Şamil | Kategoriler | Konular

Beytü'l-mal

BEYTÜ'L-MAL

İslâm devletinin hazinesi, devletin malîye işleriyle
ilgilenen kurum.

Beyt, Arapça "ev" anlamında olup,
"beytü'l-mâl" mal evi, hazine demektir. İslâm'da devlet
hazinesi ve mâliye dairesine beytü'l-mâl adı verilmiştir.
Beytü'l-mâl tabiri ile hem devletin maliye işlerinin idare
edildiği bina, hem de devlet hazinesi kasdedilir. Beytü'l-mal
İslâm devletinin hazinesidir. Bu tabir ilk zamanlarda sadece soyut
bir kavram iken, Hz. Ömer'in hilâfeti zamanında daha belirgin bir
duruma kavuşturulmuştur.

Beytü'l-mâl'in gelirleri şunlardır: 1- Zekât
ve öşür gelirleri.

Zekâta tabi olan mallar emvâl-i zâhire (gizlenmesi
mümkün olmayan mallar) ve emvâl-i bâtına (gizlenmesi mümkün
olan mallar) diye iki kısma ayrılır.

Emvâl-i zahire; ekinler, meyveler, zekâta tabi
hayvanlar ile bir yerden diğer bir yere ticaret için taşınan
mallardır. Bu tür malların zekât, öşür ve vergilerini
devlet alır.

Emvâl-i bâtına ise sahiplerinin evlerinde veya
iş yerlerinde bulunup gizlenmesi kabil olan altın ve gümüş
ile ticaret mallarından ibarettir. Bu tür servetin zekâtı da
başlangıçta İslâm devleti tarafından
toplanılıp ilgili yerlere sarfediliyordu. Hz. Osman'ın hilâfeti
zamanında İslâm devletinin sınırları
genişlediği ve müslümanların sayısı çoğaldığı
için, bu tür malların zekâtının devlet memurları
tarafından toplanması güçleşmiştir. Bu yüzden bu
tür malların zekâtını vermek müslümanlara havale edilmiştir.

Şu halde devletin zekât ve öşürünü alacağı
mallar:

a) Koyun, keçi, sığır, manda ve deve
gibi mera hayvanlarından alınacak zekât.

b) Öşre tâbi' arâzinin (arâzi-i öşriyye)
mahsulünden alınan vergiler. Öşre tâbi' arâzi, vaktiyle
müslümanlar tarafından fethedilmiş olup mücahidlere veya diğer
müslümanlara temlik edilen arazidir. Bu tür araziler yağmur, dere
veya nehir sularıyla sulanıyorsa mahsulünün onda birini: kova
veya dolapla sulanıyor, yahut su para ile alınıyorsa
yirmide birini devlet alır.

c) Ticaret mallarından alınan vergiler.
Ticaret mallarını bir şehirden diğer bir şehre
naklettikleri takdirde, kendilerinden muayyen miktarda vergi
alınır. Ticaret vergisi sadece müslümanlardan değil,
İslâm ülkesinde yaşayan zimmî*lerle müste'men* lerden de alınır.
Ancak bu vergi müslümanlardan kırkta bir; gayri müslimlerden ise
yirmide bir alınır. (Ömer Nasuhi Bilmen, Istılahatı
Fıkhıyye Kamusu, IV, 92-96)

2- Ganimet mallarının beşte biri.
Savaşta düşmandan alınan mallara ganimet denir. Ganimet
malları beşe bölünür; bunun dördü cihada katılan
askerler arasında taksim edilir. Kalan beşte biri de beytü'l-mâl'e
aittir. (el-Enfâl, 8/41 ).

