ortaköy Camii.

g) Yeni Klâsik Üslûp (1874-1930): Valide Camii.

Klâsik Türk câmileri başlıca şu
kısımlardan meydana gelir: Dış avlu, iç avlu, son
cemaat mahalli, sahn, yan sofalar, mihrap. İç avlunun etrafı
revaklı olup, orta yerde abdest almak için bir şadırvan
bulunur. Arka duvara bitişik bölüm son cemaat mahalli olup, geç
kalanların cemaatle namaz kılmalarını temin için
mihrap yapılmıştır. Câmi içinde bulunan minber,
mihrap, vaaz kürsüleri, müezzin mahfelleri bazı câmilerde padişahın
namaz kılması için yapılan hünkâr mahfelleri birer sanat
şaheseridir. Minareler ise bir ustalık ve zerafet sembolüdür

Görevliler: Câmilerde başlıca şu görevliler
bulunur:

İmam: Kelime olarak önder, devlet başkanı
gibi anlamları vardır. Hz. Peygamber zamanında bir yere öğretici
olarak gönderilen kişi, aynı zamanda onların
imamlığını da yapmakta idi. Hz. Peygamber
Kur'an'ı en güzel okuyanı yaşça küçük de olsa imam
tayin etmiştir. Atadığı valiler aynı zamanda
merkezî câmiin imamlığını da yapmakta idi. Câmi
imamlarının namaz kıldırma dışında
başka birçok görevleri de vardır.

Müezzin: Vakti geldiğinde ezan okur ve câmi
içinde diğer müezzinlik görevlerini yerine getirir. Hz. Peygamber
(s.a.s) müezzinleri Bilâl, Sa'd b. Karaz gibi sesi güzel olanlardan
seçmiştir.

Vâiz: Namaz vakitlerinden önce bilhassa cuma, bayram
ve terâvih önceleri halkı çeşitli konularda aydınlatan,
nasihat eden kimselerdir. Câmilerde va'z âdeti, Hz. Ömer zamanında
başlamıştır. Bu görevi ilk ifâ eden Temim ed-Dârî
olmuştur.

Kayyum: Câmilerin temiz ve düzenli olmasını
sağlayan görevlilerdir. Hz. Peygamber (s.a.s) mescidlerin temizliğine
çok önem vermiştir. O hayatta iken mescidi süpüren bir kadıncağız
vardı. Vefatı kendisine haber verilmeden defnedildi. Rasûlullah
bu duruma çok üzülmüş ve onun mezarı başında namaz
kılmıştır. Onu Cennet'te mescidin
kırıntılarını süpürürken gördüğünü
haber vermiştir. (Buhârî, Salat, 8/72).

Câmilerde genel olarak bu dört grup görev yapmakla
beraber, bilhassa Osmanlıların yükselme çağında bu
sayı otuza kadar yaklaşmaktadır. Vakfiyelerde zikredilen görevlilerden
bazıları şunlardır: Hatip, ecza-han, devirhan, ders-i
âmm, ferrâş, şeyhu'l-kurrâ, müderris, bevvâb, naat-han,
muhaddis, hâfız-ı kütüp, kandilci, buhurî, mahyacı,
şifâ-i şerif hocası... (Ziya Kazıcı, İslâmî
ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul 1985).

Fonksiyonları: Câmilerin fonksiyonları, a)
Mabed, b) Yönetim merkezi, c) İlim ve kültür merkezi olarak üç
grupta mütalâa etmek mümkündür.

a) Mabed olarak: Esas itibariyle mescidler içinde
ibadet edilmek üzere inşa edilmişlerdir. Bu itibarla kudsiyet
kazanmışlar ve "Allah'ın evi" adını
almışlardır. Kur'an Allah'ın adının
anılması için yapıldığını
belirtmektedir (Cin, 72/18). İslâm dini toplu ibadeti teşvik
etmiştir. Cemaatle kılınan namaz, yalnız
kılınandan 25-27 derece daha üstün tutulmuştur. Her
renkten ve sınıftan insanın bir araya gelip omuz omuza
ibadet etmeleri, sosyal dayanışmanın
sağlanmasında önemli bir faktör olmuştur.

b) Yönetim Merkezi Olarak: Hz. Peygamber (s.a.s)'in
nübüvvet görevi yanında, devlet başkanlığı, hâkimlik,
komutanlık gibi görevleri de vardı. Bu görevler, İslâm
devlet başkanının görevleridir. Medine'deki Mescid-i
Nebevî O'nun bu görevlerine uygun olarak devletin idare merkezi özelliği
taşımakta idi. Elçiler orada karşılanır, Bazen
orada misafir edilir, ordu orada teçhiz edilip sefere gönderilir,
dâvâlara orada bakılır, devletin hazinesi orada muhafaza
edilir ve sarfedilmesi gereken yerlere oradan sarfedilirdi. Câmilerin bu
görevleri vilâyetler düzeyinde de aynı idi. Câmiler halkın
birbirleriyle ve devletle kaynaştığı bir yer
durumundaydı. İlk Osmanlı câmileri de bir devlet merkezi
olarak plânlanmış ve bu görev için kullanılmışlardır.

c) Bir İlim ve Kültür Merkezi Olarak: Hiç bir
din İslâm kadar ilme önem vermemiştir. Kendisinin
"muallim" olarak gönderildiğini ifade eden Hz. Peygamber
(s.a.s) Mescid-i Nebevî'deki "Suffe" ile, üniversitelerin ilk
temelini atmıştır. Suffe yatılı bir üniversite
özelliği taşımakta idi. Hz. Peygamber (s.a.s)'le
başlayan ders halkaları değişik ilim
dallarını da içine alarak yüzyıllarca, mescidlerde devam
etmiştir. Hz. Peygamber zamanında değişik sosyal amaçlar
için de kullanılan mescid (câmi) bir çok müessesenin temelini oluşturur.
Câmilere sığamaz hale gelen bu müesseseler daha sonra
külliyeleri meydana getirmiştir. Zamanla câmiler, herkesin okuması
için eserlerinirı bir nüshasını buralara bırakan müellifler
sayesinde, bir kütüphane hizmeti de vermişlerdir. Satın
alınan kitaplarla zenginleştirilen bu kütüphaneler, "hâfız-ı
kütüp" adı verilen memurlarca idare ediliyordu. Böylece
câmiler ruh ve maddenin bütünleştiği bir merkez
durumundaydı.

Câmi Âdâbı: Allah (c.c.): "Ey Âdem oğulları,
her mescidde zînetlerinizi takının." (el-Araf 7/31)
buyurmaktadır. "Zînet"ten maksat edeptir. Câmilerin ilk
yapılış gayesi Allah'a ibadettir. Bu bakımdan ibadet
esnasında, cemaati rahatsız edecek derecede yüksek sesle konuşmak,
soğan-sarımsak gibi kokusu çirkin görülen şeyler
yenilerek câmiye gelmek, safları çiğneyerek ileriye geçmeye
çalışmak vb. davranışlar hoş
karşılanmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.s)
mescidlere girerken sağ ayağı ile girer ve (euzü billahi
azimi vebacehehe ekrame vesalihinehü agdıma eşşeydani
ercaim) diye dua ederdi. Mescidlere girildiğinde iki rekat
"tahiyyetü'l-mescid"* (câmiye hürmet) namazı kılmak
Hz. Peygamber'in sünnetidir. (İbn Kesir, Tefsir, V, 106)

Nebi BOZKURT


Konular