Şamil | Kategoriler | Konular

Beled suresı

BELED SÛRESİ

Kur'an-ı Kerîm'in doksanıncı suresi,
yirmi ayet, altmışyedi kelime üçyüzyirmialtı harftir.
Sure müşriklerin Resulullah'a düşman kesilerek O'na
karşı her türlü zulüm ve haksızlığı revâ
gördükleri bir dönemde Mekke'de nazil olmuştur. Fasılası,
"dâl, elif, fâ', hâ" harfleridir. İsmini, birinci
ayetteki "beled" kelimesinden almıştır. Bütün
mekkî surelerde olduğu gibi; bunda da itikad ve ibadetin
sağlamlaştırılması, ahirette hesap ve cezaya
imanın perçinleştirilmesi ve iyilerle kötülerin birbirinden
ayrılması hedeflenmiştir.

Bir önceki sûre olan Fecr suresine bir karşılık
verilir. Orada zamanın eşref saatlerine yemin edilip
insanın refah veya darlıkla imtihan edildiği: mal
hırsı, miras yiyiciliği, yetime ve fukaraya bakmamak gibi kötü
huyları ile âkibetinin kötülüğü hatırlatılarak;
sureye en nihayet nefs-i mutmainne sahibinin iyi kullar arasında
Cennet'e gireceğinin bildirilmesiyle son verilmişti.

Bir önceki surede mesajları izleyen bu surede ise
mekânların en kutsalı olan Mekke'ye yemin ve onun fethine
işaretle söze başlanılmış; insanın
meşakkatlerle içli dışlı
yaratıldığı beyan buyurulmuş; köle azat etmenin,
açlık zamanında yedirmenin İslâm'ın matlubu
olduğu ve aynı zamanda bunun, yukarıda zikri geçen nefs-i
mutmainne'nin bu hayırlı sonuca varabilmesi için gerekli olduğu
gösterilmek istenmiştir.

Surede en önemli yer, sureye adını veren
"Beled"' kelimesi ile onu kayıtlayan hill kelimesidir.

Sure kasemle başlıyor. Bu kasemde Kur'an
insan hayatının değişmez gerçeklerine temas ediyor:
"Şu beldeye yemin ederim ki, sen bu beldede oturmuşsun.
" (1-2).

Buradaki beldeden murat, Mekke'dir. Allah'ın
haremgâhı, yeryüzünde Allah için inşa edilen ilk ev. "
Muhakkak ki, insanlar için kurulan ilk ev, mübarek ve âlemlere yol
gösteren (Kâbe)dir. " (Ali İmrân, 3/96). Burası bir
emniyet ve huzur sığınağı olmak için kurulmûştu.
Bu mübarek evin ağacı da kuşu da canlı olan her
şeyi de haramdır; el sürülemez. Ayrıca bu ev
Araplar'ın atası ve bilcümle müslümanların manevi
babası Hz. İsmail'in babası Hz. İbrahim (a.s.)'in
evidir.

Yüce Allah sevgili Peygamber'ine ikramda bulunarak onu
ve oturduğu beldeyi hatırlatıyor. Belde, bu özellikleriyle
ayrı bir hürmet, ayrı bir şeref ve azamet kazanıyor.
Müşrikler ise bu mübarek evin hürmetini çiğniyor, orada
Peygambere ve müslümanlara işkence ediyor ve onları öldürmek
istiyorlardı. Halbuki bu ev şerefli bir evdi. Hz. Peygamber'in
orada ikamet etmesi de şerefine şeref katmıştı.
Onlar bu hürmeti ve azameti göstermek şöyle dursun; ayaklar altına
bile alıyorlardı. Böylelikle Hz. İbrahim (a.s.) dininin
sahipleri olduklarını iddia eden müşriklerin iğrenç
ve çirkin durumu ortaya çıkıyordu.

Sonra,doğana ve doğurulana kasem edilmesi,
dikkatlerimizi bu varlığın merhalelerinden bir merhalenin yüce
değerine ve oradaki sonsuz hikmete yüce sanata çekmektedir. Bu
merhale doğup çoğalma merhalesidir. Annenin ve doğan
yavrunun doğumun başlangıcında
katlandığı zahmetlere, gelişen varlığın
büyüyüp mukadder olan noktaya ulaşmasına dikkatler
çekilmektedir.

