Şamil | Kategoriler | Konular

Ca'ferıyye

CA'FERİYYE

Hz. Ali'nin torunlarından Câ'fer-i Sâdık (ö.
148/765)'ın etrafında toplanan ve onun ictihadlarına göre
amel eden müslümanların bağlı oldukları siyasi ve
fıkhî mezhep. İmâm Câ'fer, bütün Sünnîlerce, özellikle
tasavvuf ehlince büyük bir velî olarak kabul edilir. O, kendisini ilme
ve tefekküre vermiş, Ebû Hanîfe ve İmâm Mâlik gibi büyük
müctehidler bile ondan faydalanmıştır. Hadîs âlimleri
kendisinden hadîs rivayet etme konusunda tereddüt etmişlerse de,
İmam Şâfiî ve Yahya b. Maîn gibi âlimler onu güvenilir bir
muhaddis olarak kabul etmişlerdir. Mezheplerinde "imâm" ve
"on iki imam" konusuna ağırlık verdikleri için
bu mezhebe "İmamiyye" veya "İsnâ Aşeriyye"
adı da verilmiştir.

Câ'fer-i Sâdık Kur'an'ı delîl olarak alır,
ancak sünnet olarak Ehl-i Beyt tarafından rivayet edilen hadîsleri
kabul ederdi. Kitap ve Sünnet'te delîl bulamazsa, maslahat veya akla
göre hüküm veriyordu. Medine'de Ebû Hanîfe ile ilk karşılaştıkları
zaman ona şöyle dedi:"Nûman! Babam bana, dedemden şöyle
rivayet etti: -Din husûsunda re'yi ile kıyasa ilk başvuran
İblîs'tir. Allah ona, Âdem'e secde et dedi. O da, Ben Âdem'den hayırlıyım,
çünkü beni ateşten, onu topraktan yarattın' dedi. Kim dinde
re'yi ile kıyas yaparsa Allah onu Kıyâmet günü İblîs'e
arkadaş yapar. Çünkü o, kıyas yapmak suretiyle şeytana
uymuştur." Ebû Hanîfe şu cevabı verdi: "Ne münasebet!
şeytân Allah'ın emrine isyan için kıyas yaptı. Ben
ise, Allah'ın emirlerine itaat yollarını bulmak için kıyas
yapıyorum." (M. Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhî Mezhepler
Târîhi, (çev. A. Şener) Ankara, 1968, s. 235; Ahmed Emin, Düha'l-İslâm,
Kahire 1936, III, 261).

Temelde Ehl-i Sünnet'e yakın olan Câ'fer-i Sâdık'a
ölümünden sonra birtakım iftiracılar birçok şeyi isnat
etmişler ve bunları halk arasında
yaymışlardır. İmâm Câ'fer, daha hayatta iken mezhep
içinde bazı sapık görüşler ortaya atılmış
ve bunları bizzat kendisi reddetmiştir. Bu sapıkların
başında Ebû'l Hattâb Muhammed b. Ebî Zeyneb gelir. Ebû'l
Hattâb, küfre düşmüş, peygamberlik davasında
bulunmuş ve Câ'fer-i Sâdık'ın tanrı olduğunu
öne sürmüştür. Haramları helâl saymış ve
imamı tanıyan herkesin haramlardan muaf
sayılacağını söylemiştir. Üstelik bu görüşleri
Câ'fer-i Sâdık adına çıkarmıştır. Bunu
haber alan Câ'fer, Ebû'l Hattab'a lânet etmiş, onunla hiçbir
ilgisinin bulunmadığını, bütün talebe ve arkadaşlarına
bildirmiş, İslâm ülkelerine mektuplar yazarak bu durumu her
tarafa duyurmuştur. (İbnu'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, VIII,
9).

Zeydiye'den sonra Ehl-i Sünnet'e en yakın bir
Şiî mezhebi olan Câ'ferîliğin bazı görüşlerini
şöylece özetlemek mümkündür:

İmâmiye'ye göre imâmet (devlet başkanlığı);
nübüvvet gibi ilâhî bir makamdır. Peygamber gibi imâmı da
Allah seçer. İnsanların imam tayin etme yetkisi yoktur. Hz.
Muhammed (s.a.s) vefat etmeden önce, kendi yerine kimin imam (halife,
müslümanların lideri) olacağını nass'la tayin
etmiştir. Bu imam da kendinden sonra gelecek olanı aynı
şekilde belirlemiştir. İmâmın zahir, meşhur ve
meydanda olması caiz olduğu gibi; gaib, mestur ve gizli
olması da mümkündür. Son imam Muhammed Mehdî onikinci imam olup,
hâlen hayattadır, fakat gaibtir. İmâmın
bulunmadığı bir zaman yoktur. Şimdi gaib olan Mehdî'ye
naibler (âyetullahlar) vekâlet etmektedir.