Ganimet malları dört kısımdır:

a) Savaş esirleri: Düşman askerlerinden esir
alınan kimselerdir. Erkeklerin hepsi savaşa katılsın
katılmasın bu gruba dahildir. Alınan savaş esirleri
hakkında devlet başkanı dört şeyden birini yapmak
hususunda muhayyerdir: Ya onları öldürür veya köleleştirir.
Yahut fidye mukabilinde serbest bırakır ya da
karşılığında bir şey almaksızın
serbest bırakır. (en-Nesefî, Medârik, IV, 150). Delilleri
şu ayet-i kerimedir: "(Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız
zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice vurup
sindirince bağı sıkıca bağlayın (onları
esir alın. Ondan sonra artık ya lütfen bırakır veya
karşılığında fidye alırsınız. Harp,
ağırlıklarını bırakıncaya (savaş
sona erinceye) kadar (böyle yaparsınız). Allah dileseydi (kendisi)
onlardan öç alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek için (size
savaşı emrediyor). " (Muhammed, 47/4). Hanefilere göre
harp esirleri ya öldürülür ya da köle yapılır. Fidye alarak
veya bir şey almaksızın serbest bırakmak Tevbe
suresinin beşinci ayetiyle neshedilmiştir. (en-Nesefî, a.g.e.,
IV, 150).

b) Âdî esirler: Cihat sırasında ele geçen
kadın ve çocuklardır. Bunları da fidye mukabilinde serbest
bırakmak caizdir. Fidye* vermeyenler mücahidler arasında taksim
olunur.

c) Savaşla veya sulh yoluyla ele geçen arazi.
Savaş yoluyla fethedildikten sonra elde edilen topraklar İslâm
devletinin mülkiyetindedir. Bu araziler ganimet* olarak alınabileceği
gibi, sahiplerinin ellerinde bırakılarak haracı da
alınabilir.

d) Küçük ve büyük baş hayvanlarla nakli mümkün
olan diğer eşyalar.

3- Harac vergisi. Savaşla veya sulh yoluyla elde
edilen arazi fetihten sonra müslüman olmayan sahiplerinin ellerinde bırakılırsa,
onlardan belirli miktarda vergi alınır. İşte bu
vergiye harac denir. Hz. Peygamber (s.a.s.) savaşla elde edilen
Hayber arazisini, Hz. Ömer (r.a.) da fethedilen Suriye ve Irak topraklarını
sahiplerinin ellerinde bırakarak bu uygulamayı
yapmıştı.

Harac vergisi iki kısımdır: a)
Harac-ı mukâseme: Öşür gibi çıkan mahsulden
alınır. Miktarı %10 ile 50 arasında olabilir.

b) Harac-ı muvazzaf: Birim toprak veya ağaç
başına alınan senelik vergidir. Bu, taksitle
alınabilir. (Ö. N. Bilmen, a.g.e., IV, 75, 82).

4-Cizye*. İslâm devleti içerisinde yaşayan
zimmîlerin (müslüman olmayan azınlıkların) mükellef
olan erkeklerinden, can güvenliklerinin sağlanması mukabilinde
seneden seneye alınan bir şahsî vergidir. Buna, haracu'r-ruûs
(baş vergisi) de denir. Cizyenin alınmasının delili
şu ayettir: "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe
inanmayan, Allah'ın ve Resulu'nun haram
kıldığını haram saymayan ve hak dinini din
edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye
verecekleri zamana kadar savaşın. " (et-Tevbe, 9/29).

Cizye iki şekilde konur: a)
Karşılıklı anlaşma ile olur. Bunun miktarı
da anlaşmayla tespit edilir.

b) Devlet başkanı tarafından bizzat
konur. Bu da müslümanların savaşla gayr-i müslimleri yenip
onları toprakları ve mülkleri üzerinde bırakmasıyla
olur. Bunun miktarını devlet başkanı tayin eder.
Şöyle ki, halk durumlarına göre zengin, orta halli ve fakir
diye üçe ayrılır. Zengin olanlara senede kırksekiz dirhem,
orta hallilere yirmidört dirhem, çalışmaya muktedir fakirlere
de oniki dirhem cizye konur. Bu miktarlar oniki aya bölünerek taksitle
alınabilir. (Meydânî, el-Lübâb, IV, 143; Ö. N.Bilmen, a.g.e.,
IV, 97-99).

5- Maden ve definelerden alınan vergiler. Özel kişi
ve kuruluşlar tarafından işletilen madenlerden beşte
bir oranında vergi alınır. Bunlar altın, gümüş,
demir, bakır ve kurşun vb. gibi ateşte eriyen madenlerdir.