Bu kasem,insan denilen varlığın
hayatındaki değişmez bir gerçek üzerine yapılmaktadır;
"Biz insanı gerçekten meşakkat içinde yarattık.
" (4) Meşakkat ve zorluk, zahmet ve yorgunluk,savaş ve mücadele
içerisinde. Nitekim bir başka sûrede; "Ey insanoğlu, sen
Rabbin için çalışıp çabaladın. Artık mutlaka
O'na kavuşacaksın. " (el-İnşikâk, 84/6)
buyurulmaktadır.

İlk hücre, zorlayıp çabalamadan, çırpınıp
yorulmadan hayatı ve beslenmesi için Rabbı'nın izniyle
gerekli şartları bulmadân ana rahminde karar kılamaz.
Karanlık dünyadan çıkıncaya kadar sürekli bir çırpınış
içerisindedir. Annenin kanından emebildiği kadarını
emer. Annenin tattığı yemeklerin özünü alır. Rahim
denilen küçük âlemden çıkarken boğulurcasına
baskı ve sıkıntılara maruz kalır. Ve bu andan
itibaren en büyük yorgunluk ve zahmet başlar.

Dişlerinin çıkış anı bir
zahmettir. Boyunun uzayışı bir zahmettir. Sabit
adımlarla ilerleme bir zahmettir. Öğrenim bir zahmet, düşünce
bir zahmet, kazanılan her tecrübe bir zahmettir:

Bilahare yollar ayrılır. Kimi akîdesi ve
davası için zahmetlere katlanır, kimisi de şehveti ve
menfaati için... Birinin yorgunluğunun sonu Cennet, diğerinin
ise Cehennem... Ama hepsi yükünü omuzuna alır, taşır;
Rabbı'na ulaşıncaya kadar basamak basamak merdivenleri
tırmanır. Ama oraya varınca en büyük acı mücrimlerin;
huzur ise müminlerin olur.

"Yoksa kimsenin kendisine güç yetiremiyeceğini
mi sanıyor? (5)"

"Yığın yığın mal tüketmişimdir,
diyor. "(6)

"O kimsenin kendisini görmediğini mi
sanıyor. "(7)

İşte meşakkatler içerisinde yetişen
insan, hesaba çekilmeyeceğini, tüm yaptıklarının
kendisine kâr kalacağını sanıyor. Azgınlık
ve zalimlik ediyor. Şunun bunun malını alıyor, çalıyor;
biriktiriyor; ahlâksızlık ediyor, haddi aşıyor; korku
nedir, çekinme nedir bilmiyor, infak'a çağrıldığı
zaman " yığın yığın mal tüketmişimdir"
diyor (6). Allah'ın mürakabesinin üzerinde olduğunu ilminin
çepeçevre kuşattığını unutuyor mu? (7)

Daha sonra sure, kendisine bunca nimetler verilen
insanın nankörlük ederek cimrice davrandığını;
Allah için infaka davet edildiğinde, kendisiyle Cennet
arasındaki engelleri kaldırmaya çağrıldığında
".. o sarp geçidi aşmaya girişemedi"ğini, (11)
malından fedakârlık ederek muhtaçlara vermediğini, Allah
için köle azat etmeye katılmadığını ifade
ediyor: "Bilir misin sen o sarp yokuşun ne olduğunu? O geçit,
bir kul azat etmektir. Yahut şiddetli bir açlık gününde yemek
yedirmektir. "(12,13,14) "Sonra da iman edenlerden, biribirine
sabır tavsiye, merhameti tavsiye 'edenlerden olmaktır. "
(17) diyerek, insanın mal ile nasıl imtihan edildiğini
veciz bir şekilde ifade etmektedir.

Neticede Allah'ın ayetlerini tasdik edip iman
edenler sıfatını kazananların amel defterleri
sağından verilenler olduğunu (18), aksine Allah'ın
ayetlerini inkâr edenlerin kitaplarının sollarından
verileceği ve onların, üzerlerine ateşin
kapılarının sımsıkı kapatılacak olan
mutsuzlar olduğu ifade edilmektedir. (19, 20)

Halit ERBOĞA


Konular