Oniki imâm şunlardır: 1) Ali el-Murtaza, 2)
Hasan el-Müctebâ (ö. 50/670), 3) Hüseyin eş-Şehid (ö.
61/681), 4) Ali Zeynelâbidin (ö. 94/713), 5) Muhammed Bâkır (ö.
113/731), 6) Câ'fer es-Sâdık (ö. 148/765), 7) Musa Kâzım (ö.
183/799), 8) Ali Rıza (ö. 192/808), 9) Muhammed Cevad (ö. 220/835),
10) Ali Hâdi (ö. 254/868), 11) Hasan Askerî (ö. 260/874), 12) Muhammed
Mehdî (gizlendiği tarih 260/874).

Câferîlere göre imâmlık mertebesi, insan
olmanın üstünde; fakat peygamberliğin altında bir
makamdır. İmamlar peygamber gibi masum olup, yanılmazlar, günah
işlemezler. Câ'ferîler imamın masumiyetini şöyle açıklarlar:
"Ondan, büyük küçük, kasden veya yanlışlıkla
unutarak, yahut ictihadında hata ederek, yahut da Allah'ın
hataya sevketmesi sebebiyle olsun, hiçbir günah sadır olmaz. Bu
imamın sözü dinlenir, korkusu kalpten çıkmaz bir kişi
olması için böyledir. Onlardaki ismet sıfatı, Allah
onların akıllarını kemâle erdirdiği andan
itibaren ruhlarını kabzedene kadar onlardan ayrılmaz bir
vasıftır.

Câ'ferî'ye göre meleklere, kitaplara ve kadere iman
Allah'a ve peygambere imanın içindedir. Onlara göre Hz. Muhammed (s.a.s)'den
sonra halîfe olma hakkı Hz. Ali'nin idi. Bu konuda ayet ve hadîsler
mevcuttur. Fakat Ashab-ı Kirâm'ın ileri gelenleri, kendi
ictihadlarına dayanarak bu nass'ları tevil ettiler ve Hz. Ebu
Bekir'i halife seçtiler. Hz. Ali ve ona tabi olan bir grup, bu seçimi
kabul etmedi. Ancak fitne çıkmaması için Ebû Bekir'e bey'at
ettiler. İlk üç halifede gördüğü ehliyet ve liyâkat
sebebiyle Hz. Ali, hilâfet hakkından feragat etmişti. Ancak
Muaviye'nin değil halife, vali olarak kalmasının bile
zararlı olduğu kanaatine vardığı için Emevîlere
karşı savaş ilân etmiştir. Câ'ferîler, ilk üç
halifenin imâmlığını kabul etmemekle beraber onlara
karşı saygılı oldukları halde, Muaviye ve
oğlu Yezid'e lânet okurlar. (Muhammed Hüseyin, Kâşifu'l-Gıta,
Aslu'ş-Şia ve Usulühâ, Kahire 1958. 126 vd.; Musevî,
el-Muracaa, Beyrut 1393, 168).

Câ'feriye mezhebi mensupları, onikinci imam
Muhammed'in evinde "sirdap" diye adlandırılan bir
sığınağa girip gizlendiğine ve bir daha dönmediğine
inanırlar. Ancak gizlenen onikinci imamın yaşı
konusunda ihtilaf edilmiş ve bazıları gizlendiğinde
yaşının dört olduğunu söylerken, bazıları
da sekiz yaşında olduğunu ileri sürmüştür. Yine,
gizlenen imamın vereceği hüküm konusunda ihtilaf olmuştur.
Bazıları, kaybolduğu yaştayken, halifenin bilmesi
gereken şeyleri bildiğini ve ona itaat etmenin vacip
olduğunu öne sürerken; diğer bir kısmı da hüküm
vermenin gizlenen imamın mezhebine bağlı âlimlere ait olduğunu
iddia etmişlerdir.

İsna aşeriyye, diğer adıyla Câ'ferîye
mezhebine göre din, Ehl-i Sünnet'te olduğu gibi iki ana bölümde
ele alınır. 1) Usû-i Din, 2) Furû-i Din. Usûlü Din (dinin asılları)
beş esas üzerine kurulmuştur: Tevhîd, Nübüvvet, İmâmet,
Mead (Ahiret), Adalet.

Tevhîd: Allah birdir (vâhid), tektir (ahad). Onun zatı
her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Eşi,benzeri ve mahlûkatına
benzer bir tarafı yoktur.

Nübüvvet: Peygamberlik, Allah'ın seçtiği
kullarını Cebrâil vasıtasıyla ve vahy yoluyla ilâhî
bir vazife ile mükellef kılmasıdır. Peygamberler
Allah'ın emirlerini halka tebliğ eder ve onları doğru
yola iletirler. Onlar insanların en üstünü ve kulların en
hayırlısıdırlar. Emindirler, masumdurlar ve
tebliğ vazifelerinde bir noksanlık ve hata bulunmaz.
Peygamberler ilâhî bir lütuf ve hazinedir. Hz. Muhammed (s.a.s) bütün
peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Onun en büyük mûcizesi
Kur'an'dır.