Define ise yer altından çıkartılan ve
tabi olmayan servettir. Bunun Arapça karşılığı
kenz olup üç kısma ayrılır:

a) Üzerinde İslâmî işaret bulunan para,
değerli eşya vb. şeylerdir. Bunlara kenz-i İslâmî
denir. Bunlar Lukata* (kayıp mal) hükmündedir. Bunları
bulanlar fakir iseler kendilerinin olur. Değilseler fakirlere veya
beytü'l-Mâl*'e verirler.

b) Üzerinde kâfirlere ait işaret bulunan para,
kıymetli eşya vb. şeylerdir. Bunlara kenz-i cahilî denir.
Bunların beşte biri beytü'l-mâle verilir; kalanı toprak
sahibinin, yoksa bulanın olur.

c) Kime ait olduğu anlaşılamayan define
ise, Kenz-i cahilî kabul edilerek beşte biri beytü'l-mâle verilir.

Beytü'l-mâl'in giderleri: Yukarıda
sıraladığımız beytü'l-mâl'in gelirlerinden
zekât ve öşür, beytü'l-mâl'de ayrı bir fonda toplanır
ve Tevbe suresinin altmışıncı ayetinde belirtilen
sekiz sınıf kimseye dağıtılır. Ayetin
anlamı şöyledir: "Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz
olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan
(zekat toplayan) memurlara, kalpleri (İslâm'a)
ısındırılacak olanlara, kölelere, Allah yolunda (cihat
edenlere) ve yolcuya mahsustur. Allah bilendir, hikmet sahihidir. "

Bu mallar hazinede emanet hükmündedir. Devlet emaneti
yerlerine sarfetmekle yükümlüdür. Başka yerlere ancak geçici
olarak harcanır, alınan miktar sonra diğer fonlardan iade
edilir (Ö. N. Bilmen a.g.e., IV, 77).

Ganimet mallarından beytü'l-mâl'e intikal eden
beşte bir hisse üçe bölünür. Bunun bir hissesi yetimlere, bir
hissesi yoksullara, bir hissesi de yolda kalmışlara verilir.
Nitekim Enfâl suresinin kırkbirinci ayetinde şöyle buyurulur:
Biliniz ki ganimet aldığınız şeylerin beşte
biri Allah'a, Resulu'na ve (Allah'ın Resulu ile)
akrabalığı bulunan (lar) a, yetimlere, yoksullara ve yolcu
(lar)'a aittir." Ayet-i kerimede Allah'ın
anılışı teberrükendir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
hissesi ise irtihali ile düşmüştür. Resulullah (s.a.s.) ile
akrabalığı bulunanlar ise yoksullar grubuna girer. Geriye
yukarıda zikredilen üç sınıf kalmış olur. (Meydanî,
el-Lübab, IV, 133).

Madenler ve definelerden gelen vergiler de bunun gibi
yetimler, yoksullar ve yolculara harcanır.

Haraç, cizye ve gayr-i müslim tacirlerden alınan
vergiler devletin personel ücretleri, yol, kanal, baraj gibi amme
hizmetleri, askerî hizmetler, eğitim, sağlık vs. gibi
yerlere sarfedilir.

Hz. Muhammed (s.a.s.) beytü'l-mâl üzerinde
hassasiyetle durur, mal geldikçe hiç bir şey kalmayıncaya
kadar dağıtımında bizzat hazır bulunurdu. Hz.
Peygamber vefat ettikten sonra bu işe yerine geçen halifeler bakmıştır.
Hz. Ömer zamanında fetihler nedeniyle devletin gelirleri
artmış ve bunların hepsini hemen dağıtmak
ihtiyacı kalmayınca, gelirin bir deftere kaydedilmesi ve
yapılan ödeme ve harcamalardan arta kalanın korunması usulü
getirilmiştir. Böylece onun zamanına kadar soyut bir kavram
olan beytü'l-mâl, onun zamanında somut bir durum
almıştır. Nitekim dört büyük halife devrinin sonlarına
doğru beytü'l-mâl'e bakan bir veznedar görevli görülmektedir.

Durak PUSMAZ


Konular