İmâmet: İmân, dinin asıllarından
olan imamete inanmakla tamamlanabilir. İmamiye, nübüvvetin nasıl
Allah'tan bir lütûf olduğuna inanırsa, her asırda
peygamberlerin vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların hidayet ve
irşadlarını üstlenmiş bir imamın
varlığına da inanır.

Meâd (Ahiret): Bu, ölümden sonra ahiret hayatının
hak olduğu esasıdır. Kıyamete dair Kur'an ve hadîslerde
geçen mîzan, soru, hesap, sırat, şefaat, Cennet, Cehennem
hepsi gerçektir, bunların hiçbiri akılla yorumlanamaz.
Keyfiyetini de bilemeyiz. Fakat hepsinin gerçek olduğuna
inanırız. Mead cismanîdir ve bunlara icmalen iman yeterlidir ve
yorumsuz olarak kabul etmek gerekir.

Adalet: İsna aşeriyye'ye göre dinin beşinci
aslı ve dolayısıyla inanç esaslarından olan adalet,
Allah'ın adil; kulun da iradesinde ve fiillerinde hür ve muhtar oluşudur.
Onun, iyiye iyiliğine karşılık mükâfatta, kötüye
kötülüğüne karşılık mücazatta bulunması
adaletinin zarurî bir icabıdır. Kul, fiillerinde hür ve
muhtardır.

İsna aşeriyye, şer'i hükümlerin kaynağı
olarak dört esası kabul eder. Bunlar, kitap, sünnet, icma ve akıldır.
Ayrıca füru-u din ikiye ayrılır: 1) İbâdât, 2)
Muamelât.

İbâdât: Namaz, oruç, hacc, zekât, humus,
cihat, emri bi'l ma'ruf nehyi ani'l-münker, Tevellâ ve Teberrâ'dan oluşan
bir bütündür.

Muamelât: Ticaret hayatı, şahıs hukuku,
cezalar, evlenme, miras ve benzeri hususlardır.

Görüldüğü gibi İsna aşeriyye, usûl-i
din dediğimiz inanç esasları ve fer'i hükümlerde, yani fıkhî
konularda Ehl-i Sünnet'ten çok farklı düşüncelere sahip
bulunmamaktadır. Ancak Tevhîd, Nübüvvet ve Ahiret gibi üç
büyük esasta Ehl-i Sünnet ile birleşmiş olmalarına
rağmen; İmametin dinin esasları arasında zikredilmesi
dolayısıyla Hz. Peygamberden sonra belIi kişilerin
peygamber gibi "ismet" sıfatına ve
başkalarında bulunmayan "özel bir bilgi"ye sahip
bulundukları hususlarının kabul edilmesiyle Ehl-i Sünnet'ten
ayrılmaktadır. Ayrıca takiyye ve bedâ, Câ'ferîlik'te
önemli iki inanç konusudur. Onlar, cebir ve zor karşısında
bir Şiî'nin inancını gizlemesine "takiyye"*
adını verirler. Muaviye'nin baskısı altında inançlarını
gizleyen Şiî'ler Mekke döneminde sahabenin de müşriklerin
baskısından kurtulmak için bu prensibe başvurduklarını
söylerler. Onlara göre, takiyye bazen farz, bazen caiz, bazen da haram
olur.

Bedâ ise, Cenâb-ı Hakk'ın Levh-i Mahfuz'a*
yazdığı bir şeyi vahiyle peygamberine bildirdikten
sonra değiştirmesidir. Bu durum, velî ve imamlar için de söz
konusudur. İslâm şerîatının önceki şerîatları
neshetmesi veya İslâm şerîatında bazı ayetlerin
diğer ayetleri neshetmesi de bedâ kavramına yakındır.
(Muhammed Hüseyin, a.g.e., 131).

Câ'ferîlik bugünkü İran'da çoğunluğun
ve İran İslâm devletinin resmî mezhebidir. İran'dan
başka, Türkiye'de Kars ve çevresinde çok az olmak üzere Irak,
Suriye, Lübnan, Afganistan ve Hindistan'da Câferîler vardır.
İmâm Câ'fer'den sonra yüzyıllar boyunca yapılan
ictihadlarla bir hayli genişleyen Câferîye fıkhı,
yukarıda zikredilen yerlerde ve bir kısım Ortadoğu
ülkelerindeki küçük cemaatler halinde bulunan Şiîler arasında
tatbik edilmektedir.

Hamdi DÖNDÜREN


Konular